RSS

3 Mart 2010 Çarşamba

OCTAVIO PAZ / Emir Rodriguez MONEGAL

İngilizce'den çeviren: Cengiz Öndersever
Octavio Paz/Adam yayınları / Uzak Komşu / 1985



Octavio Paz ve Jorge Luis Borges'den başka, günümüz kültüründe umutları boşa çıkaran az biraz daha ad var.

Bu her iki adam birkaç yıl içinde kendi ülkelerinin dar çerçevelerini aşıp yapıtlarını Amerika'ya (Latin ve Latin-olmayan) ve Avrupa'ya yöneltiyordu. Bugün Paz ya da Borges'i uluslararası bir bağlamda anmak, Yalnızlık Dolambacı’nın sonundaki sezgiyi tanımlayabilen yazarlar üzerine konuşmak demektir: bugün biz Latin Amerikalılar “tarihimizde ilk kez tüm insanların çağdaşıyız.” Sık sık, Fransız ya da Amerikan, İngiliz ya da Alman eleştirisinde Paz ya da Borges'in yapıtlarının adı geçiyor ya da sözlerinden alıntı yapılıyor, bu da çağdaşlık hakkında yeterli bir kanıttır; üstelik bu, çok yakın zamanlara dek marginal, periferal ve dahası koloniyel diye düşünülen bir kültür tarafından başarılmıştır. Şimdi Batı'da Borges'in Henry James ya da Kafka hakkında söyledikleri (Lugones ya da Carriego hakkında söylediklerinden değerli olmasa da) önemsenip dikkate alınarak tartışılmaktadır. Keza Paz'ın Lévi-Strauss ve Tantrism hakkında söyledikleri de, özellikçiler arasında aydın bir karşılık bulur. Borges ve Paz adları günümüz kültüründe bir okuma ve varoluş modu'nun simgeleri olmuşlardır. Onları yorumlamak, her eğitimli kişinin kökene kayıtsızlık bakımından görevidir. Bugün artık Paz ve Borges, Bello ve Sarmiento için, Dario ve Rodo, Reyes ve Mariategui için olanaksız olanı başardılar: Onlar hakiki bir uluslararası dinleyicinin dikkatini cezbetmiş; Avrupalı ya da Kuzey Amerikalı çağdaşlarından birçoğu da aynı dikkati metinlere göstererek kolaycılığa kaçmadan, alçakgönüllü olma kaygısı gütmeden yorumlamışlardır onları.

Bugünkü İspanyol-Amerikan kültürü bağlamında Borges ve Paz'ın adları daha da önem taşır. Yapıtlarının ve kendilerinin daha ayrıntılı bir çözümlemesine geçmeden önce hesaba katılması gereken şey, onların aynı duyguda olmasından çok, belli özellikleri somutlaştırmalarıdır. Estetik fenomen karşısında belli bir entelektüel tavrı paylaşırlar: aynı sorulara özdeşsel çözümü elbette ki önermeyen bir tavır. Ne Paz ne de Borges'de allameliğin ve aydın uğraşının günübirlik kibiri yoktur. Yüksek eğitimli şairlerdir onlar, hatta acılı anlarında ve kavgalarında bile. Yapıtlarında anlaşılır olma çabasında bir yüksek zekâ ve bunlara yayılan entelektüel bir aydınlık vardır; bu yapıtlar aynı zamanda eleştirellik ve derince bir kişisel düşünceyi (meditation) de barındırabilmektedir. Ne Paz ne de Borges entelektüellikten vazgeçmemişlerdir: Onlar, bir şairin retorik birikimini, estetik olguyu, dil sorunlarını halletmeden önce, yalnızca cahil bir tavrı sürdüreceğinin ayırdındaydılar. Eleştirel yönden ikisi de yabancı, yapıtları kendilerininkiler denli iyi çözümlemişler; (önünde sonunda açıklanabilirliği olmayan) şiirsel yaratım fenomenini yorulmak bilmeyen bir araştırıyla sürmüşlerdir.


Bunu demek, aynı şeye inandıklarını ya da Paz ve Borges'in birbirlerinden habersiz olduklarını, şiirsel olmadığında yaratımın diğer yetilerini küçümseyerek kendilerinden uzak tuttuklarını ya da eleştirinin olanaksızlığını savunmak demek değildir. Paz'ın lirik yapıtı, kendinden geçişin anlaşılması güç; aldatıcı görkemine ulaşmak için, berraklıkla başlar; Borges bundan, kendi kibirliliğini tahrip etmenin tek yolu ve içine düşüreceği boşluğun üstünü kapatma için yararlanır. Karşı konulmaz sezgi, iki uzak kutup arasında sıçrayan elektrik kıvılcımı, gerçekliğin ele geçirilemez özünü imalı yöntemlerle yakalamaya olan yetenek Borges ve Paz'ın yapıtlarının karakteristik özellikleridir. Fakat eğer bir emiş (vacuum) içindeki zekâları görevsel değilse, bu kesinlikle her ikisinin yapıtlarında barınan poetik ve eleştirel tavıra eşlik eden bir araçtır.

Onlar, Akdeniz kıyılarında yüzyıllar önce başlamış bir diyaloğun haraboluşu ve yeniden düzenlenişindeki yazınsal görevimizle, Batı'dan bize ulaşan kültür geleneğine başvurmak ve bu bilince danışmak, onu gözden geçirmek gerekliliğinin de ayırdındaydılar. Her iki yazardaki Amerikalılık da, Akdeniz geleneğini dıştalamak değil, kaynaş(tır)mak oldu. Avrupalı bir söz aracı kullandıkları olgusuna önem vermemek her ne denli apaçık birşeyolsa da, çok dilli kütüphanelerin enginliği içinde kazandıkları disiplinle herbiri kendisinin Amerikalarından bakmışlardır gerçekliğe. Amerikancılıkları açıktır. Anglo-Saxon ve daha yakınlarda Slav dünyanın da katıldığı Akdeniz geleneğinin katmerli lenguistik gerçekliğine açıktır. Fakat bu aynı zamanda Meksika ve Arjantin gerçeklerinin gözönüne alınıp eklenmesine de açıklıktır. İşte budur ki, bize Paz ve Borges'in “Hombre de la esquina rosada”sında ya da Yalnızlık Dolambacı (Ellaberinto de la soledad)'ındaki Latin Amerikalı machismo'nun capcanlı imgelerini vermesini sağlar ve (Fervor de Buenos Aires, Piedra del sol'da olduğu gibi) daha şiirsel yapıtlarındaki her biri kendine özgü gerçekliklerinin büyülü simgelerinin çoğunu ve ilkselliğini anlamamıza yardımcı olur. Amerikalılıkları Akdenizli olmayan diğer geleneklere de açıktır.Hem Borges hem de Paz için Doğu, Akdeniz'de merkezileşmiş kapsamlı kültür geleneğinden bir parçadır. İkisi de Doğu kültürünü yorumlamakta Avrupalı kitapların genel havalarının etkisinde kalmamışlardır. Borges'in bir keresinde Cenevre'deki Çinbilimsel bir kitaplıkta keşfettiği Doğu, şimdi Montevideo'dadır. Paz Fransa’da ele geçirdiği kitaplarda okumaya başlamıştı Doğu'yu. Elbette ki sonraları Doğu'yu görmeye gitti, hatta ülkesinin elçisi olarak 6 yıl Hindistan'da kaldı. Bunun gibi, Borges'in Doğu'su da (bugün bile) babasının kitaplığında okuduğu Binbir Gece Masalları'ndaki Doğu'dur, Kipling'in ve Kaptan Burton'ın Doğusu'dur, uydurma Çin ansiklopedilerinin ve bundan daha az uydurma olmayan Sarı Deniz'in tümünde yaşamlarını korsanlığa adamış dulların tarihlerinin Doğusu'dur. Fakat Paz Hindistan toprağında kökler bulmuş ve Akdeniz geleneğinde kökleşen Doğu'yu yorumunda temel olguyu değiştirmeksizin dolaysız yaşantıları hakkındaki yetkesiyle yazabilmişti. Aksi takdirde bu gerçekleşemezdi.

Paz için Doğu, her şeyin ötesinde, çok içsel bir deneyim olmuştu: ateş'le yargılanış, başka avatar*ların küllerinden, bir şairin daha inandırıcı (otantik) olarak yeniden doğuşu ... Fakat bu başka bir öyküdür.

Kimse Paz ve Borges'deki benzerliklerin her şeyin üstünde tutulduğunu sanmasın. Onları ayıran birçok şey ve daha da önemlisi, bir özellik vardır.

Aralarındaki onbeş yıllık bir kuşak farkı (Borges 1889, Paz 1914) onları hatırı sayılır derecede ayırır. Örneğin 1917 Rus Devrimi Borges'i bozulmamış 18 yaşın istekliliği içinde bulur: Moskova'nın kızıl şafağına dışavurumcu bir şiir adar. Fakat bu şevk Manicheist bir önyargıyla kısa zamanda düş kırıklığına ve bir antikomünizme dönüşür; diğer yönlerde öylesine uyanık olan bir adamda böylesi neredeyse beklenmedik bir şeydir. Paz içinse Rus Devrimi tarihsel bir olgudur (ki o sıra üç yaşındadır) ve Stalin'le Troçki arasındaki mücadele politik bilincini uyandırarak; dünyaya bağlanışında işaret edilmesi gereken bir şeyolur. Sovyet totalitarizminin düş kırıklığı Borges'i antikomünizme götürürken, Troçkist eleştiri politik evrenin doğasını keşfetmek için uyandırıcı bir etki olarak hizmet eder Paz'a.

Nedir ki, Meksikalı ve Arjantin kültürlerinin tarihsel uzaklıkları gözden uzak tutulmamakta. Meksika, Pre-Columbian geçmişteki en derin köklere sahip olmuşken; Arjantin, kültürünü çıplak doğallığı içindeki, hemen hemen rağbet görmeyen bir toprakta kurmuştur ki, Akdenizli bir göçmenler dalgası tarafından döllenmiştir. Borges olsa olsa Avrupalı bir Amerikalı olur; Paz'sa, Hindistanlı bir Amerikalıdır ancak. Bir başka şey de, jeopolitik durumuyla A.B.D'ye yakınlığı, bu ülkedeki (Meksika) uluşçuluk duygusunun gelişmesini etkilemiş olabileceğidir; Yalnızlık Dolambacı'yla, Posdata'da Paz'ın öylesine ustalıkla eleştirdiği bir ulusçuluk. Oysa Borges için ulusçuluk, olsa olsa yalnızca tarihsel yanılgılı (anakronistik) romantik bir kavram ya da yurdu kuran atalardan kalan bir mahrem miras'tır. Birleşik Devletler'e karşı dostça yaklaşımında, Borges Arjantin'le aradaki yersel (geographical) uzaklığı, güçlülüğü ve kuzeye ırak bir ulusu düşünür; fakat aynı zamanda, Junin ya da Ayakuço'nun kavgalarından bugünün özgürlük hareketlerine uzanan kıtasal yazgıyı anlamakta bir yeteneksizliği de düşünür.


Bununla beraber bu ayrılıklar bütün bütüne bireysel değildir. Az ya da çok derecede, aynı kuşaktan diğer Arjantinliler ve Meksikalılar' dan ayıran şeyler vardır onları. En önemli ayrılık ve uzaklık, sanırım, her iki yazarın bireysel yazgılarıyla yarattıkları şeylerdir. İnsan Borges'de (daha önceleri, Valery'nin Monsieur Teste'ini yazdığındaki gibi) yaşamı yalnızca kitaplarla beslenen bir yazarın imgesini bulur. Binlerce kez kendi kendisine söylemişti bunu. El Hacedor (1960)'un sonsözünde şöyle belirtmişti bir zamanlar:

“Çok fazla okumaktan dolayı bazı şeyler oldu bana. Bazı şeyler oldu bana ki, bu İngiltere'nin sözlü müziğinden ya da Schopenhauer'in düşüncesinden çok, anımsayışın kıymeti”. *

Buna karşılık Paz, daha geniş ve daha değişik toplumsal bağlamda yer aldığından, entelektüel etkinliği olan bir yazardır. Borges, tutkusuzluğun kendisine yabancı olduğu biri gibidir, ancak bununla beraber Arjantinli yazar yüreğindeki tutkulardan uzak yaşar ve ender olarak (kendi deyişiyle) çıplak bir gerçekçilikle açıklar onları, Paz'sa düşlediğini yaşayan bir insandır. Bir başka deyişle iki kez yaşar o; gerçekliğin düşü’nde ve “yazı’nın düşü”nde. Paz hiçbir zaman politik ve insana değgin bağlanıştan korkmamıştır. Hep öyledir. İspanya İç Savaşı’na katılışından, yakınlardaki Meksika politik düşünce savaşında yer alışına dek (daha derin bir anlam taşıyan Posdata’sının gözüpek sayfalarında yer alan düşünce savaşı) Octavio Paz, Hamlet’in bir başka bağlamda söylediği eylem yakışmalı sözcüğe, sözcük yakışmalı eyleme” sözlerinin anlamını biliyordu. Borges’de ise, ister karşı çıkış, ister politik katılış olsun (gerçi zaman zaman özlemi çekilse de, olmayışı eksiklik değildir. ) Bu hemen her zaman sözel düzlemdedir. Görüş yeteneği çok genç yaşlardan beri güçsüzdü ve yaşlılığın eşiğinde tamamen körleşinceye dek yaşamı boyunca en azından altı ameliyata katlanmak zorunda kaldı. Borges, içinde her şeyin gölge ya da büyük, sözcükler bir mağaranın, duvarlarındaki gölgelerin yansımaları olduğu bir gerçekliği yaşar


Özyaşamlarını gözönüne aldığımızda, yazgılarının kendine has kültürel durumları, Borges ve Paz arasındaki uzaklığı daha da büyütür. Kendisine Galdos'tan önce Dickens'in dilinde okumayı öğretmiş olan İngiliz Büyükannenin etkisi; Buenos Aires'de bir İngiliz lisesinde psikoloji profesörü olan bir babanın tek kişilik özel öğretimi de gösterir ki Borges (ya da evde çağrıldığı gibi, Georgie) imparatorluk kültürünün ögelerinin uzak bir yerde yinelendiği Anglo-Sakson kültürünün silinmez izlerini taşıyordu. En üst sınıfın Arjantin'i Fransa'dan çok İngiltere'ye yöneliktir. Borges Avrupa'da eğitim görmüş, Paris'te değil de Cenevre'de M.A. derecesini (bachillerato) kazanmıştı ve burada yalnız Fransızca değil Almanca da öğrenmişti; kan bağı olan Anglo-Sakson kültürünün kökleriyle ilişkilerini daha çeşitlendirip, derinleştirmekti bu. Çok sonraları Buenos Aires Üniversitesi Felsefe ve Yazılı Sanatlar Fakültesi'nde bir İngiliz ve Amerikan Yazını profesörü olarak Borges, erken Anglo-Sakson şiirin büyülü topraklarında derinleşmeye başladı, sonraları daha da uzağa gidip (kaçınılmaz olmuştu bu) İskandinav kültürünün görkemli anıtlarını ortaya çıkarana dek. Bugün İzlanda, bir yabanlık büyüsü, giz ve erişilmez ülke olarak onu cezbetmektedir. Her şey İspanyol ve şurası açık ki River Plate kültüründedir; İtalyan olan ve anayurdun müzik ve yazınını varsıllaştırmış herşey Borges'e yabancıdır ya da düşmanca davranmaktadır kendisine. Don Kişot'u ilkin İngilizce'sinden okumuştu ve üstünde durduğu yazarları De Quencey ya da Stevenson, Browning ya da Chesterton, Swinburne ya da Kipling, Poe ya da James, Emerson ya da Whitman, Mark Twain ya da Faulkner, Schopenhauer ya da Kafka olmakla birlikte, Cervantes'e de birçok değerli sayfalar ayırmıştı. Tanrısal Komedi, Aristo ve Croce üstüne öylesine iyi, öylesine çok yazan O, bizi .İtalyan filmlerinin dünyasını anlamadığına inandırmaya çalışır, Italyan göçmenlerinin Arjantin Yazını'nın duygusallığındaki (sentimentalism) etkisine üzülür.

Octavio Paz'sa tam tersine, bilinçle Meksika'daki İspanyol kökleri aramaya başlar ki, bu bağımsızlığın bir belirtgesidir. 1937'de acılı saatlarındaki İspanya'ya yalnız koşmakla kalmıyor, ilk şiirlerinde ve eleştirel yapıtlarında çağdaş İspanya'nın büyük seslerinin çok kişisel bir okunmasından yola çıkıyordu. Unamuno ve Machado'nun yapıtları genç Paz'a yol gösterip, ilk yazılarının tümünde, özellikle de El arco y la lira' da çokçadır bu, bu iki yazarın izleri görülüyordu.

Birleştirici unsur olarak rol oynayan İspanya İç Savaşı'nın hemen ertesine rastlayan yıllarda Bergamin'in Meksika'da bulunuşu; delikanlı Paz'ın üstünde, bir başka İspanyol yazarının yani Bergamin'in de etkili olmasını sağlamıştır. Paz'ı İspanyol Yazını'nı, Alman Romantikleri'ni, Lautreaumont’la gerçeküstücüleri ve Heidegger'i okumaya yöneltti.

Yapıtının diğer büyük Avrupalı kökü de Fransız Yazını'dır; bir başvuru noktası olarak eleştirel düşünüşü sürekli buraya başvurur. Borges’le kendisi arasındaki büyük ayrılıklardan biri de burada yatar.

Gerçi Arjantinli yazar Mallarmé ve Valéry, Flaubert ve Apollinaire, Maupassant ve henri Barbusse, Marcel Schwob ve Léon Bloy’dan beslenmişti. Fransız kültürünü yorumu, en azından 40’lı yılların başlarından itibaren bu işe başlayan Paz’ın düzenli dizgeli ve arzulu okuyuşuyla karşılaştırılınca, o güne dek kabullenilmiş yargıların çok dışında çok kişisel ve keyfi kalır.

Bu, 1945'te Sartre ile Camus ve 1965'te Robbe Grillet'yle Levi-Strauss okumak, yalnızca modayı izlemek kaygısı değildir. Ne, yaşamın önemli bir işi, ne Meksika'da gerçeküstülüğün ustasını ziyaret edişinden beri Paz'ın eleştirel düşünüşünde hatırı sayılır bir yeri olan Andre Breton'ın capcanlı yaşamı ne de kendisinin Paris'te kalışıyla ilgilidir bu.

(Borges üzerinde, yalnız, tembel bir Sokrates, alışılanın dışında bir yazar olan Macedonio Fernandez etkili olmuş olabilir: fakat Macedonio, Breton'ının tam karşıtı biriydi -mezhebi ve müridi, görünürde yapıtı olmayan, yazınsal konumun hiçbir türüne sığmayan bir ustaydı.)

İnsan bir yazar olarak Borges gibi birini düşündüğünde, yazılı yapıtlarındaki Anglo-Sakson kültürel bağlam dikkate alınmadığı sürece kısmen açıklanabilirliği olan bir yazar olduğundan, bu konu üstünde durulması gereken bir şeydir. Bununla birlikte Paz'ın Fransız kültürü ya da Fransa’ya bağı, özsel (essential)dır . Fransa yoluyla Paz’a gelen bile Fransız sayılmaz: Paz, Albert Béguin aracılığıyla romantikleri keşfetmişti; sanki Fransız Yapısalcılığı aracılığıyla da Rus asıllı Kuzey Amerikalı dilci Roman Jacopson’ın yapıtlarını tanımaya gelmişti Fransa’ya. Bireysel başkalıklarından çok daha önemli olarak Paz ve Borges’in günümüz kültürünün ağır basan en zengin iki akımının taşıyıcısı oldukları olgusu göze çarpıyor. Fransız ve Anglo-Sakson kültürleri arasındaki rekabetin (ki bu rekabet, bugün artık bir anlam taşımayan, Orta çağ'ın sonlarındaki Avrupa'nın kilise görüşleri bağlamının anlaşılmasına bağlıdır) hazırladığı Avrupa'nın kendi kendisini uyum içinde bütünleyişinde bu kültürlerin ikisinin inanılmaz yardımları olmuştu. Borges ve Paz'ın metinleri arasındaki bir karşılaştırmanın gösterebileceği gibi ortak yanılgıların kökenlerinden biri budur.

Daha ileri gitmeden şu bilinmeli ki, Borges ve Paz bu koşut kültürel akımların taşıyıcılarıdır derken, hiçbir biçimde onların özgünlüklerini ya da (az ya da çok) yapıtlarının ait oldukları ulusal kültürleriyle bağlarını küçültüyor değilim. Yazınsal ya da kültürel alanlarda azıcık ustalaşmış birisi bile yabancı etkilerin başarısız olduğuna ya da kökünden sökülüp atıldığına inanmaya zorlayacaktır bizi. Bugün bu kuramı destekleyenler (ve ne yazık ki bu kişiler Latin Amerika'da bayağı çoktur) daha önceki zamanlarda Roma İmparatorluğu'nda aynı durumun olduğunu ve Horatius'un “Pisanlılara Mektup”unda yazdığının bu kurama bir karşıolum içerdiğini bilmiyor görünüyorlar. Kıtadaki yurttaşlarımızdan bazılarının “ksenofobi” den (yabancı kokusu), öylesine ateşli ve bilgisizce açıkladıkları fazlaca ulusalcı doktrinlerinin yabancı kaynağını tanımaktan alıkoyuyorlar onları.

Paz ve Borges, her ikisi de kitaplarında yabancı konuları ele almaya ya da yabancı kuramları yeniden formüle etmeyi denemeye giriştiler. Genelde bu girişimlerle başarılan düzey neredeyse gülünçtür. 1954 yılında bugün ülkesinde hatırı sayılır bir ünü kullanabilme başarısı gösteren Arjantinli bir profesör, Borges'in Bizanscılığının kusurlarını ortaya döken bir kitapçık yazdı ki tartışmasını da Jean-Paul Sartre ve Lucien Goldmann tarafından popülerleştirilmiş edebiyat sosyolojisinin kimi kuramlarını çok özel bir biçimde kullanarak destekliyordu.*

Paz tarafından İngilizce'ye çevrilmiş en son kitap olan Configurations hakkındaki yakınlardaki bir incelemede bir Kuzey Amerikalı şair - ki adını anmaya gerek görmüyorum, yazısında Paz'ı 'bir turist' olarak düşünmesinden kimliği ortaya çıkar - Hindistan'da altı yıl yaşamış olduğu olgusu yerine bunu söylüyor. **

İnsanın bu sivri akıllı incelemeciye Ezra Pound'un Çin'de kaç yıl yaşadığını sormak geliyor içinden ya da onbirinci yüzyıl ozanlarının Provence'sinde?

Biz şimdi Borges'in ulusalcı denilenlerden bazılarına yanıt verdiği bir konferans metnine döneceğiz. 1951'de yazılmış ve tüm yapıtlarının altıncısı Discusion başlıklı ciltte bulunmaktadır bu yazı.


“ ... Göreli yeni bir düşünce ortaya koyan, bir yazın'ın ülkenin gözeçarpıcı özellikleriyle ayrımsanır olması düşüncesinden sözetmek gerekli mi bilmem; kendi ülkelerinden izlekler kullanmakta olan yazarların bu düşüncesi nerdeyse yeni ve gelişigüzel gibidir. Daha ileri gitmeden, inanıyorum ki, yalnızca Grek ve Latin izleklerini kullandığı için Fransız şairi unvanı hakkını yitirecek bir kişiyi Racine anlamazdı bile. İnanıyorum ki, birisi Shakespeare'i İngiliz izlekleriyle sınırlamaya çalışsaydı ve bunu bir İngiliz gibi yapmasını söylemiş olsaydı, bir İskandinav izleği olan Hamlet’i yazmaya hakkı yoktu ya da bir İskoç izleği olan Macbeth'i, ki kuşkusuz şaşıracaktı. Arjantin kültü, yakın zamanların Avrupa kültüdür ki ulusalcılar yabancı gibi kabul etmemek durumundadırlar.


* * *


Bir başka karşı çıkışa dikkat çekmek isterim: ulusalcılar Arjantin zihninin yetisini ululamayı savunurlar; fakat onlar bu zihnin şiirsel alıştırmasını birkaç güçsüzleşmiş yerel izleğe kısıtlayacaklardır, sanki Arjantinliler evrenden değil de yalnız ırmak kıyılarından ve çiftliklerden konuşabilirmiş gibi.


* * *

İnanıyorum ki , sanatsal yaratım denen bu gönüllü düşe kendimizi verebilsek, biz hem Arjantinliler hem de iyi ya da orta karar yazarlar olabileceğiz.”

Paz'ın yapıtlarında da benzer görüş noktaları bulmak kolaydır. Hem Paz hem de Borges kökende Akdenizli fakat şimdi Atlantik ve Amerikalı olan, tartışmaları hâlâ süren geleneğin içinde yer alırlar.


Şurası kesin ki, Borges ve Paz (metinlerin imgesel karşılaştırılmasıyla ya da katıksız gerçeklikte) kültürümüzün bir başka zaman diliminde Bello ve Sarmiento, Dario ve Rodo, Alfonso Reyes ve Mariategui'deki diyaloğu günümüzde sürdürmektedirler. Bu apaçık rastlantılar ve derinden başkalıklardan, karşı kara parçalarından ve denizlerden aynı şeyleri söylemek için kendine özgü bir biçemin yahut da benzer biçemle birbirine karşı kutrlardaki şeylerden sözeden seslerden oluşan bir diyalogdur. Öyle ki, önünde sonunda uyumlu bir bileşimi usa getiren çeşitten canlı bir diyalog. Fakat bu aynı zamanda sağır insanlar arasındaki bir diyalogdur da; ya da sözcüklerin sisinde bir dikkat savaşı düellosudur. Aynılaşan ve ayrışan seslerine kulak vermek, yankılarını ve titreşimlerini tanımak, en içten bir biçimde yorumlamak, karşı konulmaz karşıolum, okurken çokça karşılaşılabilecek elinden kaçırmadan olayı ümitsizliğe boyun eğmek demektir. Okurun imgelemi tarafından yeniden yeniden yaratılır, az önceki metnin imgesi hâlâ retinada fotoğrafsal görülmedik bir izlenim olarak sürerken, bellek bir önceki kayıdın üzerine bir yenisini ekler.


Kendimi bildim bileli Borges'in sadık bir okuyucusuyumdur. Belki de bir talih eseri olarak, rastlantıyla onu keşfettiğimde on beş yaşındaydım, gerçi bir kadın dergisi sayesinde olmuştu bu, Buenos Aires'de çıkan El Hogar diye bir magazin; halam onun yöneticisiydi.. Borges de her iki haftada bir 'Yabancı Kitaplar ve Yazarlar' başlıklı sayfada yazardı. Buradan başlayan Borges okuma işi, benim tutkum olmuştu. Borges'i okuduktan sonra Paz okumak bir düşkırıklığı, meydan okuyucu bir deney, disiplin ve dağılmadan biri, az bulunur Tantalic bir işkence olmuştu. Paz benim için varolmaya, yeni İspanyol yazınının temel dergilerinden El hijo prodigo'nun sayfalarında başladı. Bu derginin metinlerinde bulduklarımı, 1950'nin başında Yalnızlık Dolambacı' nı okuduğumda düzenlenmiş olarak gördüm. Sonra Liberdad bajo palabra ve El areo y la lirageldi. Ya onu izleyenler? Paz'dakilerin tümü ilk metinlerinde seziliyordu.


Borges'i yorumladıktan sonra Paz okumak ya da Paz'ı inceledikten sonra Borges'e dönmeyi sürdürüşüm, alışılmadık boşluk duygusu uyandıran bir yaşantı. Kaç kez, örneğin, Borges' in La inveneion de Morel' in öndeyisinde kendisinden on beş yıl önce yazdığı o varsayımların ışığı altında modern roman üzerine düşüncelerini El areo y la lira' da biraz daha öteye götürmemis olduğu olgusuna yanmamış mıyımdır? Fakat hala da Borges'in öndeyişinde ya da Bioy Cesares' in alışılmış dışı romanına yeterince önem verdiği söylenemez; yıllar sonra birisi, Robbe-Grillet, bir incelemesinde ve Geçen Yıl Marienbad'da'nın senaryosunda bunu kutlayacaktır. Benzer bir biçimde kaç kez yanmamış mıyımdır Paz'ın Fransız kitaplarıyla çok fazla zaman geçirip, Borges'in öylesine içli dışlılık ve ele avuca sığmaz allâmelilikle uğraştığı İngilizce'deki ender kitaplar dizisinin ilk elden bir incelemesini yapmış olmadığına?


Kaç kez, Paz'ın sayfalarındaki tüketici bir gezintiden sonra Borges'e dönünce, onun da kaç kez Meksikalı yazarın dakiklikle üstüne gittiği tartışmalarının sarıcılığından, Arjantinli usta'nın gelgeç hevesli geniş okumaları ve bağlanmayışı yüzünden kendisini uzak tuttuğunu üzüntü ile duymamış mıyımdır? Kaz kez Heidegger ve Levi-Straussokurken Paz'ı izledikten sonra, Borges'in (sanki büyüyle taşlaşmış gibi) gençliğinin kitaplarında takılıp kalmış olduğunu ya da bunlarda, çocuğunun yapıtları üzerini uzun bir gölge olarak öylesine kaplayan, diğer ben'i, yaratıcısı ve Golam') olan babası Don Jorge Borges'in tamlığından bazı şeyler bulunduğunu algılamamış mıyımdır?


Borges okumak ve sonra Paz'ı; Paz'ı okumak ve dönmek Borges'e, benim için dingin bir deliliğin uğraşısı ve dahası sonsuz öğrenişin uğraşısı olmuştur. Bir gün ikisinin de eleştirel yapıtlarının (burada yer darlığından dolayı girilmeyen) koşut incelemesini yapacak olsam: her iki yazarın şiir ve eleştirilerinin ortak karşıtlıklar değil de, çok daha üst bir birliğin içinde birleşmesinden dolayı, doğal olarak, şiirsel yapıtlarını da kapsayan bir çalışma olurdu. Sonra eleştirel metinlerin karşılaştırılmasından doğan bazi merkezsel yönler üzerinde durmayı denerdim: çıplak gerçeklikte asla yer almamış, fakat imgelemimde sürüp giden bir karşılaştırma, bir diyalog.”


Bu yazı, 15 Ekim 1971 'de İspanyol Dünyasının Yazarları üzerine Üçüncü Oklahoma Konferansında okunmuş olan Borges ve Paz üzerine daha geniş bir çalışmanın bir kısmını oluşturmaktadır.




avatar: Hint söylencelerinde bir tanrının insan veya hayvan biçiminde yeryüzüne inmesi. (ç.n.)

* Robert Bly, “Configurations” New York Times Book Review, 18 Nisan 1971, s. 6, 20-22

** Jorge Luis Borges, Discusion, Buenos Aires, Emecé, 1957, s 155-6, 158 ile 162, sırasıyla.

Hiç yorum yok: