RSS

28 Mayıs 2011 Cumartesi

INGEBORG BACHMANN

1961


(Bir söyleşide verilecek yanıtların taslağını içeren metin, altmışlı yılların başında kaleme alınmıştır. Söyleşi, “Siz, Sözcükler” (Ihr Worte) adlı şiirin yayımlanmasından hemen sonra plânlanmıştı. Nerede yayımlanmasının öngörülmüş olduğu bilinmemektedir.)


Öyle sanıyorum ki, sorular üzerinde düşünebilmem için bana yeterince uzun zaman bıraktınız, karşı çıkıcı bir tavır almama yetecek uzunlukta bir zaman.


“Siz, Sözcükler” i yazdığımda, artık şiir yazmaya cesaret edemeyeli beş yıl olmuştu, artık tek bir şiir bile yazmak istemiyordum, adına şiir denen yaratıdan bir daha kaleme almayı kendime yasaklamıştım. Şiirlere bir düşmanlığım yok elbet, ama şunu düşünmelisiniz ki, insan ansızın her şeye karşı çıkabilir, her metafora, her tınıya, sözcükleri bir araya getirmeye ilişkin her türlü zorlamaya, sözcüklerle görüntülerin bu mutlak anlamda mutlu birlikteliğine karşı çıkabilir. İnsan bunun ne olduğunu, ne olması gerektiğini bir kez daha denetlernek için, bu birlikteliği boğmak isteyebilir.

Şiirler üzerine bildiklerim hâlâ az, ama bildiğim az şeyler arasında kuşku denen şey de var. Kendinden yeterince kuşkulanmalısın, sözcüklerden kuşkulanmalısın, demişimdir kendi kendime sık sık, dilden kuşkulan, bu kuşkuyu derinleştir -derinleştir ki, günün birinde belki yeni bir şey ortaya çıkabilsin- ya da artık hiçbir şey çıkmasın.

"Her dilin ayrıcalıkları, o dilin ahlâkından kaynaklanır," demişti bir defasında Karl Kraus...

Ben bunu kendi açımdan anlamaya çalıştım, Karl Kraus’un bununla ne demek istemiş olduğunu şimdilik bir yana bırakalım, ama kendimde, yazılmış olan şiirler hakkında henüz son sözün söylenmemiş olduğunu düşünmek hakkını gördüm. Kendimi hep bir çağrıyla karşılaşmış olarak duyumsadım, bu nedenle de hep çağrı peşinde oldum, yine bu nedenle sözcükleri sınırlar içersine çağırabilmek hakkına sahip olmayı isterdim, onlardan gerçekliklerine varabilmelerini talep edebilmeyi isterdim.

Dilin ahlâkı denen bilmeceyle uğraşmanın çok esoterik bir olay olduğu düşünülmemelidir, sözcükler ne iseler odurlar, kendi başlarına ele alındıklarında iyidirler, ama bizim onları konumlandırış ve kullanış biçimimiz ancak ender olarak iyidir. Bu iş kötü yapıldığında, bizi öldürecektir.

“Bir Avusturya Kentinde Gençlik”, K. kentinin Klagenfurt olmasına, hava alanının mezarlığın yanında bulunmasına karşın, otobiyografik bir öykü değil. Çocukluk anılarını kaleme almak sanırım bana pek çekici gelmezdi, çok özel anıların başkaları için ne anlamı olabilir, bilemiyorum. Yazarın çocukluğu sorunu, bana göre biraz abartılı bir sorun, çocukluk anıları insanın özel alanıdır. Benim asıl yapmak istediğim, zorunlu olarak benim olması gereken anı görüntüleri aracılığıyla o aslında bir boşluktan ibaret olan dünyaya, yani bu dünya çocuklar için ne ise, o dünyaya girmekti; “çocuklar”, anonim bir çoğul, hepimizin bildiği bir çağrı, çünkü bizler de bir zamanlar çocuktuk, o tarikatın üyeleriydik, küçük özelliklerimizin ve işaretlerimizin sorulmadığı, adlarımızın bulunmadığı, hepimizin aynı, yani “çocuklar” olduğumuz bir tarikat; ve hiçbir zamanı duyumsamamış olduğumuz bir zaman, mekânlar arasında herhangi bir bağıntı bile kuramadığımız bir zaman.

Bu, benim için otobiyografik bir çiziktirmenin tam karşıtı, dahası, o çocuk denen küçük kişiliğin yok edilmesi anlamını taşıyor. Bu yok ediliş, en sonunda açıkça dile de getirilmiş: O zamanlar çocukların arasında olduğum ve yenilerine yer açtığımız için. Anonimlikten, yani benimsenmiş anonimlikten ancak belli bir çerçeve içersinde vazgeçilebiliyor.

( ... )

Çocuklar -onlar, bir başkasının düzenlemiş olduğu bir oyuna girmişler. Ben, bu oyundan çıkıyor, oyunu oyun yüzüyle sergiliyor, bu hareketlerin el değmemişliği, artık yitirilmiştir.


Ben, gerçeği bilmektedir. ( ... )

Hiç yorum yok: