RSS

28 Mart 2011 Pazartesi

GÜLTEN AKIN

BİR AÇIDAN BAKMAK

Türk Dili / Ocak 1966 Gülten Akın


Şiir anlayışınız, dil tutumunuz nedir? Sormuşlar. Yanıt vermiştim:

“Hayatın ve doğanın benden geçen şiirlerini yazıyorum.”

Ozan dünyayı sık sık donduran ve gözleyendir. Aralıksız gibi sık, sinema gibi. Hem gerçek, hem doğal devinim ayıklandığı, yeni bir düzene konduğu için, yepyeni bir gerçek. Ben bunu bir yerde geyik avcılığına benzetmiştim. Şiir, tutku içinde bir avdır. Avcıdan, insan olduğu için acıma, iyi avcı olduğu için kesin bir öldürüm beklenir. Yanlış mı söyledim? Doğrusu şu ki, ozandan başka kimse bunlara aldırmıyor. Okur eline kadar gelmiş olan ürün üstüne yargılarını salıyor.

İyi okur ve eleştirmen, bir serüvenin eline geçmiş ürününden, sondan başa doğru bütün işlemleri sıraya koyarak şairin dünyayı dondurduğu ve gözlediği çıkış yerine varandır. Burada, şiir yazmanın ve okumanın yalnız bir duyarlık işi olmadığını, çok deneyli, uzun bir eğitim işi olduğunu da söylemiş oluyorum.

Dil şiirin kendisidir. Ozan dünyayı ayıklayıp yeniden düzenlediği gibi, dili de düzenleyendir. Sonuçta bu düzenleme, konuşma ve düşünme dilindeki doğallığı yenip, içeriği şiirin serüvenine uygun düşen bir yapmalık (Yapaylık değil) alabilmelidir. Sözcüklerin anlamları yalnız şiir ürününün güncel yükünü taşıyan tek boyutlu değil, gerilere doğru her noktada gerçeği tuta tuta derinleşen ikinci boyutlu olmalıdır.

Bir de söylemiş oluyorum ki, her ozanın bir dili vardır ve bu dil onun başka şiirlerini okuyarak öğrenilmiş olur.”


Şiir, bir hayli yazıncının ilk göz ağrısı. Hemen her ülkede, her çağda öteki yazın türlerine yeğlenmiş. Genç yazar işe çoğunluk, dizelerle başlamış. İlk bakışta kolay sanmış. Sonra parmaklarını yakmış kalem, tutup atmış elinden. Ya bir başka türe eğilim göstermiş, ya da dayanmış, direnmiş ozanlıkta.

Şiir en yalınından en soyutuna dek yaşamla ilintilidir. Anlam dışına düşeni bile. Tüm öteki sanat türleri gibi, onun da gereci hayatın kendisidir. Ölümlünün gözüne sonsuz bir çeşitlilik, katlılık, renklilik dahası, karmaşa gibi görünen hayatın tümüyle şiir e geçirilmesi, o şiir bir ömrü kaplayacak uzunlukta bile olsa, yapılası bir şey değil.

İster coşku içinde, ister soğukkanlı, yaklaşımımız ne türden olursa olsun, durmadan seçme yapıyoruz. Seçiyor ve yeniden düzenliyoruz. Resim yaparken de, nakış işlerken de, mimarsak projemizi yaparken de. Bu seçilmiş ve yeniden düzenlenmiş olan artık hayat değildir. Bir üründür. Ürünlerimizin gerecine bakarken, onu ayıklarken kullandığımız ölçü, mihenk taşı, bizim “bakış açımız” dır. Bakış açımız olmadan yaptığımız, bir sanat ürünü, bir şiir sayılmaz.

Bakış açısı dediğimiz şey, şiir saydığımız, yani türünün genel kurallarına göre oluşmuş, başarılı her üründe vardır.

Geçmişin sanatçıları, yazarları, ozanları içinde, ürünü bir bakış açısından geçmiş olanları bugün de beğeniyoruz. Eskimeden, ezilmeden kalıyorlar. Dünya görüşleri, ideolojileri artık eskimiş bile olsa.

Bakış açısı hayatın bir karmaşa olarak görülüp yansıtılmasını önler. Ayıklanıp, estetik alanda yeniden üretilmesini sağlar. Bu seçimde salt seçileceği, ya da atılacağı belirlemez, neyin daha önemli, neyin daha önemsiz olduğunu, sıralamanın nasıl yapılması gerektiğini de bildirir.

Genç ozanın, yazarın o eskilerden öğreneceği çok şey vardır.

Sözün burasında, süreklilik sorununa da değinmek gerek. Her yazınsal ürünün başarısı yaşamdakine olabildiğince yakın bir sürekliliği yansıtma izlenimi uyandırmasına bağlıdır.

Bu görmezden gelinemez. Ayrıca, görmezden gelemeyeceğimiz bir nokta daha var, biz ölümlü sanatçılar hayata bakarken durduruşlar, donduruşlar yapmak zorunda kalıyoruz. Bu bakış sırasında gerecimizi seçerken öyle öğeleri almalı, o biçimde yanyana getirmeliyiz ki, ürünümüz yaşamın sürekliliğine koşut bir başka süreklilik kazansın. Kopuk kopuk durmasın. Bu süreklilik, oluşan bir gerçeğin sürekliliği olsun.

Bakış açımız bu seçme ve sıralama işini dilde de yapar. Bir yapıtın biçeminin bakış açısına bağımlılığını, ucundan kıyısından söylemeye çalıştık. Peki, bakış açısını yönlendiren nedir? Başta, oluşturan nedir? Hiç kuşkusuz bu, sanatçının ideolojisidir. (Bu yabancı sözcüğü kullanmayı hiç mi hiç istemiyorum ama “Dünya görüşü” sözü gevşek dokulu, Öztürkçe Sözlük'deyse «Düşüngü» sözcüğüyle karşılanmış. O da ideoloji kavramının düşünmeyle ilgili yanını belirtiyor ama, bilmeyle ilgili yanını, söz yerindeyse eylemli yanını yok sayıyor. Isınamadım. O yüzden, sıkıştıkça İdeoloji diyerek, pek istemeden “dünya görüşü” diyerek durumu idare ediyorum.) Bu varsa, açık seçik, aydınlık bir bakış açısı da var demektir. Ürün güzel, etkin ve kalıcı olmaya hazırdır. Değilse, bir bakış açısı da yok demektir ozanın, yazarın. Ancak, doğal bir biçem oluşturabilecek. Seçmeyecek, düzenlemeyecek demektir. Eh, doğan şeyin de adı konulabilir artık. O bir “karmaşa” dır ancak. Yazarının gördüğü dünya gibi.

Ülkemizde, ikinci yeni dediğimiz dönemin kimi ozanını bugün artık hiç anımsamadığımız bir yığın saçmaya iten, bu açısızlıktır.

Bir ideolojik temelden, onun beslediği bir bakış açısından yoksunluğun, genelde insan, özelde sanatçı kişiliğinde yansısı olan boğuntu bizden önce de batıda ürünlerini vermişti. Bunları biliyoruz.

Bunaltının, çözümsüzlüğün, kişisellikten geçirilip topluma yansıtılmasının bir raslantı sonucu değil, dünyaya damgasını vuran yayılmacılıktan kaynaklandığını da biliyoruz.

Ne var ki insan insandır ve sürgit dışardan dayatılan bir çözümsüzlüğü, bunalmışlığı kişiliğinde, eserinde taşıyıp duracak değildir. Sürgit birinci, ikinci, beşinci yeni ve bunun batıcaları dağınıklığı, anlamsızlığı, umarsızlığı, işlevsizliğiyle yazınımızı çölleştirecek değildi. Batıda olduğu gibi, bizde de etkinliğini büyük ölçüde yitiren bu akımlar ve ona bağlı teknikleri hala, saksıda çiçek gibi bakıp büyütmeye çalışanlar var. Özel eleştirmenleri, özel dergileri var. Bekliyorlar ki günleri gelsin, yeniden. Ortamıdır.

Yazar dedik, ozan dedik. Ya eleştirmen? Sözlerimiz elbette onun için de söylenmiş olmaktadır. Sanatçı için bakış açısı ne denli gerekliyse, eleştirmen için de o denli gereklidir. Ürün üstüne yargılarını salan bir köşe yazarı için de. Bir okur için de. Yoksa, günün gelimine göre bir şunu, bir bunu beğenen, bir ötekini, bir berikini tutan yazıncıyla hiç bir yere varılamaz.

Hiç yorum yok: