Denemeler / T. S. ELIOT /
Çev: Akşit Göktürk /
Çev: Akşit Göktürk /
Bu kitapta T. S. EIiot'ın beş eleştiri yazısının çevirileri yer almaktadır. Eliot'ın eleştirileri geniş bir alanı kaplar. Buraya alınan denemeler, onun şiir anlayışının, eleştiri anlayışının temel ilkelerini ortaya koyan yazılardır. Bu denemelerde, eleştirinin görevi, şiirin oluşumu, ozan ile eleştirmenin gelenekle bağı, ozanın şiiriyle bağı gibi Eliot’u çok ilgilendiren belli başlı sorunların ele alınışı, savunuluşu izlenebilir … İlkin, Eliot'ın savunduğu anlayışın hangi koşullardan doğduğunu kısaca belirterek, onun şiir ile eleştiri konularındaki tutumunun en belirgin yönleri üzerinde biraz duracağız.
Demiş Akşit Göktürk…
Ve kitabın girişinde önsöz nitelinde T.S. Eliot’un şiirine alıntılarla ilerleyen bir yazı yerleştirmiş…. İlkin o yazıyla başlayarak verdiğim sözü yerine getirmek; Eliot denemelerini tamamlamak istiyorum. Çünkü bu denemelerin; şiirle, yazınla, hatta sanatın diğer dallarıyla uğraşanları ilgilendirdiğini düşünüyorum.
İlkin Akşit Göktürk’ün Eliot şiirine ilişkin görüşleriyle başlıyoruz:
Ve kitabın girişinde önsöz nitelinde T.S. Eliot’un şiirine alıntılarla ilerleyen bir yazı yerleştirmiş…. İlkin o yazıyla başlayarak verdiğim sözü yerine getirmek; Eliot denemelerini tamamlamak istiyorum. Çünkü bu denemelerin; şiirle, yazınla, hatta sanatın diğer dallarıyla uğraşanları ilgilendirdiğini düşünüyorum.
İlkin Akşit Göktürk’ün Eliot şiirine ilişkin görüşleriyle başlıyoruz:
ELIOT' IN KLASİZMİ
1. Şiirde ve Eleştiride Yeni Eğilim
Güçlü bir ozanın, ya da bir kaçının başlattığı her yeni akım tekdüzeliğe düştüğü an, şiirde bir devrim kaçınılmaz olur. İngiltere'de Tennyson'la doruğuna varmış olan Victoria Devri şiiri de yirminci yüzyıl başlarında böyle bir tekdüzeliğe düşmüştü. Günlük yaşayıştan, kent yaşayışından kaçan bu şiir geleneği artık yirminci yüzyılın koşullarıyla bağdaşacak durumda değildi. Böylece şiirde romantik geleneğe karşı bir tepki görülmeye başladı, yeni bir eğilim belirdi. Bu yeni akımın üç büyük öncüsü T. E. Hulme, T. S. Eliot, Ezra Pound'du. Birinci dünya savaşından hemen önce, bu yeni sanat eğiliminin sözcülüğünü yaparken T. E. Hulme “Romanticism and Classicism” adlı denemesinde:
«Şunu söyleyeyim ki, şiir için kuru, çetin, klâsik bir çağ gelmek üzeredir. »
«Bence romantizm artık bir tükenme devresine ulaşmıştır. Yeni bir teknik, yeni bir yol bulunmadıkça yeni bir şiirin doğmasını da bekleyemeyiz.»* diyor.
Hulme ile Eliot aynı kuşağın sözcüleridir. Düşünceleri aynı ortamda gelişmiştir. Hulme'ın denemeleri 1924 yılında yayınlanmıştır. Eliot'ın şiir görüşü de bu sıralarda oluşmaktadır.
Önceki yüzyıllarda, Dryden ile Coleridge de birer ozan-eleştirmen olarak şiir alanında yeni bir devrimi başlatmış, getirdikleri yeni anlayışın ilk örneklerini vermişlerdir. Eliot'ın da hem şiiri hem eleştirisi, bir çağın çöküşü ardından gelen yeni görüşün ilk belli başlı örnekleridir. 1922'de Waste Land'in yayınlanışıyla romantik şiir için bitiş zili çalmış oluyordu. Waste Land günümüz ozanının çağdaş yaşayışla şiiri uzlaştırma çabasına iyi bir örnektir. Şiirde yeni bir anlatımın da başlangıcıdır. Çünkü yeni çağın insan düşüncesiyle duygusuna kazandırdığı yeni boyutlar, yeni dil kaynaklarını, yeni bir deyiş biçimini gerektiriyordu.
Romantik şiir, toplumdan kaçmayı, belli sınırlar içinde kalmayı, yalnız manzaralardan, doğadan söz açmayı ilke edinmişti. Yirminci yüzyılın yazarları şiirin sınırlarını genişletmek amacıyla işe başladılar. Şiire kent yaşayışıyla ilgili gerçekleri, bilimsel işlemleri soktular. Çağdaş ozanın ilgisi yalnızca doğaya değil, her şeye yönelmiştir; yalnızca güllerden değil, tepkili uçaklardan da esinlenir. Eliot'la başlayan bu yeni tutum, önceki şiir anlayışına bütünlükle aykırıdır. Bu karşıtlıktan ötürü, önceden değersiz bulunan, gelenek dışı sayılan ozanların yeni bir değerlendirilmesine girişilmiş, Metafizikçi ozanlar, XIX. Yüzyıl Fransız şiiri, özellikle Baudelaire, Eliot'un savunduğu bu yeni anlayışın temelinde önemli bir yer almışlardır.
Eliot'ın devrimci yönünden başka, bir de gelenekçi yönü vardır. Ortaçağlardan sürüp gelen Katolik Hıristiyan geleneğine, bağlıdır. Bu Katolik geleneğin kesintiye uğradığı çağlara pek değer vermez. Örneğin, XVII., XVIII. yüzyıllardaki Püritencilik akımını, XIX. yüzyıl romantizmini bu geleneğin dışında görür. Eliot'ın sanatta savunduğu düzen ilkesiyle bu din geleneği sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bu düzen, Eliot'ın klâsizminin en önemli yönüdür. XVIII. yüzyıl klâsizmi, Eski Yunan, Latin sanatının örneklerine bağlı kalmak, onların ilkelerini uygulamak anlamına geliyordu. Eliot ancak değişmez genel ölçüler istemesi yönünden klâsiktir. Yerleşmiş bir düzene aykırı düşecek davranışlara, bu arada bireyciliğe, garipliğe, ölçüler dışı yenilik eğilimlerine karşıdır. Oysa Protestanlık ile romantizm, sanatı bu yönlere çekmişlerdir.
Bundan ötürü, Eliot hem şiirini hem eleştirisini Katolik Hıristiyan geleneğinin temelleri üstüne kurar. Ona göre, Hıristiyanlık, Avrupalı'nın her alandaki etkinliğini kapsama yetisinde olduğundan büyük bir tarihsel önem taşır. Eliot Katoliklik'te, sanatta aradığı düzeni destekleyebilecek ilkeler bulur. Katoliklik kişi yaşayışına genel ilkeler koyar, ona birey olarak hiçbir yetki tanımaz. Eliot da ozan ile eleştirmenin dışlarındaki bir düzene bağlanmak zorunda olduklarını, tek başlarına bir şey başaramayacaklarını söyler. Ona göre din, Avrupa kültürünün, içinde gelişip şekil aldığı sürekli bir ortam oluşundan ötürü, ozan ile eleştirmenin dayanacağı genel ilkelerin çatısıdır. Çok beğendiği Dante'nin büyüklüğünü, bütün başarısını şiirini böyle bir çatı üzerine kurmuş olmasına bağlar. Bu çatı, çağının Hıristiyan kültürü ile olgun bir felsefe, zengin bir mitolojinin birlikte ortaya koydukları bir duygu-düşünce düzenidir. Böyle bir düzene dayandığı için Dante, içinde bulunduğu toplumun yaşantısını, kültürünü bütünlükle dile getirebilmiştir.
Bütün insan yaşayışını çağlar boyu kapsayan bu düzen, bireysel düşüncelerden daha önemlidir. Bundan ötürü, Eliot sanatçının kişiliğinden uzak kalmasını, evrensel bir eser kurmak istiyorsa geleneğe bağlanmasını ister. Eliot'ın “gelenek”le ne demek istediğini kesin sınırlarla belirlemek biraz güçtür. Bir bakıma, gelenek hem sanat eserlerinin kendi aralarında kurdukları nesnel düzen, hem de edebiyatın dayandığı kültür düzenidir. Sanatçı, kendisine gereken düzene erişebilmek için, gelenekle eğitilmiş olmalıdır:
«Bir kimse edebiyatta hep yaratıcı kalmak için, gelenek - geniş anlamıyla edebiyatta görülen ortak kişilik - ile yaşayan kuşağın yeniliği arasındaki bilinçsiz dengeyi sürdürmek zorundadır.»**
1. Şiirde ve Eleştiride Yeni Eğilim
Güçlü bir ozanın, ya da bir kaçının başlattığı her yeni akım tekdüzeliğe düştüğü an, şiirde bir devrim kaçınılmaz olur. İngiltere'de Tennyson'la doruğuna varmış olan Victoria Devri şiiri de yirminci yüzyıl başlarında böyle bir tekdüzeliğe düşmüştü. Günlük yaşayıştan, kent yaşayışından kaçan bu şiir geleneği artık yirminci yüzyılın koşullarıyla bağdaşacak durumda değildi. Böylece şiirde romantik geleneğe karşı bir tepki görülmeye başladı, yeni bir eğilim belirdi. Bu yeni akımın üç büyük öncüsü T. E. Hulme, T. S. Eliot, Ezra Pound'du. Birinci dünya savaşından hemen önce, bu yeni sanat eğiliminin sözcülüğünü yaparken T. E. Hulme “Romanticism and Classicism” adlı denemesinde:
«Şunu söyleyeyim ki, şiir için kuru, çetin, klâsik bir çağ gelmek üzeredir. »
«Bence romantizm artık bir tükenme devresine ulaşmıştır. Yeni bir teknik, yeni bir yol bulunmadıkça yeni bir şiirin doğmasını da bekleyemeyiz.»* diyor.
Hulme ile Eliot aynı kuşağın sözcüleridir. Düşünceleri aynı ortamda gelişmiştir. Hulme'ın denemeleri 1924 yılında yayınlanmıştır. Eliot'ın şiir görüşü de bu sıralarda oluşmaktadır.
Önceki yüzyıllarda, Dryden ile Coleridge de birer ozan-eleştirmen olarak şiir alanında yeni bir devrimi başlatmış, getirdikleri yeni anlayışın ilk örneklerini vermişlerdir. Eliot'ın da hem şiiri hem eleştirisi, bir çağın çöküşü ardından gelen yeni görüşün ilk belli başlı örnekleridir. 1922'de Waste Land'in yayınlanışıyla romantik şiir için bitiş zili çalmış oluyordu. Waste Land günümüz ozanının çağdaş yaşayışla şiiri uzlaştırma çabasına iyi bir örnektir. Şiirde yeni bir anlatımın da başlangıcıdır. Çünkü yeni çağın insan düşüncesiyle duygusuna kazandırdığı yeni boyutlar, yeni dil kaynaklarını, yeni bir deyiş biçimini gerektiriyordu.
Romantik şiir, toplumdan kaçmayı, belli sınırlar içinde kalmayı, yalnız manzaralardan, doğadan söz açmayı ilke edinmişti. Yirminci yüzyılın yazarları şiirin sınırlarını genişletmek amacıyla işe başladılar. Şiire kent yaşayışıyla ilgili gerçekleri, bilimsel işlemleri soktular. Çağdaş ozanın ilgisi yalnızca doğaya değil, her şeye yönelmiştir; yalnızca güllerden değil, tepkili uçaklardan da esinlenir. Eliot'la başlayan bu yeni tutum, önceki şiir anlayışına bütünlükle aykırıdır. Bu karşıtlıktan ötürü, önceden değersiz bulunan, gelenek dışı sayılan ozanların yeni bir değerlendirilmesine girişilmiş, Metafizikçi ozanlar, XIX. Yüzyıl Fransız şiiri, özellikle Baudelaire, Eliot'un savunduğu bu yeni anlayışın temelinde önemli bir yer almışlardır.
Eliot'ın devrimci yönünden başka, bir de gelenekçi yönü vardır. Ortaçağlardan sürüp gelen Katolik Hıristiyan geleneğine, bağlıdır. Bu Katolik geleneğin kesintiye uğradığı çağlara pek değer vermez. Örneğin, XVII., XVIII. yüzyıllardaki Püritencilik akımını, XIX. yüzyıl romantizmini bu geleneğin dışında görür. Eliot'ın sanatta savunduğu düzen ilkesiyle bu din geleneği sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bu düzen, Eliot'ın klâsizminin en önemli yönüdür. XVIII. yüzyıl klâsizmi, Eski Yunan, Latin sanatının örneklerine bağlı kalmak, onların ilkelerini uygulamak anlamına geliyordu. Eliot ancak değişmez genel ölçüler istemesi yönünden klâsiktir. Yerleşmiş bir düzene aykırı düşecek davranışlara, bu arada bireyciliğe, garipliğe, ölçüler dışı yenilik eğilimlerine karşıdır. Oysa Protestanlık ile romantizm, sanatı bu yönlere çekmişlerdir.
Bundan ötürü, Eliot hem şiirini hem eleştirisini Katolik Hıristiyan geleneğinin temelleri üstüne kurar. Ona göre, Hıristiyanlık, Avrupalı'nın her alandaki etkinliğini kapsama yetisinde olduğundan büyük bir tarihsel önem taşır. Eliot Katoliklik'te, sanatta aradığı düzeni destekleyebilecek ilkeler bulur. Katoliklik kişi yaşayışına genel ilkeler koyar, ona birey olarak hiçbir yetki tanımaz. Eliot da ozan ile eleştirmenin dışlarındaki bir düzene bağlanmak zorunda olduklarını, tek başlarına bir şey başaramayacaklarını söyler. Ona göre din, Avrupa kültürünün, içinde gelişip şekil aldığı sürekli bir ortam oluşundan ötürü, ozan ile eleştirmenin dayanacağı genel ilkelerin çatısıdır. Çok beğendiği Dante'nin büyüklüğünü, bütün başarısını şiirini böyle bir çatı üzerine kurmuş olmasına bağlar. Bu çatı, çağının Hıristiyan kültürü ile olgun bir felsefe, zengin bir mitolojinin birlikte ortaya koydukları bir duygu-düşünce düzenidir. Böyle bir düzene dayandığı için Dante, içinde bulunduğu toplumun yaşantısını, kültürünü bütünlükle dile getirebilmiştir.
Bütün insan yaşayışını çağlar boyu kapsayan bu düzen, bireysel düşüncelerden daha önemlidir. Bundan ötürü, Eliot sanatçının kişiliğinden uzak kalmasını, evrensel bir eser kurmak istiyorsa geleneğe bağlanmasını ister. Eliot'ın “gelenek”le ne demek istediğini kesin sınırlarla belirlemek biraz güçtür. Bir bakıma, gelenek hem sanat eserlerinin kendi aralarında kurdukları nesnel düzen, hem de edebiyatın dayandığı kültür düzenidir. Sanatçı, kendisine gereken düzene erişebilmek için, gelenekle eğitilmiş olmalıdır:
«Bir kimse edebiyatta hep yaratıcı kalmak için, gelenek - geniş anlamıyla edebiyatta görülen ortak kişilik - ile yaşayan kuşağın yeniliği arasındaki bilinçsiz dengeyi sürdürmek zorundadır.»**
* T. E. Hulme, Speculations, S. 1333
** What is a Classic, S: 16
** What is a Classic, S: 16
Ozan bu gelenek çizgisini iyi bilmezse, çağının şiirinin gereklerini, dilinin o çağdaki olanaklarını da bilemez. Çünkü yaşayan her büyük ozan, yaşadığı çağda insan düşüncesiyle duygusunun son sınırlarına varır, dilinin o çağdaki bütün olanaklarını tüketerek yeni bir deyiş getirir. Onun ardından gelen ozanlar duygu ile düşüncenin, türlü alanlardaki değişmeler sonucunda vardığı yeni sınırlara erişmek zorundadırlar. Bu da geçmiş ozanlardan herhangi birine benzemekle, geçmiş şiir dönemlerinden birine öykünmekle olmaz. Hiçbir şeye dayanmayan gariplik, yenilik özentileriyle de olmaz. Geleneğin iyiden iyiye incelenmesiyle, bilinçli bir çalışmayla ozan, şiirin kendi gününe kadar geçirdiği bütün yaşantıyı öğrenir. Ona düşen görev, çağının kafasıyla, duyarlığıyla kuracağı şiirde, çağının yaşantısıyla birlikte bütün bu geçmiş yaşantıyı da yansıtmaktır. Çünkü:
«Şiirde geçmişe hiçbir şey borçlu olmayan tam bir yenilik yoktur. Bir Virgil, bir Dante, bir Shakespeare, bir Goethe doğduğu, zaman bütün Avrupa şiirinin geleceği değişmiştir. Büyük bir ozanın yaşamasıyla bazı şeyler ilk ve son olarak yapılır, sonra bunlar yeniden başarılamaz; ama öte yandan her büyük ozan geleceğin şiirinde kullanılacak karmaşık gereçlere bir yenisini ekler.» *
Eliot eleştirmenin de geleneğin eğitiminden geçmiş olmasını ister. Ona göre eleştirmenin amacı, her zaman , için, sanat eserlerini değerlendirmek, okuyucunun beğenisini düzeltmek olmalıdır. Bu işi yaparken, eleştirmen bazı yollardan yararlanır. Çözüm ile karşılaştırma en başta gelen iki yoldur; Bunlar nesnel eleştirinin baş yöntemleridir. Oysa Eliot'tan önceki eleştiri daha çok “yorum” a dayanır.
Arnold bir şiiri, ozandaki belirli bir ruhsal durumun dile getirilişi olarak görür, şiiri yorumlayarak o ruhsal durumu açıklamaya çalışır. Şiir içinde yer alan bir eylem; Arnold'ı, hayatın bir yönü olarak ilgilendirir. Eliot'ta ise şiirin kendine özgü, bağımsız bir varlığı vardır; şiirdeki bir duygu, bir heyecan ozanın yaşayışındaki bir duygudan,bir heyecandan ayrıdır. Şiirin amacı okuyucuya bir duygusal yaşantı, bir düşünce yaşantısı vermek değil, bir şiir yaşantısı vermektir. Öte yandan, şiiri değerlendiren eleştirmen de, onu bütün bağlarından sıyrılmış olarak, nesnel bir varlık olarak ele almalıdır. Şiiri böyle en göze çarpan dış bağlarından soymakla Eliot bu konudaki değer yargılarına da bir yenilik getirmiş oluyor:
«Hiç bir ozanın, hiç bir sanatçının tek başına tam bir anlamı yoktur. Onun anlamı, değerlendirilmesi, ölmüş ozan ve sanatçılarla olan bağının değerlendirilmesidir. Ona tek başına değer biçemezsiniz; karşıtlık ve benzerliklerini belirtmek için, ölmüşler arasına yerleştirmeniz gerekir. Bunu yalnız tarihsel değil, estetik eleştirinin de bir ilkesi olarak söylüyorum. Ozanın bağlanacağı, uyacağı gerekçe karşılıklıdır. Yeni bir eserin yaratılmasıyla olan şey, aynı zamanda, o eserden önce gelen bütün sanat eserlerine de olur. Var olan anıt eserler kendi aralarında, yeni katılan - gerçek yeni - eserin değiştireceği eksiksiz bir düzen gösterirler. Bu düzen yeni eser gelmeden önce tamdır; yeniliğin, araya girişinden sonra da sürmesi için bu düzenin pek hafif de olsa değiştirilmesi gerekir; böylece her sanat eserinin bütüne olan bağları, oranları yeniden ayarlanır; işte bu, eski ile yeni arasındaki uyuşmadır. »**
Eleştirmen geçmiş eserler arasındaki bu düzeni her zaman için göz önünde tutmalıdır. Bu düzen, var olan eserleri değerli kılan ortak ilkelerin bütünü diye tanımlanabilir. Bu ilkeler zamana bağlı değildir, her çağda, her eser için aynıdır. Ancak, gerçek-yeni eserler bu ilkelere bir yenisini katabilir ya da bazı ilkeleri düzen bırakabilir.
«Herhangi bir yerde var olan iyi bir geleneği korumak eleştirmenin görevidir. Eleştirmen edebiyatı, zamanın sınırladığı bir şey olarak değil, zamanın ötesinde bir şey, bir bütün olarak görmelidir. Çağımızın en iyi eserleriyle yirmibeşbin yıl önceki en iyi esere aynı bakabilmelidir. »***
«Şiirde geçmişe hiçbir şey borçlu olmayan tam bir yenilik yoktur. Bir Virgil, bir Dante, bir Shakespeare, bir Goethe doğduğu, zaman bütün Avrupa şiirinin geleceği değişmiştir. Büyük bir ozanın yaşamasıyla bazı şeyler ilk ve son olarak yapılır, sonra bunlar yeniden başarılamaz; ama öte yandan her büyük ozan geleceğin şiirinde kullanılacak karmaşık gereçlere bir yenisini ekler.» *
Eliot eleştirmenin de geleneğin eğitiminden geçmiş olmasını ister. Ona göre eleştirmenin amacı, her zaman , için, sanat eserlerini değerlendirmek, okuyucunun beğenisini düzeltmek olmalıdır. Bu işi yaparken, eleştirmen bazı yollardan yararlanır. Çözüm ile karşılaştırma en başta gelen iki yoldur; Bunlar nesnel eleştirinin baş yöntemleridir. Oysa Eliot'tan önceki eleştiri daha çok “yorum” a dayanır.
Arnold bir şiiri, ozandaki belirli bir ruhsal durumun dile getirilişi olarak görür, şiiri yorumlayarak o ruhsal durumu açıklamaya çalışır. Şiir içinde yer alan bir eylem; Arnold'ı, hayatın bir yönü olarak ilgilendirir. Eliot'ta ise şiirin kendine özgü, bağımsız bir varlığı vardır; şiirdeki bir duygu, bir heyecan ozanın yaşayışındaki bir duygudan,bir heyecandan ayrıdır. Şiirin amacı okuyucuya bir duygusal yaşantı, bir düşünce yaşantısı vermek değil, bir şiir yaşantısı vermektir. Öte yandan, şiiri değerlendiren eleştirmen de, onu bütün bağlarından sıyrılmış olarak, nesnel bir varlık olarak ele almalıdır. Şiiri böyle en göze çarpan dış bağlarından soymakla Eliot bu konudaki değer yargılarına da bir yenilik getirmiş oluyor:
«Hiç bir ozanın, hiç bir sanatçının tek başına tam bir anlamı yoktur. Onun anlamı, değerlendirilmesi, ölmüş ozan ve sanatçılarla olan bağının değerlendirilmesidir. Ona tek başına değer biçemezsiniz; karşıtlık ve benzerliklerini belirtmek için, ölmüşler arasına yerleştirmeniz gerekir. Bunu yalnız tarihsel değil, estetik eleştirinin de bir ilkesi olarak söylüyorum. Ozanın bağlanacağı, uyacağı gerekçe karşılıklıdır. Yeni bir eserin yaratılmasıyla olan şey, aynı zamanda, o eserden önce gelen bütün sanat eserlerine de olur. Var olan anıt eserler kendi aralarında, yeni katılan - gerçek yeni - eserin değiştireceği eksiksiz bir düzen gösterirler. Bu düzen yeni eser gelmeden önce tamdır; yeniliğin, araya girişinden sonra da sürmesi için bu düzenin pek hafif de olsa değiştirilmesi gerekir; böylece her sanat eserinin bütüne olan bağları, oranları yeniden ayarlanır; işte bu, eski ile yeni arasındaki uyuşmadır. »**
Eleştirmen geçmiş eserler arasındaki bu düzeni her zaman için göz önünde tutmalıdır. Bu düzen, var olan eserleri değerli kılan ortak ilkelerin bütünü diye tanımlanabilir. Bu ilkeler zamana bağlı değildir, her çağda, her eser için aynıdır. Ancak, gerçek-yeni eserler bu ilkelere bir yenisini katabilir ya da bazı ilkeleri düzen bırakabilir.
«Herhangi bir yerde var olan iyi bir geleneği korumak eleştirmenin görevidir. Eleştirmen edebiyatı, zamanın sınırladığı bir şey olarak değil, zamanın ötesinde bir şey, bir bütün olarak görmelidir. Çağımızın en iyi eserleriyle yirmibeşbin yıl önceki en iyi esere aynı bakabilmelidir. »***
* Notes towards the Definitian of Culture, S. 118
** Selected Essays, S. 15
*** Introduction to the 1926 edition of The Sacred Wood / S:15
** Selected Essays, S. 15
*** Introduction to the 1926 edition of The Sacred Wood / S:15
************
Bu görüşün ne denli tutarlı olduğu tartışma götürür, çünkü Eliot kendi yargılarında bile sanat yapıtlarını zamandan apayrı birer varlık olarak ele almaz ..
Örneğin, Katolik bir ortamda yaratılmış eserlere özel bir ilgisi vardır. Katoliklik akımının kesintiye uğradığı çağlara kapalıdır.Bu yönleri, onun edebiyatı zamanın koşullarıyla ilgili olarak ele aldığını gösterir. Ayrıca, Eliot'ın Eski çağ eserlerini Katolik anlayıştan türettiği bu düzen ilkesiyle yargılayabileceği de şüphelidir. Onun için, Eliot tutumuna aykırı düşecek bazı yazarlardan hiç söz etmez. Söz gelişi Homer, Goethe, Cervantes onun gelenek çizgisinde yer almazlar. İngiliz dilinde ve şiirinde önemli bir yer tutan Chaucer'in bir değerlendirmesine girişmemiştir. Euripides’ten başka hiç bir Yunan yazarı üstünde durmamıştır. "Gelenek ve Bireysel Yeti" (Tradition and the Individual Talent) denemesinde:
«Ozan yalnız büyük ünler arasından geçmeyen ana akımın bilincine çok iyi varmalıdır. ( ... ) Avrupa kafasının ( ... ) değişen bir kafa olduğunu, bu değişmenin hiç bir şeyi, ne Shakespeare'i, ne Homer'i, ne de kayalara çizilmiş ilkel resimleri dışında bırakmayan bir gelişme olduğunu bilmelidir ... »*
diyor; ama Eliot'ın gelenek çizgisinde yer almayan ozanlar arasında büyük ünler de var. Bu bakımdan, Eliot’un eleştirmen olarak bütünüyle nesnel bir bakış taşıdığı söylenemez. İstediği ortak düzenin kurulmasındaki güçlük de düşünülürse Eliot'ın eleştirmene ne ağır bir sorumluluk yüklediği açıkça görülür.
Eliot, dinde olduğu gibi, kişiyi yetersizlikleriyle ele alır. Bu yetersizliklerinden ötürü kişi tek başına hiçbir şey yapamaz, böylece dışındaki bir düzene bağlanması gerekir. Yazan kişi için bu düzen gelenektir. Eleştirmen her yeni eseri gelenek içinde değerlendirmelidir. Değişmez değerleri saptayacak ilkeler edinmelidir. Eliot'un önemli yönü, eleştiriye nesnel bir görüş getirmiş, çözüm, karşılaştırma gibi bilimsel yöntemlerin yargıcı değerlendirici eleştirideki önemini göstermiş olmasıdır.
Örneğin, Katolik bir ortamda yaratılmış eserlere özel bir ilgisi vardır. Katoliklik akımının kesintiye uğradığı çağlara kapalıdır.Bu yönleri, onun edebiyatı zamanın koşullarıyla ilgili olarak ele aldığını gösterir. Ayrıca, Eliot'ın Eski çağ eserlerini Katolik anlayıştan türettiği bu düzen ilkesiyle yargılayabileceği de şüphelidir. Onun için, Eliot tutumuna aykırı düşecek bazı yazarlardan hiç söz etmez. Söz gelişi Homer, Goethe, Cervantes onun gelenek çizgisinde yer almazlar. İngiliz dilinde ve şiirinde önemli bir yer tutan Chaucer'in bir değerlendirmesine girişmemiştir. Euripides’ten başka hiç bir Yunan yazarı üstünde durmamıştır. "Gelenek ve Bireysel Yeti" (Tradition and the Individual Talent) denemesinde:
«Ozan yalnız büyük ünler arasından geçmeyen ana akımın bilincine çok iyi varmalıdır. ( ... ) Avrupa kafasının ( ... ) değişen bir kafa olduğunu, bu değişmenin hiç bir şeyi, ne Shakespeare'i, ne Homer'i, ne de kayalara çizilmiş ilkel resimleri dışında bırakmayan bir gelişme olduğunu bilmelidir ... »*
diyor; ama Eliot'ın gelenek çizgisinde yer almayan ozanlar arasında büyük ünler de var. Bu bakımdan, Eliot’un eleştirmen olarak bütünüyle nesnel bir bakış taşıdığı söylenemez. İstediği ortak düzenin kurulmasındaki güçlük de düşünülürse Eliot'ın eleştirmene ne ağır bir sorumluluk yüklediği açıkça görülür.
Eliot, dinde olduğu gibi, kişiyi yetersizlikleriyle ele alır. Bu yetersizliklerinden ötürü kişi tek başına hiçbir şey yapamaz, böylece dışındaki bir düzene bağlanması gerekir. Yazan kişi için bu düzen gelenektir. Eleştirmen her yeni eseri gelenek içinde değerlendirmelidir. Değişmez değerleri saptayacak ilkeler edinmelidir. Eliot'un önemli yönü, eleştiriye nesnel bir görüş getirmiş, çözüm, karşılaştırma gibi bilimsel yöntemlerin yargıcı değerlendirici eleştirideki önemini göstermiş olmasıdır.
*Selected Essays, S. 16
2. Ozanın Şiiriyle Bağı
a. Ozan Duygularını Anlatmaz:
Eliot şiirin kişisel olmaktan daha çok evrensel bir anlam taşımasını ister. Ozan bazı işlemlerle kişisel duygularına genel bir anlam, genel bir görünüş kazandırmalıdır. Bunun için de duyarlıkla kafanın ortak bir çalışma göstermeleri gerektir. “Gelenek ve Bireysel Yeti” adlı ünlü denemesinde Eliot ozanın kafasını kişisel yaşantıları yeni sanat bileşimlerine dönüştüren bir araca, bir katalizöre benzeterek:
«Ozanın kafası ... bir bakıma ya da bütünlükle kişinin kendi yaşantısı üzerinde işler; ama sanatçı ne denli eksiksiz olursa, onda acı çeken kişiyle; yaratan kafa o denli apayrı olacaktır; kafa, gereci olan tutkuları daha sindirecek, değiştirecektir.»* diyor.
Burada şiirin oluşmasında en büyük pay kafaya düşmektedir. Böylece, Eliot şiirde duygusal öğelerle zihinsel öğelerin, düşüncenin bir bileşimini arıyor. Çünkü duygular kişiseldir, düşünce ise daha ortak bir nitelik taşır. «Sanatçı ne denli eksiksiz olursa» derken; Eliot, ozanın gelenekle geçirmiş olduğu eğitimin derecesini kastediyor. Duygu ile düşüncenin geçmiş düzenini, çağları, çağa ulaştığı bütün sınırları yakından tanıyan ozanın kafasıyla; duyarlığı daha bir bilenmiş olacaktır. Öte yandan, Eliot şiirin gereci olan yaşantıyı da ikiye ayırıyor:
«Göreceksiniz ki yaşantı, yani dönüştürücü katalizörün yanına giren öğeler iki türlüdür: heyecanlar, duygular. Bir sanat eserinin ondan tad alan kişi üzerindeki etkisi, sanat dışı bir yaşantıdan başka türlü bir yaşantıdır. Tek bir heyecandan ya da birkaçının bileşiminden kurulabilir. Kesin sonuç düzenlenirken, yazar için, belirli sözlerde, deyimlerde, görüntülerde var olan türlü duygular da eklenebilir.»**
Eliot'un heyecan ile duygu arasındaki ayrımı neye göre yaptığı belli değildir. Ama şiirin kurulmasında heyecana daha çok önem verdiği açıktır. Heyecan şiirin temel öğesidir. Duygular kişinin yaşantısında sürekli olarak yer alır, çeşitli sözlerde, deyimlerde, görüntülerde var olabilirler. Oysa heyecan böyle süreklilik göstermeyen daha seyrek, daha yoğun bir yaşantıdır.
Eliot'a göre ozanı bir şiir yazmaya iten öğe doğrudan doğruya heyecanıdır. Ama bu heyecan, şiire girdiği an ozanın yaşantısı ile ilgisi kesilir. Yalnız şiirde yaşayan estetik bir heyecan olur. Heyecan, şiiri biçimlendiren güç değildir. Şiirin oluşmasında daha ağır basan öğenin etkisi altındadır. Bu yapıcı, çözümleyici bir etkinlik gösteren zihinsel öğedir. Bu süreçte her heyecan, karşılığı olan düşünce ile birleşir. Bu işlem Eliot'ın nesnel karşılık ilkesine götürür bizi.
Eliot'a göre; ozanın kişisel yaşantısında önemli yer tutan türlü izlenimler, yaşantılar, şiire girmeyebilir. Ozanın kişiliği için hiç bir önemi olmayan yaşantılar da şiirde büyük bir önem kazanabilirler. Şiirde yaşayan heyecan karmaşık bir heyecandır. Şiir heyecanı, yazarın çeşitli duygularının ve heyecanlarının zihinsel bir basınç altında birleşmesinden doğar.
Eliseo Vivas, Eliot'ın “nesnel karşılık” kuramı üzerine yazdığı eleştirisinde, ruhbilimin estetik heyecan diye bir heyecan türü ayırmadığını, böylece şiirde yaşayan heyecanın da bildiğimiz heyecanlardan ayrı bir nitelikte olamayacağını söyler.***
Gerçekten de Eliot'ın, şiirde yaşayan heyecanla ne demek istediğini kesin olarak anlamak biraz güçtür. Eliot buradaki heyecanın dönüşümü işleminin nasıl ilerlediğini seçik olarak anlatmamıştır.
Öte yandan Eliot’u eleştiren Yvor Winters şiirin bağımsız bir varlığı olamayacağını, bunun şiir için çok kötü bir şey olduğunu söyler; “ozanın işinin, yalnızca duygu ve düşünce durumlarının söz olarak eşdeğerlerini bulmak olamıyacağını” ileri sürer. Bu duygu ve düşünce durumlarının yargılanıp değerlendirilmesi gerektir. Çünkü ozan nereye gittiğini çok iyi bilmelidir.****
Bazı karanlık kalmış yönlerine karşın, Eliot’un şiir kuramının temelinde, şiiri bir kurma, bir örme işi olarak ele almak isteği vardır. Ona göre şiir, duyguların doğrudan doğruya aktarılması olmamalıdır. Duyguların şiire ancak bazı işlemlerden geçtikten sonra girebileceklerini söylemekle Eliot, çağımızın şiirinde bir dönüm noktası yaratmaktadır.
*Selected Essays S:18
** Selected Essays, S:18
*** Critiques and Essays in Criticism, A Short History, S:393
****Literary Criticism, A Short History, S. 670
a. Ozan Duygularını Anlatmaz:
Eliot şiirin kişisel olmaktan daha çok evrensel bir anlam taşımasını ister. Ozan bazı işlemlerle kişisel duygularına genel bir anlam, genel bir görünüş kazandırmalıdır. Bunun için de duyarlıkla kafanın ortak bir çalışma göstermeleri gerektir. “Gelenek ve Bireysel Yeti” adlı ünlü denemesinde Eliot ozanın kafasını kişisel yaşantıları yeni sanat bileşimlerine dönüştüren bir araca, bir katalizöre benzeterek:
«Ozanın kafası ... bir bakıma ya da bütünlükle kişinin kendi yaşantısı üzerinde işler; ama sanatçı ne denli eksiksiz olursa, onda acı çeken kişiyle; yaratan kafa o denli apayrı olacaktır; kafa, gereci olan tutkuları daha sindirecek, değiştirecektir.»* diyor.
Burada şiirin oluşmasında en büyük pay kafaya düşmektedir. Böylece, Eliot şiirde duygusal öğelerle zihinsel öğelerin, düşüncenin bir bileşimini arıyor. Çünkü duygular kişiseldir, düşünce ise daha ortak bir nitelik taşır. «Sanatçı ne denli eksiksiz olursa» derken; Eliot, ozanın gelenekle geçirmiş olduğu eğitimin derecesini kastediyor. Duygu ile düşüncenin geçmiş düzenini, çağları, çağa ulaştığı bütün sınırları yakından tanıyan ozanın kafasıyla; duyarlığı daha bir bilenmiş olacaktır. Öte yandan, Eliot şiirin gereci olan yaşantıyı da ikiye ayırıyor:
«Göreceksiniz ki yaşantı, yani dönüştürücü katalizörün yanına giren öğeler iki türlüdür: heyecanlar, duygular. Bir sanat eserinin ondan tad alan kişi üzerindeki etkisi, sanat dışı bir yaşantıdan başka türlü bir yaşantıdır. Tek bir heyecandan ya da birkaçının bileşiminden kurulabilir. Kesin sonuç düzenlenirken, yazar için, belirli sözlerde, deyimlerde, görüntülerde var olan türlü duygular da eklenebilir.»**
Eliot'un heyecan ile duygu arasındaki ayrımı neye göre yaptığı belli değildir. Ama şiirin kurulmasında heyecana daha çok önem verdiği açıktır. Heyecan şiirin temel öğesidir. Duygular kişinin yaşantısında sürekli olarak yer alır, çeşitli sözlerde, deyimlerde, görüntülerde var olabilirler. Oysa heyecan böyle süreklilik göstermeyen daha seyrek, daha yoğun bir yaşantıdır.
Eliot'a göre ozanı bir şiir yazmaya iten öğe doğrudan doğruya heyecanıdır. Ama bu heyecan, şiire girdiği an ozanın yaşantısı ile ilgisi kesilir. Yalnız şiirde yaşayan estetik bir heyecan olur. Heyecan, şiiri biçimlendiren güç değildir. Şiirin oluşmasında daha ağır basan öğenin etkisi altındadır. Bu yapıcı, çözümleyici bir etkinlik gösteren zihinsel öğedir. Bu süreçte her heyecan, karşılığı olan düşünce ile birleşir. Bu işlem Eliot'ın nesnel karşılık ilkesine götürür bizi.
Eliot'a göre; ozanın kişisel yaşantısında önemli yer tutan türlü izlenimler, yaşantılar, şiire girmeyebilir. Ozanın kişiliği için hiç bir önemi olmayan yaşantılar da şiirde büyük bir önem kazanabilirler. Şiirde yaşayan heyecan karmaşık bir heyecandır. Şiir heyecanı, yazarın çeşitli duygularının ve heyecanlarının zihinsel bir basınç altında birleşmesinden doğar.
Eliseo Vivas, Eliot'ın “nesnel karşılık” kuramı üzerine yazdığı eleştirisinde, ruhbilimin estetik heyecan diye bir heyecan türü ayırmadığını, böylece şiirde yaşayan heyecanın da bildiğimiz heyecanlardan ayrı bir nitelikte olamayacağını söyler.***
Gerçekten de Eliot'ın, şiirde yaşayan heyecanla ne demek istediğini kesin olarak anlamak biraz güçtür. Eliot buradaki heyecanın dönüşümü işleminin nasıl ilerlediğini seçik olarak anlatmamıştır.
Öte yandan Eliot’u eleştiren Yvor Winters şiirin bağımsız bir varlığı olamayacağını, bunun şiir için çok kötü bir şey olduğunu söyler; “ozanın işinin, yalnızca duygu ve düşünce durumlarının söz olarak eşdeğerlerini bulmak olamıyacağını” ileri sürer. Bu duygu ve düşünce durumlarının yargılanıp değerlendirilmesi gerektir. Çünkü ozan nereye gittiğini çok iyi bilmelidir.****
Bazı karanlık kalmış yönlerine karşın, Eliot’un şiir kuramının temelinde, şiiri bir kurma, bir örme işi olarak ele almak isteği vardır. Ona göre şiir, duyguların doğrudan doğruya aktarılması olmamalıdır. Duyguların şiire ancak bazı işlemlerden geçtikten sonra girebileceklerini söylemekle Eliot, çağımızın şiirinde bir dönüm noktası yaratmaktadır.
*Selected Essays S:18
** Selected Essays, S:18
*** Critiques and Essays in Criticism, A Short History, S:393
****Literary Criticism, A Short History, S. 670
b. Nesnel Karşılık (Objective Carrelative) : Hamlet üzerine denemesinde Eliot:
«Heyecanı sanat biçiminde dile getirmenin tek yolu, ona bir nesnel karşılık bulmaktır. Başka bir deyimle o belirli heyecanın örneği olabilecek bir nesneler dizisi, bir konum, bir olaylar zinciri bulmaktır. Öyle ki, duygusal yaşantının içine girmeyen o dış gerçeklerin verilmesiyle heyecan hemen uyandırılmış olsun.»*
Burada «tek yolu» demekle Eliot, heyecanın doğrudan doğruya anlatılmasına ne kadar kesinlikle karşı olduğunu belirtmiş oluyor. Bu nesnelleştirme işinde duygulara büyük pay düşer. Çünkü ozanın günlük yaşantısında, sözlerle, eylemlerle, konumlarla yakın ilgisi vardır duyguların. Yaratma işlemi sırasında duygular, temel heyecanın çevresinde toplanırlar. Duyarlıkla kafa, arasındaki bağ da duyguların ilgili bulunduğu nesnelerin aracılığı ile sağlanır. Bu duygular öteden beri ozanın kafasında birikegelmişlerdir;
«Gerçekte ozanın kafası sayısız duyguların, sözlerin, görüntülerin yakalanıp biriktirildiği bir kaptır; bu , yeni bir bileşimin kurulabilmesi için birleşebilecek bütün parçalar toplanıncaya dek orada beklerler.»**
Bu çeşitli yaşantılar bir yaratma basıncı altında bir bütünde toplanırlar. Ozanın kafası bu basıncı sağlayacak tek araçtır. Ozan, böyle bir duygu-düşünce bileşimi ile kişiliğinden uzaklaşmış, daha soluklu, daha evrensel bir sese varmış olur. Okuyucu ile yazar arasındaki alışveriş bu nesnel karşılığın aracılığıyla sağlanır. Nesnel karşılık kuramı Eliot'ın; daha çok Fransız sembolistlerinin etkisiyle varmış olduğu bir kuramdır. Sembolistlere göre de şiir doğrudan doğruya heyecanı dile getiremez, ancak uyandırabilir.
Vivas, yazısında, Eliot'ın nesnel karşılık tanımındaki «bir heyecanın sanat biçiminde dile getirilişi» ve «heyecanın uyandırılması» sözleri üzerinde durur, Eliot'ın bu deyimler arasındaki ayrılığı gözetmemiş olduğunu söyler.
Vivas'a göre ozan; hem şiirde yaşayan heyecanı, hem de okuyucunun heyecanını denetim altında tutamaz, okuyucuda uyanacak heyecan; bütünlükle onun kültürüne, kişisel yaşantılarına dayanan bir şeydir. Vivas'ın dokunduğu başka bir nokta da; ozanı yaratmaya iten heyecanla şiirdeki heyecan arasındaki ayrımdır. Yaratma anındaki ölçü, kafiye, kuruluş gibi yapısal kaygularla ozan, önceki heyecandan epey uzaklaşmış, belki de apayrı nitelikte bir heyecana varmış olur. Şiirde dile getirilen heyecan, önceki değil, yaratma anındaki heyecandır. Şiirde yaşayan heyecan da nesnel karşılık gibi yaratma anında çıkar ortaya. Vivas yazısının sonunda :
«Anlaşılmazlığından ötürü bu kadar yaygın bir kuramın atılmasını istemek aşırılık olur. Ama sürekli olarak kullanılacağı için, şiirde dile getirilen heyecanın şiirden önce duyulan heyecandan ayrı bir şey olduğunu belirtmek eleştiri için büyük önem taşır.»*** diyor.
*Selected Essays, S. 145
** Selected Essays, S. I8
*** Critiques and Essays in Criticism, S. 400
«Heyecanı sanat biçiminde dile getirmenin tek yolu, ona bir nesnel karşılık bulmaktır. Başka bir deyimle o belirli heyecanın örneği olabilecek bir nesneler dizisi, bir konum, bir olaylar zinciri bulmaktır. Öyle ki, duygusal yaşantının içine girmeyen o dış gerçeklerin verilmesiyle heyecan hemen uyandırılmış olsun.»*
Burada «tek yolu» demekle Eliot, heyecanın doğrudan doğruya anlatılmasına ne kadar kesinlikle karşı olduğunu belirtmiş oluyor. Bu nesnelleştirme işinde duygulara büyük pay düşer. Çünkü ozanın günlük yaşantısında, sözlerle, eylemlerle, konumlarla yakın ilgisi vardır duyguların. Yaratma işlemi sırasında duygular, temel heyecanın çevresinde toplanırlar. Duyarlıkla kafa, arasındaki bağ da duyguların ilgili bulunduğu nesnelerin aracılığı ile sağlanır. Bu duygular öteden beri ozanın kafasında birikegelmişlerdir;
«Gerçekte ozanın kafası sayısız duyguların, sözlerin, görüntülerin yakalanıp biriktirildiği bir kaptır; bu , yeni bir bileşimin kurulabilmesi için birleşebilecek bütün parçalar toplanıncaya dek orada beklerler.»**
Bu çeşitli yaşantılar bir yaratma basıncı altında bir bütünde toplanırlar. Ozanın kafası bu basıncı sağlayacak tek araçtır. Ozan, böyle bir duygu-düşünce bileşimi ile kişiliğinden uzaklaşmış, daha soluklu, daha evrensel bir sese varmış olur. Okuyucu ile yazar arasındaki alışveriş bu nesnel karşılığın aracılığıyla sağlanır. Nesnel karşılık kuramı Eliot'ın; daha çok Fransız sembolistlerinin etkisiyle varmış olduğu bir kuramdır. Sembolistlere göre de şiir doğrudan doğruya heyecanı dile getiremez, ancak uyandırabilir.
Vivas, yazısında, Eliot'ın nesnel karşılık tanımındaki «bir heyecanın sanat biçiminde dile getirilişi» ve «heyecanın uyandırılması» sözleri üzerinde durur, Eliot'ın bu deyimler arasındaki ayrılığı gözetmemiş olduğunu söyler.
Vivas'a göre ozan; hem şiirde yaşayan heyecanı, hem de okuyucunun heyecanını denetim altında tutamaz, okuyucuda uyanacak heyecan; bütünlükle onun kültürüne, kişisel yaşantılarına dayanan bir şeydir. Vivas'ın dokunduğu başka bir nokta da; ozanı yaratmaya iten heyecanla şiirdeki heyecan arasındaki ayrımdır. Yaratma anındaki ölçü, kafiye, kuruluş gibi yapısal kaygularla ozan, önceki heyecandan epey uzaklaşmış, belki de apayrı nitelikte bir heyecana varmış olur. Şiirde dile getirilen heyecan, önceki değil, yaratma anındaki heyecandır. Şiirde yaşayan heyecan da nesnel karşılık gibi yaratma anında çıkar ortaya. Vivas yazısının sonunda :
«Anlaşılmazlığından ötürü bu kadar yaygın bir kuramın atılmasını istemek aşırılık olur. Ama sürekli olarak kullanılacağı için, şiirde dile getirilen heyecanın şiirden önce duyulan heyecandan ayrı bir şey olduğunu belirtmek eleştiri için büyük önem taşır.»*** diyor.
*Selected Essays, S. 145
** Selected Essays, S. I8
*** Critiques and Essays in Criticism, S. 400
Eliot, nesnel karşılık kuramı üzerine temellendirilmiş yargılarla Hamlet'i değerlendirmeye girişmiş, Hamlet'in büyük bir sanat başarısızlığı olduğunu söylemiştir. Eliot'a göre, oyunda Hamlet'in bütün nefreti annesine yönelmiştir, oysa oyunun genel çatısı içinde tuttuğu yer bakımından annesi Hamlet'in bu kinine karşılık olabilecek nesne değildir, Hamlet'in nefret duygusu annesini de içine alır, onu aşar.
Eliot'un bu yargısında biraz aşırı olduğu söylenebilir. Belki de Shakespeare bu oyunda, nesnesine sığmayan aşkın bir duyguyu dile getirmek istemiştir. Hamlet, yaratılmış bir kahraman olarak, doğrudan doğruya bir duygunun karşılığıdır. Öte yandan Vivas'ın eleştirisini de hatırlarsak, Hamlet'i eleştirirken Shakespeare'in kişisel duygularından söz etmek, oyundan sanatçının öznel heyecanlarına varmaya çalışmak yine bir yanılgı oluyor.
Eliot, nesnel karşılık kuramını, İngiliz Metafizikçi şiirine dayandırmaktadır. Metafizikçilerin de şiirleri karmaşık gereçlerden kurulmuştur. Hem duygu, hem düşünce alanlarının verilerinden yararlanmışlardır. Kullandıkları benzetmeler bu duygu-düşünce bileşiminin nesnel karşılıklarıdır. XVIII. yüzyıl şiirinde benzetme, yalnızca şiirdeki fikirlerin süslenmesinde kullanılıyordu. Romantik çağda da benzetme bir süs öğesi" olmaktan öteye geçememiştir. Eliot'ın savunduğu şiirde ise benzetmeler Metafizikçilerdeki gibi, ozanın düşünceleriyle duygularının yansıtılması için kullanılır. Şiirde yapısal bir görevleri vardır. Şiirin bütün yükü bu benzetmelerle birlikte örülmüştür. Bu da ancak nesnel karşılıklarla sağlanabilir.
3. Eliot'ın Metafizikçi Ozanlarla Bağı
Eliot'ın Metafizikçi şiir geleneğine bağlılığı, şiir görüşünde en çok onlardan yararlanmış olması, Metafizikçilerin şiiri bilinçli bir kurma, örme işi olarak benimsemiş olmalarından ileri gelir. Metafizikçi ozanlar her alanda türlü karşıt değerlerin çatıştığı bir çağda yaşamışlardır. XVII. yüzyılın başında, Skolastik anlayış çökmek üzeredir. Ama bu anlayışın yerini tutacak yeni bir düzen de kurulamamıştır. Ortaçağ değerleriyle Rönesans değerleri, bilimle büyü, şüphe ile kör inanç bir çekişme içindedir. Metafizikçi ozanlar bir düzenin çöküşünü görmüş, çöken düzenin yerine bir yenisini koyamamaktan doğan gerilimi yaşamışlardır. Böyle apayrı değerlerin geçerlikte oluşu Metafizikçilere alabildiğine geniş bir duygu, düşünce alanı sağlamıştır. Çeşitli sesleri bir arada yansıtma yolunu tutmuşlardır. Duyarlıkları günlük yaşayışın her yönüne açıktır. Bu ayrı özellikte yaşantılardan bütünlere varma çabasıyla Metafizikçiler Eliot'un şiirde şart koştuğu bileşik duyarlığı (Unified Sensibility) gerçekleştirmişlerdir.
Eliot'un bu yargısında biraz aşırı olduğu söylenebilir. Belki de Shakespeare bu oyunda, nesnesine sığmayan aşkın bir duyguyu dile getirmek istemiştir. Hamlet, yaratılmış bir kahraman olarak, doğrudan doğruya bir duygunun karşılığıdır. Öte yandan Vivas'ın eleştirisini de hatırlarsak, Hamlet'i eleştirirken Shakespeare'in kişisel duygularından söz etmek, oyundan sanatçının öznel heyecanlarına varmaya çalışmak yine bir yanılgı oluyor.
Eliot, nesnel karşılık kuramını, İngiliz Metafizikçi şiirine dayandırmaktadır. Metafizikçilerin de şiirleri karmaşık gereçlerden kurulmuştur. Hem duygu, hem düşünce alanlarının verilerinden yararlanmışlardır. Kullandıkları benzetmeler bu duygu-düşünce bileşiminin nesnel karşılıklarıdır. XVIII. yüzyıl şiirinde benzetme, yalnızca şiirdeki fikirlerin süslenmesinde kullanılıyordu. Romantik çağda da benzetme bir süs öğesi" olmaktan öteye geçememiştir. Eliot'ın savunduğu şiirde ise benzetmeler Metafizikçilerdeki gibi, ozanın düşünceleriyle duygularının yansıtılması için kullanılır. Şiirde yapısal bir görevleri vardır. Şiirin bütün yükü bu benzetmelerle birlikte örülmüştür. Bu da ancak nesnel karşılıklarla sağlanabilir.
3. Eliot'ın Metafizikçi Ozanlarla Bağı
Eliot'ın Metafizikçi şiir geleneğine bağlılığı, şiir görüşünde en çok onlardan yararlanmış olması, Metafizikçilerin şiiri bilinçli bir kurma, örme işi olarak benimsemiş olmalarından ileri gelir. Metafizikçi ozanlar her alanda türlü karşıt değerlerin çatıştığı bir çağda yaşamışlardır. XVII. yüzyılın başında, Skolastik anlayış çökmek üzeredir. Ama bu anlayışın yerini tutacak yeni bir düzen de kurulamamıştır. Ortaçağ değerleriyle Rönesans değerleri, bilimle büyü, şüphe ile kör inanç bir çekişme içindedir. Metafizikçi ozanlar bir düzenin çöküşünü görmüş, çöken düzenin yerine bir yenisini koyamamaktan doğan gerilimi yaşamışlardır. Böyle apayrı değerlerin geçerlikte oluşu Metafizikçilere alabildiğine geniş bir duygu, düşünce alanı sağlamıştır. Çeşitli sesleri bir arada yansıtma yolunu tutmuşlardır. Duyarlıkları günlük yaşayışın her yönüne açıktır. Bu ayrı özellikte yaşantılardan bütünlere varma çabasıyla Metafizikçiler Eliot'un şiirde şart koştuğu bileşik duyarlığı (Unified Sensibility) gerçekleştirmişlerdir.
Metafizikçi Ozanlar (The Metaphysical Poets) adlı denemesinde Eliot :
«Tennyson'la Browning birer ozandırlar, düşünürler; ama düşüncelerini, bir gülün kokusu gibi birden duyamazlar. Donne için bir düşünce bir yaşantıdır, duyarlığına sıkı sıkıya bağlıdır. Ozanın kafası işi için iyice hazırlandığında, sürekli olarak birbirine benzemeyen yaşantıları birleştirir. Sıradan bir kişinin yaşantısı karmakarışık, düzensiz, parça parçadır. Aşık olur ya da Spinoza'yı okur, ona göre bu iki yaşantının birbiriyle hiç ilgisi yoktur. Yazı makinesinin sesi ile bir yemek kokusu ona göre apayrı şeylerdir; ozanın kafasında bu yaşantılar her zaman yeni, bütünler koyar ortaya. *
Duygu ile düşüncenin sıkı kaynaşmasını Metafizikçiler zeka oyunlarıyla (wit) sağlarlar. Bu iş birbiriyle ilgisi olmayan öğeleri beklenmedik çağrışımlarla bir araya getirmeye dayanır. Düşünce ile duygu belirli imgeler içinde erir. Burada bir çeşit benzetme kullanılır. Ama bu benzetmelerde benzeyen ile benzetilen arasında hiçbir yakınlık gözetilmez, benzetmenin güzel olması da aranmaz. Bu tür şiirde imge şiirin yapısı içinden çıkarılamaz, çıkarıldığı an şiir yapısını yitirmekle kalmaz, duygu-düşünce yükünden de boşalır.
Eliot'ın Donne Okulunu sevmesinin başka bir nedeni de, Metafizikçi Ozanların “kişisizlik” özelliğidir. Donne'ın şiirinde, kişisel duyguların yer almadığı anlamına gelmez bu. Ama bu duygular doğrudan doğruya dile getirilmezler. Ozan kendisini duygularından uzak tutarak onlara genel bir görünüş kazandırma çabasındadır. Eliot'ın "nesnel karşılık" kuramının da amacı budur. Ayrıca Metafizikçi şiirde; fikirle görüntünün kaynaşması, şiirin dramatik olmasını sağlar. Dramatik şiirde kişisel özellik yoktur, şiir doğrudan doğruya ozanını yansıtmaz, belirli eylemleri, konumları verir. Bu özellik ozana yeni deyiş olanakları kazandırır. Donne bir çok şiirlerinde hep karşısındakiyle bir şeyi tartışır gibidir; şiirde sorular, kesin yanıtlar yer alır. Ama şiirde ağır basan bir mantık çizgisi baştan sona dek bu değişik duyguları, düşünceleri, deyiş biçimlerini kapsar, onları düşünsel bir bütüne toplar. Eliot'ın da çağdaş şiirden beklediği budur :
Ayrı öğelerin bir bütün içinde değer kazanması.
SONUÇ
Eliot'ın getirdiği şiir ve eleştiri anlayışını her şeyden önce romantik anlayışa bir tepki saymak gerekir. XIX. yüzyıl boyunca şiir, ozanın kişisel duygularının doğrudan doğruya dile getirilmesi olarak anlaşılmış, eleştiri de ele alınan eserleri yorumlamaktan öteye geçememiştir. Romantik anlayışın temelinde bir özgürlük, bir coşkunluk vardır. Eliot ise ozandan, kendi dışında bulunan bazı değişmez değerlere bağlanmasını istemekle yeni bir klâsizmi başlatmış olur. Ozan şiirin günümüze kadar olan gelişme çizgisini çok iyi bilmelidir. Eleştirmen de ancak bu geleneği iyiden iyiye inceliyerek yargıcı-değerlendirici ilkeler edinebilir. Ozan şiirinde kişiliğini dile getirmez, çünkü onun dışındaki gelenek, ortak düzen, kişiliğinden çok daha önemlidir. Ozan ilkin, şiirin çağına kadar olan bütün serüvenini yansıtmakla görevlidir. Hiçbir zaman doğrudan doğruya duygularını dile getirmez. Kişisel duygularını dile getirmenin tek yolu şiirinde onların karşılığı olan eylemleri, konumları, davranışları işlemektir. Bu karşılıklar günlük yaşayıştan ve gelenekten seçilebilir. Eliot şiirde kişisel bir düzenden daha çok nesnel bir düzen gözetir.
Şiiri kişisel bağlarından sıyırmakla Eliot, şiire bağımsız nesnel bir varlık tamr. Bir şiirin iç değerleri, dile getirdiği duygu, heyecan, düşünce doğrudan doğruya şiirseldir. Bir şiirdeki heyecan ozanm yaşantısı olmaktan çıkmıştır. Bir şiir yaşantısıdır.
Sanat eserine bağımsız bir varlık tanımakla Eliot nesnel eleştiri geleneğini başlatmış olur. Bu tür eleştirme yargıcı-değerlendirici bir özellik taşır. Doğrudan doğruya sanat eserinin kendine özgü değerlerine yönelmiştir. Çağımızda I.A. Richards, Leavis, Herbert Read, Allen Tate, Brooks, Winters, Blackmur gibi İngiliz ve Amerikan eleştirmenlerinin elinde bu yeni anlayış büyük bir önem kazanmaktadır.
*Selected Essays, S. 287
Akşit Göktürk / de yayınları / 1961 / T.S.Eliot / Denemeler
«Tennyson'la Browning birer ozandırlar, düşünürler; ama düşüncelerini, bir gülün kokusu gibi birden duyamazlar. Donne için bir düşünce bir yaşantıdır, duyarlığına sıkı sıkıya bağlıdır. Ozanın kafası işi için iyice hazırlandığında, sürekli olarak birbirine benzemeyen yaşantıları birleştirir. Sıradan bir kişinin yaşantısı karmakarışık, düzensiz, parça parçadır. Aşık olur ya da Spinoza'yı okur, ona göre bu iki yaşantının birbiriyle hiç ilgisi yoktur. Yazı makinesinin sesi ile bir yemek kokusu ona göre apayrı şeylerdir; ozanın kafasında bu yaşantılar her zaman yeni, bütünler koyar ortaya. *
Duygu ile düşüncenin sıkı kaynaşmasını Metafizikçiler zeka oyunlarıyla (wit) sağlarlar. Bu iş birbiriyle ilgisi olmayan öğeleri beklenmedik çağrışımlarla bir araya getirmeye dayanır. Düşünce ile duygu belirli imgeler içinde erir. Burada bir çeşit benzetme kullanılır. Ama bu benzetmelerde benzeyen ile benzetilen arasında hiçbir yakınlık gözetilmez, benzetmenin güzel olması da aranmaz. Bu tür şiirde imge şiirin yapısı içinden çıkarılamaz, çıkarıldığı an şiir yapısını yitirmekle kalmaz, duygu-düşünce yükünden de boşalır.
Eliot'ın Donne Okulunu sevmesinin başka bir nedeni de, Metafizikçi Ozanların “kişisizlik” özelliğidir. Donne'ın şiirinde, kişisel duyguların yer almadığı anlamına gelmez bu. Ama bu duygular doğrudan doğruya dile getirilmezler. Ozan kendisini duygularından uzak tutarak onlara genel bir görünüş kazandırma çabasındadır. Eliot'ın "nesnel karşılık" kuramının da amacı budur. Ayrıca Metafizikçi şiirde; fikirle görüntünün kaynaşması, şiirin dramatik olmasını sağlar. Dramatik şiirde kişisel özellik yoktur, şiir doğrudan doğruya ozanını yansıtmaz, belirli eylemleri, konumları verir. Bu özellik ozana yeni deyiş olanakları kazandırır. Donne bir çok şiirlerinde hep karşısındakiyle bir şeyi tartışır gibidir; şiirde sorular, kesin yanıtlar yer alır. Ama şiirde ağır basan bir mantık çizgisi baştan sona dek bu değişik duyguları, düşünceleri, deyiş biçimlerini kapsar, onları düşünsel bir bütüne toplar. Eliot'ın da çağdaş şiirden beklediği budur :
Ayrı öğelerin bir bütün içinde değer kazanması.
SONUÇ
Eliot'ın getirdiği şiir ve eleştiri anlayışını her şeyden önce romantik anlayışa bir tepki saymak gerekir. XIX. yüzyıl boyunca şiir, ozanın kişisel duygularının doğrudan doğruya dile getirilmesi olarak anlaşılmış, eleştiri de ele alınan eserleri yorumlamaktan öteye geçememiştir. Romantik anlayışın temelinde bir özgürlük, bir coşkunluk vardır. Eliot ise ozandan, kendi dışında bulunan bazı değişmez değerlere bağlanmasını istemekle yeni bir klâsizmi başlatmış olur. Ozan şiirin günümüze kadar olan gelişme çizgisini çok iyi bilmelidir. Eleştirmen de ancak bu geleneği iyiden iyiye inceliyerek yargıcı-değerlendirici ilkeler edinebilir. Ozan şiirinde kişiliğini dile getirmez, çünkü onun dışındaki gelenek, ortak düzen, kişiliğinden çok daha önemlidir. Ozan ilkin, şiirin çağına kadar olan bütün serüvenini yansıtmakla görevlidir. Hiçbir zaman doğrudan doğruya duygularını dile getirmez. Kişisel duygularını dile getirmenin tek yolu şiirinde onların karşılığı olan eylemleri, konumları, davranışları işlemektir. Bu karşılıklar günlük yaşayıştan ve gelenekten seçilebilir. Eliot şiirde kişisel bir düzenden daha çok nesnel bir düzen gözetir.
Şiiri kişisel bağlarından sıyırmakla Eliot, şiire bağımsız nesnel bir varlık tamr. Bir şiirin iç değerleri, dile getirdiği duygu, heyecan, düşünce doğrudan doğruya şiirseldir. Bir şiirdeki heyecan ozanm yaşantısı olmaktan çıkmıştır. Bir şiir yaşantısıdır.
Sanat eserine bağımsız bir varlık tanımakla Eliot nesnel eleştiri geleneğini başlatmış olur. Bu tür eleştirme yargıcı-değerlendirici bir özellik taşır. Doğrudan doğruya sanat eserinin kendine özgü değerlerine yönelmiştir. Çağımızda I.A. Richards, Leavis, Herbert Read, Allen Tate, Brooks, Winters, Blackmur gibi İngiliz ve Amerikan eleştirmenlerinin elinde bu yeni anlayış büyük bir önem kazanmaktadır.
*Selected Essays, S. 287
Akşit Göktürk / de yayınları / 1961 / T.S.Eliot / Denemeler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder