
“Azımsanamayacak kadar ölmüşüm / Azımsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde doğan yeni bir ölümü görmeye; koşarak, düşe kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasıl olursa olsun; görmek için bu eski dostlarının yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kıvılcımlarını, geliyorlar. Ölüm sessizliği, toz ve küf kokan evden ayrıldıktan sonra seviniyorlar canlıyız diye."
“Hayatın Neresinden Dönülse Kârdır”
Emine Gürbüz
1958’de İstanbul’da doğdu Nilgün Marmara. Kendini büyütmeye çalışan küçük bir çocuktu ki elleri büyüdü. Ortaokul, lise derken geçen zamanın acıyı içine sindirmek istercesine ağır ağır ilerliyor oluşu boğmaya başlamıştı belki onu. Boğaziçi Üniversitesi Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde başladığı yüksek öğrenimini tamamlamak için yaptığı bitirme tezi ona kırgınlıklarından kurtulmak için yol gösterici oldu. Başka seçenek var mı diye sormadı ölümü seçen Sylvia’ya…
Bitirme tezinde intiharı seçen ünlü şâir Sylvia Plath’ı inceliyordu. Şiirlerini, yaşamını inceliyor ve şiirlerinden çeviriler yapıyordu. Şiirler yazıyordu Nilgün Marmara, intihar kokan şiirler yazıyor “yaşama karşı ölüm” diyordu.
Çeşitli dergilerde yayınlıyordu şiirlerini ‘Beyaz’, ‘Deniz Atı’… Sylvia Plath’ın şairliğiyle intiharını ayrı tutmadığı ve bir bütün olarak incelediği tezi “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi”ni tamamladığında Nilgün Marmara için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Plath’ın bireyin yalnızlığı ve var oluş sorunları üzerine olan bakış açısı onu fazlasıyla etkilemişti.
“Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden “mezun olmak için gerekli koşulları kısmen karşılamak amacıyla teslim edilmiş bir tez” … Umarım böylesine emsalsiz ve belirgin bir konuda; şiirlerini, ölüm kavramını derinden kavrayarak yazmış ve intiharında da sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda başarısız olmam.”
Şiirlerinde bireyin düşle gerçek arasında sıkışıp kalan kırgınlıklarını işliyordu. Süregelen şiir geleneğinin dışında kendine has üslûbuyla yaşamı, ölümü irdeliyordu. Çok sevdiği şairin yazgısını düşünüyordu sürekli ve vazgeçti Nilgün Marmara…
13 Ekim 1987’de henüz 29 yaşındayken Kızıltoprak’ta, denize ters yönde, bir çığlık bile atmadan kendini altıncı kattan bıraktı.
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?
Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.
Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,
uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
(Düşü Ne Biliyorum)
Kendinden sonra gelen edebî oluşuma izlerini bıraktı. Lale Müldür, Küçük iskender, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, Ece Ayhan, Gülseli İnal ve Serdar Aydın gibi şairleri derinden etkiledi. Özellikle, Ece Ayhan… Ece Ayhan için ayrı bir dünyaydı Nilgün Marmara. Onu tanıyan bütün şairler için özeldi.
Cemal Süreya’nın Zelda’sıydı. İlhan Berk’in Büyük Nilgün’ü, ama Ece Ayhan’ın intiharından sorumlu tutulduğu sıra arkadaşı olarak betimlediği sevgili Nilgün’üydü. Bugün bile A’dan Z’ye Ece Ayhan hazırlandığında neden intihara teşvik suçu yazılmamış diye haykırılan Nilgün’ü… Cezmi Ersöz bu olaya bakışını ve Ece Ayhan’ın suçlamalara tepkisini şu şekilde anlatıyor:
"Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar... Sadece benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan, şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o..."
Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip büyü, bir tılsım vardı onlarda... Sanki bilinçaltımızı okurdu o... Bu ülkenin bilinçaltını... Hayatımda vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi. Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece Ayhan'ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti.
Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o narin, o kırılgan bedenini... Ne acıydı ki birileri bu intihardan Ece Ayhan'ı sorumlu tuttular... Hatta bu suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde; 'Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı' dediği içindi belki de... Bu dedikodular ve suçlamalar etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından aşağı dökmüş... Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor..."
Buket Uzuner’in yazdığı günümüzün önemli eserlerinden biri olan “İki Yeşil Su Samuru” bana hep Nilgün Marmara’nın etkisinde yazılmış gibi gelmiştir. Belki kahramanının Nil olarak anılması, belki Nilgün Marmara’dan alıntılar yapılmış olması, belki de intiharı konu alıyor olmasıdır böyle düşünmeme sebep olan. Çocukluğumda okuduğum bu kitapta yer alan şu satırları hiç unutmadım:
“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!”
Ve hiç unutamadığım bir şiiri de vardı “İki Yeşil Su Samuru”nda, bu şiir Nilgün Marmara’dan okuduğum ilk şiirdi:
Unutuş bir kaynak olmalı
Yeni’yi her an’a yaymak için
Ben sana olmalıyım
Bana ben bir kaynak
Görüyorum geç, kıyım çok yakın!
Biliyorum artık mut uzaklığını
Sen yüzümü götürmüyorsun
Kendi gözünü bile!
Gerçek bilirsin, diyoruz
Düz, eğri, çapraz ya da değirmi
Güzeldir açığa çıkışı yüreğin,
Sen bil ki, ben seveyim. ”
Sonuç olarak düşerken şiirini ve etkisini yanında götürmedi Nilgün Marmara. Bugün şimdi yazılmış gibi sıcak şiiri önümde ve gölgesi olacaktır benliğimde… birçoklarının benliğinde. Tezinde yer alan “Sanatsal Yaratımla İntihar Arasındaki Bağıntı: Sylvia Plath, Şiirlerini ve Ölümünü Nasıl Yaratıyor?” bölümüne cevap arıyordu Nilgün Marmara. Sıkışmak ağırına gidiyordu onun, özgür olmalıydı ve özgürlük için atladı. Pencere tutsağı olmamak için…
Ilık bir süzülüşle
Geri dön hayat,
Bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
Örtsün bakışımı,
Görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
Düşsün hayatı suya...
(Cam Kelepçeye Evet)
Nilgün Marmara’nın ölümünden sonra şiirleri “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” (1988) ve “Metinler” (1990) , günlüğü; “Kırmızı Kahverengi Defter” (1993) ve tezi “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” (2006) olarak yayınlandı.
Şairin “Kırmızı Kahverengi Defter”deki biyografisi sadece “1958’de doğdu; yirmi dokuz yıl sonra yeryüzünü terk etmeye karar verdi” cümlesiyle ifade edilmiş olmasına rağmen hakkında çok şey yazıldı. /… /
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder