
VII
Alacakaranlığın masasında yazıyorum; var gücüyle abanıp kalemim onun handiyse canlı göğsüne, doğduğum ormanları yâd ederek ah çeken. Açıyor geniş kanatlarını kara mürekkep. Lamba yıldız çakıyor ve örtüyor sözcüklerimi kırık camlardan bir pelerinle. Duyurmadan yazıyorum filiz süren gölgenin çotuğuyla. Sofaya giriyor gece, şöyle bir dalgalanıyor karşıki duvar kayaların kuburdan ağzıyla; kalemle kağıt arasına giriyor göğün iri dilimleri de. Basit bir tek hece yetecekti dünyayı havaya uçurmaya. Fakat yer yok bu gece bir sözcük daha fazlasına.
XIV
Ne güçlüklerle, milim milim ilerliyordum yıldan yıla;
bir yol yaptım taş arasında. Aşındı dişlerim ve kırıldı tırnaklarım bin yıldır varmak için oraya, öbür tarafa, ışığa ve açık havaya. Ve şimdi kanayan ellerim, eğrilmiş dişlerim, işe yaramaz bir halde, susuzluk ve tozdan
çatlamış bir oyukta, şöyle bir durup tartıyorum verdiğim emeği: varmışım hayatımın ikinci yarısına kayaları parçalayıp duvarları oyarak, kapıları delerek ve engelleri kırarak; bir yer edindim ışık ve kendim arasında hayatımın ilk yarısı boyunca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder