RSS

3 Şubat 2010 Çarşamba

WİLLİAM SHAKESPEARE - SONELER

SONE 102


Güçlendi benim sevgim cılız görünse bile,
Daha az sevmiyorum, bu ters bir görünüştür.
Her yere yayılırsa sahibinin diliyle
Paha biçilmez diye, aşk pazara düşmüştür.
Sevgimiz cıvıl cıvıl, taptaze baharında:
Güzelim türkülerle karşılıyorum onu
Nasıl ki Filomela * şakır yaz başlarında
Ama sesi kesilir geldikçe mevsim sonu.
Hoş, bu yaz, güzellikten yana geri kalmaz ki
Bülbülün ağıtlarla susturduğu geceden;
Gel gör ki tüm dalları büker hoyrat musiki,
Orta malı meyvadır tadını tez yitiren.

Onun gibi dilimi tutarım işte böyle,
Çünkü sıkmak istemem seni türkülerimle.





Philomela:

“Prokne ile Philomela, Atina kıralı Pandion'un kızlarıdır. Prokne, Trakya kıralı Tereus ile evlenir ve Itys adlı bir oğulları olur. Ama. Tereus, Philomela ile de sevişir ve olup biteni kız kardeşine anlatmasın diye dilini koparır. İki kız kardeş İtys'i kesip babasına yedirmekle öç alırlar. Tanrılar Prokne'yi büllbül, Philomela'yı kırlangıç (başka bir anlatıma göre adı güzel sesli anlamına gelen Philomela bülbül olur), Tereus'u da hüthüt kuşuna dönüştürürler.”

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü / Remzi Kitabevi / 1972, s. 13







SONE 103

Yazık, ne yoksunluklar getirdi Esin Perim,
Gücü nice görkemler yaratmağa yeterken;
Eklenmese de olur benim bu övgülerim
Yalınkat anlatımda daha çok değer varken.
Artık yazamıyorsam suçu bana yükleme!
Karşında beliren yüz, baktığımda aynana,
Gölge düşürüyor da hamhalat sözlerime,
Şiirimi körletip utanç veriyor bana.
Düzeltmeye kalkışıp bozmak günah değil mi?
Kaş yapayım derken göz çıkarmak buna denir.
Seni övmeğe sebil ettim dizelerimi,
Senin erdemlerini, hünerlerini bir bir;

Oysa neler gösterir kendi baktığın ayna
Benim şiirlerimden çok fazlasını sana.


SONE 104

Senin gibi güzel dost sanki yaşlanır mıymış?
İlk kez göz göze geldik, eşsiz güzeldin hani,
İşte bugün de öylesin. Üç karakış,
Ormanlardan silkti de üç yazın kibrini,
Enfes üç bahar, soluk bir güz gibi kıvrandı;
Nice mevsimler göçtü, gördüm, zaman boyunca:
Burcu burcu üç Nisan üç Haziranda yandı;
Ama sen gördüğüm gibi körpe bir yonca…
Ah güzellik sürmez ki; sanki bir saat kolu:
Hırsızlama yürürken gidişini görmek zor.
Belki sendeki renk de çoktan tuttu da yolu,
Benim gözüm yerinde sanarak aldanıyor.

Doğum bekleyen çağ, bak korkum değil nafile;
Güzelliğin yazı sen doğmadan ölmüş bile.


SONE 105

Putperestlik demesin benim aşkıma kimse,
Sevgilimi put gibi göstermesinler asla;
Türkülerimin hepsi tek kişiyi övmüşse
O tek kişi aşkımdır, severim onu hâlâ.
Bugün de sevecendir, o yarın da sevecen,
Ondadır şaşmaz vefa ve her pürüzsüz değer;
Sadakat eksik olmaz benim şiirlerimden:
Başka söze yan çizip sırf vefayı söylerler.
“İyi, güzel ve sâdık”, şiirlerimin özü,
“İyi, güzel ve sâdık” demesem de kastım bir;
Yarattığım hep aynı, değiştirsem de sözü,
Bu üç konu birleşip ufka sonsuzluk verir.

İyi, güzel ve sadık, çokluk yaşarlar tek tek,
Var olmamıştı üçü birlikte şimdiye dek.



SONE 106

Gördüm de göçüp giden zamanın öyküsünde
Nasıl anlatılmıştır doyum olmaz varlıklar,
Ölmüş sevgililerle yiğitler övgüsünde
Şiirlere güzellik ne güzellikler katar,
Nasıl eski kalemler güzelliği yazarmış,
El ayak dudak diye, göz diye, alın diye,
Anladım ki onlarda bir derin özlem varmış
Şimdi sana kul olan güzelliği övmeye.
Onların övgüleri, bugünün kehâneti,
Hepsi seni önceden anlatmayı denemiş,
Gözleriyle eğlenmiş bilmemenin lâneti,
Varlığını övmeye solukları yetmemiş:

Biz ki güzelliğini bu çağlarda görürüz,
Gözlerimiz hayran da dillerimiz övgüsüz.



SONE 107

Ne kendi korkularım, ne dünyanın ilerde
Göreceği günleri düşünen koca kâhin,
Ölüme mahkum diye umut görmediler de,
Hiç kısaltamadılar süresini sevgimin.
Tutulan ölümlü ay katlandı karanlığa,
Kendi boş fallarını şom kâhinler yeriyor;
Belirsizler taç giyip başlarken hakanlığa
Barış, sonsuz çağlara defne dalı veriyor.
Bu en mutlu günleri yudum yudum içer de
Sevgim dipdiri durur, ecel kul olur bana:
Ben yaşarım yokluğa karşı bu şiirlerde,
Ölüm kıyar beyinsiz sürülerin canına.

Kendine şiirimde anıt bulacaksın sen,
Zorba miğferleriyle tunç mezarlar göçerken.



SONE 108

Beyinden mürekkebe dökülecek ne var ki
Sana bunca görüntü vermesin canevimden?
Dil yeni ne söyler ki, el yeni ne yazar ki
Sendeki erdemlerden, benim sana sevgimden.
Hiçbir şey, tatlı çocuk. Sanki kutsal törenin
Dualarını her gün söylerim birer birer;
Eskiye eski demem. Sen benimsin, ben senin:
Güzel adını nasıl kutsadımsa ilk sefer.
Sonsuz sevgi hep girer taze aşk kılığına;
Umursamaz zamanla tozlanıp yıpranmayı,
Hayat hakkı tanımaz hiçbir kırışığına
Olur en eski çağlar onun sadık uşağı.

Aşk tohumu, düşünce gelişir vargücüyle
Zaman ve dış görünüş, ölgün gösterse bile.



SONE 109

Ne olursun, gönlüme sakın vefasız deme
Ayrılık zayıflatmış sansan da alevimi.
İkisi de bir bence: veda etmek kendime,
Ya da söküp götürmek bağrından canevimi:
Sevgi yuvam bağrındır; gezsem de boş ve üzgün
Ergeç yolcular gibi döneceğim bağrına,
Günlerle değişmeden, dönmem gerektiği gün,
Göz yaşları dökerek kara lekem uğruna.
Varlığım ne çekse de her canı kuşatarak
Günaha dürtükleyen iştahların elinden,
İnanına, lekelenmez canevini satarak,
Bir hiç uğruna geçmez senin zengin sevginden;

Şu koskoca dünyaya bir hiç der geçer gönlüm,
Yalnız sen her şeyimsin dünyada, güzel gülüm.


SONE 110

Ah, doğrudur kendimi sağa sola attığım,
Vazgeçmediğim ele güne soytarılıktan,
Canevimi yıktığım, sevdiğimi sattığım,
Eskileri kırdığım yeni uçarılıktan.
Gerçeğe göz ucuyla yan baktığım da doğru,
Ama gönlüme yeni gençlik verdi bu suçlar;
Değersiz tutkuların ortaya attığı şu:
Her sevginin üstünde, sana olan aşkım var.
Hepsi yapıldı, bitti; bu aşk sonsuz sürecek;
Artık iştahlanma yenilecek değilim,
Eski dostu sınamam yeniyi deneyerek;
Aşk tanrısını buldum: Onun oldu benliğim.

Bağrına bas, cennete buyur et beni sen de
Ve yaşar o tertemiz, en sevecen göğsünde.



SONE 111

Ne olur hatırım için şu Talihi azarla:
O Tanrıça, yaptığım kötü işlerden suçlu,
Yüzümü güldürmedi hoş rahat bir yaşamla,
Verdi halkın önünde âdi bir geçim yolu.
Bu yüzden olsa gerek, adım damga yemiş de,
Talihin bu cilvesi yüzünden sünepeyim;
Boyacı eli gibi, yitip gitmiş el işte.
Sen acı bana yardım et de tazeleneyim.
Uysal bir hasta gibi zehir zıkkım ilâcı
İçerim, andım var bu illetten kurtulmaya:
Umursamam –ekşiyse ekşi, acıysa acı;
Yeter ki düzeleyim râzıyım çift cezaya.

Bak, can dostum, sen bana acırsan, iyi belle,
Beni iyileştirir senin acıman bile.


SONE 112

Sevginle acımanla, utançtan kurtulurum,
Rezaletin alnıma vurduğu damga biter;
Arkamdan iyi, kötü demişler, ne umurum?
Sen kötülüğü ört de iyiliği öv, yeter.
Benim tüm dünyam sensin: ancak senin dilinden
Duymağa can atanın övgümü ve yergimi;
Senden başka kimsem yok, sırf seni dinlerim ben,
Bir sen değiştirirsin doğru yanlış bilgimi.
En derin uçurumun dibine fırlatırım
Varlığıma kaygılar veren her yaban sesi;
Kim kınasa kim övse yılan gibi sağırım.
Bak, dinle, nasıl hiçe sayıyorum herkesi:

Canevime kuruldun, hem de ne kadar güçlü;
Bence dünyada senden başka her varlık ölü.



SONE 113

Neden ayrı düşeli, ben aklımla görürüm:
Bana göstersin diye yöneldiğim yerleri
El yordamından medet umarım, yarı körüm;
Gözüm görür gibidir, ama sönmüştür feri.
Bu göz, gönlüme hiçbir gerçek iz göstermiyor,
Ne kendi gördüğü kuş, ne çiçek, ne bir varlık;
Türlü görüntülerden akla hiç pay vermiyor,
Ama bir iz tutmağa gücü yetmiyor artık.
Görse bile en kaba, ya da en ince yüzü,
En çarpık yaratığı, en çok sevgi vereni,
Dağları ve denizi, geceyi ve gündüzü,
Kargayı ve kumruyu, hepsinde bulur seni.

Başka şey sığmaz, dolmuş seninle tıklım tıklım,
Gözümü sahte yapar gerçeği gören aklım.



SONE 114

Sen aklıma taç oldun; kandırdı mı beni, ne,
Dalkavukluk adlı şu hakan kemiren veba?
İnansam mı gözümün doğru söylediğine?
Sana olan aşkım mı tılsım verdi acaba
Türlü canavarlardan ve gulyabanilerden
Sana benzeyen tatlı melekler yapsın diye,
Ne geçerse ansızın gözlerindeki ferden,
Her kötüyü çevirsin diye sonsuz iyiye?
Birincisi: Gözümü dalkavukluk çeliyor;
Aklıma dolup taşan, hakanlardaki heybet;
Onun ne sevdiğini gözüm iyi biliyor:
Bardağa doldurduğu, ağzına göre şerbet.

Bardak zehirliyse de, asıl suç, değil onda;
Körkütük âşık gözüm, rehberidir aklın da.



SONE 115

İnanma sana önce yazdığım satırlara,
“Daha çok sevemem ki seni” diyene bile;
Bilmiyordum o ara: nasıl olur da, sonra
Yanar yüce ateşim coşup duran bir güçle.
Çetele tutan Zaman, binbir kazayla gelip
Andlara, fermanlara olmaz işler yaptırır,
Kutsal güzeli bozup, sert amacı köreltip
Nice dik kafaları başka yola saptırır.
Zaman, en yaman zorba: gönlüme korku düştü,
“Artık en sevdiğimsin,” desem olmaz mı sana?
Eskiden belirsizlik, kesin mi görünmüştü:
Bu ân, baş tacı, yarın kuşku kaynağı bana?

Aşk bir yavrudur; n’olur bunu böyle söylesen,
Büyümesi süren şey, kıvama erdi desen?



SONE 116

Mutlu birleşmesine hiçbir engel yok bence
Gerçekten sevenlerin. Sevgi demem sevgiye
Bir döneklik yaparsa bir değişme görünce,
Başka yola saparsa sevgili saptı diye:
Hayır, sevgi besbelli sağlam bir nirengidir,
Boraları gözler de sallanmaz, göğüs gerer,
Gemilere yön veren yıldızların dengidir.
Değeri bilinmeden başı ta göğe erer.
Zamanın soytarısı değildir sevgi asla,
Gül yüzlüler göçse de orağına düşerek
O değişmez kısacık günlerle haftalarla,
Direnir ve katlanır mahşerin ucuna dek.

Yanılıyorsam bunda ve çıkarsa yanlışım,
Ne hiç kimse sevmiştir, ne ben şiir yazmışım.



SONE 117

İstersen beni suçla veremediğim için
Sendeki şu görkemli erdemlerin hakkını,
Unutup göz önüne seremediğim için
Beni her gün daha çok saran tatlı aşkını,
Yakınlık göstererek nedense şuna buna,
Senin zor kazandığın hakkı harcadım diye;
Her rüzgâra kapılıp yelken açmamı kına,
Budur beni götüren, gözlerinden öteye.
Bendeki her kusuru, inadı deftere yaz
Ve kesin kanıtlara şüphelerini,ekle;
Dilersen ver yansın et, kaşını çatar çatmaz,
Ama, ah, vurma beni canlanan nefretinle.

Senden özür dilerim: Çabamın nedeni tek:
Aşkında sadâkati, kudreti belirlemek.



SONE 118

Bizler, iştahımızı kamçılamak üzere
Damağımıza mayhoş karışımlar katarız;
Engel olalım diye görünmez illetlere,
Önce ilâcı içip sonra hasta yatarız.
Nemalandım ya senin doyum olmaz tadından,
Mideme türlü türlü acı salçalar dolar;
Doymuşum tıka basa, hastalanmışım bundan,
Gereksiz görünse de bu illet, hikmeti var.
Aşk için, ileriyi görmek hepsinden beter,
Gelecek hastalığı sezmek, yaman bir kusur;
Sapasağlam bedenim, şimdi tedavi ister,
İyilikle yaşarken illetle şifa bulur.

Bu da bana ders oldu; doğru: söze ne denir:
Aşkından hasta olan, ilâçtan zehirlenir.


SONE 119

Siren* gözyaşlarından nice ağular içtim,
Kokmuş cehennem gibi, süzülmüş imbiklerden;
Umutlardan korkuya, ondan umuda geçtim,
Kazanmak üzereydim, yitiriverdim birden.
En büyük mutluluğum budur derken, bir yandan
Yüreğim ne kadar çok hata işleyip durdu;
Gözlerim fırlar gibi oldu yuvalarından,
Humma çıldırttı beni, ta canevimden vurdu.
Şimdi anlıyorum ki şerden gelen hayır bu,
İyiyi daha iyi yaparmış kötülükler
Ve yıkılmış olan aşk, yeniden kuruldu mu
Daha da gür, güzel ve yüce olurmuş meğer.

Öğrendim, dönüyorum huzuruna sevgimin,
Üç katını kazandım şerden yitirdiğimin.


*Siren: Güzel şarkı söyleyerek denizcileri aldatıp yok eden yarı kuş,yarı kadın bir yaratık. Çok câzip ve tehlikeli kadın anlamına da kullanılır.



SONE 120

Bana şimdi yarıyor çekmiş olmam çileni.
O eski üzüntüyü düşününce üstelik,
Çâresiz, kendi suçum ezip geçiyor beni,
Öyle ya, sinirlerim tunç değil, ne de çelik.
Bana çektirdiğini kendin çektinse eğer,
Cehennem olmuş demek her günün ve her gecen;
Ben zalimin biriyim: düşünmemişim meğer
Nasıl kıvrandırmıştı beni senin işkencen.
O ıstırap gecemiz hatırlatsaydı bana
Gerçek acının nasıl derinden deştiğini,
Birbirimizin merhem sürersek yarasına
Dağlanmış yüreklerin tez iyileştiğini!

Senin suçun denk geldi kendi kefaretine:
Seninle karşılıklı ödüyoruz rehine.

Hiç yorum yok: