RSS

3 Mart 2010 Çarşamba

OCTAVIO PAZ / ROMAN

Çev: Turhan Ilgaz


Modern çağın -gözlerimizin önünde son nefesini vermekte olan şu çağın- ayırıcı niteliğinin dünyayı insanın üzerine bina etmek, bilinci, evrenin yapısının üzerinde durduğu kaya ve harç kılmak olduğu sık sık söylendi. Hiç kuşkusuz çağdaş felsefe bu düşünceyi tümüyle benimsemiyor. Ama en aykırısı olduğuna inanabileceğimiz düşünce bile, bilinçte, tarihin nihai ve en yüce fethini görmektedir. Marks’ın dünyayı bilinç üzerine oturtmadığı doğruysa da, o yine de tarihi, uzun bir yolculuk, bittiği noktada düşkün insanın en sonunda kendine, yani kendi bilincine egemen olmayı başaracağı bir uzun yürüyüş haline getirir. O zaman artık, bilinç üretimin yasalarıyla belirlenmiş olmayacak ve Engels’in ünlü formülüyle söylersek, “özgürlüğün zorunluluğu” adımı atılmış olacaktır. Tarihsel ilişkileri insan yönettiğinde, toplumsal varoluş da, onların yükünü çekecek yerde, bilinçli yönlendirilecektir, yoksa, bugün görüldüğü gibi, bunun tersi yaşanmayacaktır.



En nesnel ve en zorlu bilimlerin, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın, böylesi bir düşünce çevresinde gelişmiş olmasından hayranlık duyulabilir. Ancak bunun nedeni, modern çağlar biliminin, antik Yunan kavrayışından farklı olarak, doğanın safiyane bir yorumu -yani, doğal dünyanın nasıl görmekteysek öylecene yorumlanışı- olmaktan çok, bir takım olguların doğrulanmasına imkân veren nesnel koşulların yaratılması oluşudur. Yunanlılar için Doğa, en başta görülebilir bir gerçeklikti: o, gözlerimizin gördüğü şeydi; bizim içinse bir tepkiler ve güçlendiriciler düğümü, bir görünmez ilişkiler ağıdır. Modern bilim, gerçeklik parsellerini seçer ve her şeyden ayırır, ancak gözlem için bir takım uygun koşullar yarattığı zaman deneylerine kalkışır. Bilim, bir bakıma, üzerinde işlem yaptığı gerçeği keşfetmektedir. Marks’ın, tarihi evrimin tamamlanmasında insan türüne verdiği nihai misyon -bilincin özerkliği ve varoluşu yaratmada ve değiştirmede sahip olduğu, neredeyse yaradana dair imkân- gerçeğin belirli kesimlerinde, daha şimdiden modern insan tarafından gerçekleştirilmiştir. Modern bilimsel düşünceye göre, nesnel gerçek, aynı zamanda da bilincin bir görüntüsü ve ürünlerinin en mükemmelidir.

İster bilinci evrenin temeli yapsın, isterse dış dünyanın, daha önce bir bilinç verisine indirgenmeden etkilenmeyeceğini öne sürsün, ya da tarihi, bilinci belirleyen ve onu sakatlayan şeyden aşama aşama kurtuluş olarak görsün, modern insan, evrenin ve kendi kendisinin karşısında, geçmiştekinden tümüyle farklı bir konuma sahiptir.

Copernicus devrimi, onun, evrenin merkezi de, yaradılışın hâkimi de olmadığını gösterdi. Onu, hal edilmiş ve yetim, ama kendine dünyevi bir ikamet sağlayabilecek güçte bıraktı. Bu tavrın ilk sonucu, bilindiği gibi, hayatın doğrulanması ve tarihin temeli olan kavramların yitirilmesiydi. Sadeleştirdiğimizde, kutsal, tanrısal ya da aşkın sözcükleriyle ifade ettiğimiz, o karmaşık inanç sistemlerini söylemek istiyorum. Bu değişiklik yalnızca düşünceler -her ne kadar cisimsiz veya saf düşüncelerden söz edilemezse de- alanında ortaya çıkmadı, ama, daha az belirli ve çok daha fazla etkili beyinsel inançlar bölgesinde de oldu. Tarihi, hatta devrimci bir değişiklikti bu, zira bir değerler dünyasının bir başkası yerine ikamesi anlamına geliyordu. Her devrim, kaybolmuş kutsallıkları ikameye yönelik, güvenilir ve sarsılmaz ilkeler üzerinde yeni bir düzen kurmayı özler. Devrim, aynı anda imansızlık ve kutsamadır. Devrimci hareket bir imansızlıktır, çünkü eski sembolleri yıkar; ama bu yozluğa, hep, o güne değin kutsal dışı gibi kabul edilmiş olanın kutsanması eşlik eder: devrim küfür’ü kutsar. Büyük reformcular, birer küfür ehli olarak görülürler, çünkü kutsal gizleri, birer boşluk veya tamamlanmamış hakikatler olmakla suçlayıp, kirletmektedirler. Ve, aynı anda da, o güne kadar bilinmeyen ya da imana aykırı diye kabul edilen hakikatleri kutsallaştırırlar. Buda, kastları reddeder ve Upanişad’ların metafiziğinin aldatıcı olduğunu duyurur: ben yoktur ve atman da, aynaların hayal kırıcı bir oyunudur; İsa, Judaizmle iplerini koparır ve bütün insanlara kurtuluşu önerir; Lao-tse, Konfüçyüsçü erdemlerle eğlenip onları mahkûm ederken, düşmanlarının günah diye gösterdikleri şeyi ulular. Her devrim, kendisi de yeniden kutsal ilkeye dönüşen bir küfür’ün kutsanmasıdır.

Hiç yorum yok: