RSS

2 Mart 2010 Salı

OCTAVIO PAZ / YIKINTILAR ARASINDA İLAHİ

Nerede köpürür Sicilya denizi …
Gongora



Yayar tüylerini kendinden taçlı gün.
Yüksek sarı çığlık,
ayrısı gayrısı olmayan ve ihsanı bol
gökyüzünün merkezinde sıcak fıskıye!
Güzeldir görüntüler hemen anında gerçekliklerinin.
Deniz tırmanır kıyıyı,
dayanak bulur kayalar arasında o göz kamaştıran örümcek;
ışıldar tepenin küflü yarası;
bir öbek taş sanırsın bir avuç keçiyi;
bırakır altın yumurtasını güneş ve sızar denizin üstüne.
Tanrıdır ne varsa.
Kırık heykel,
ışığın kemirdiği sütunlar,
bir ölüler dünyasının hayatında canlı yıkıntıları


Düşer gece Teotihuacan üstüne,
Marihuana çeker çocuklar piramidin tepesinde,
tınlar boğuk sesli gitarlar.
Hangi ot, hangi bengisu hayat verir bize,
nereden çıkartmalı sözü,
kim ayarlayacak dengesini ilahinin, söylevin,
dansın, kentin ve terazinin?
Bir dokun bin ah işit, böyle patlar Meksika türküsü,
söner renklerin yıldızı,
taş kapamaktadır bize dokunuşun kapılarını.
Topraksa bilir kocamışlığını.


Gözler görür, eller dokunur.
Neye yetmez şu birkaç şey bu köşede:
kaktüs tomurcuğu, dikenli mercan gezegen,
kukuletalı incirler,
mahşer tadında üzümler,
midyeler, yaban bakirlikler,
tuz, peynir, şarap, güneş ekmeği.
Bakar bana esmediğinin yücelerinden bir adakızı,
sanırsın ışıkla giyinmiş ince katedral.
Yükselir tuz kuleleri, çekilir teknelerin beyaz yelkenleri
kıyının yeşil çamları karşısında.
Işık tapınaklar kurmaktadır denizde.

New York, Londra, Moskova.
Gölge sarar ovayı düşlerin sarmaşığıyla,
sıtmalı ürperişleriyle yeşeren otların,
görkemli kürküyle, fareler öbeğiyle.
Kansız bir güneş titrer zaman zaman.
Kentlerin geçmişi olan tepelere yaslanır,
esner Polifemos*
Aşağıda, oyuklar arasında, bir adam sürüsü emekler.
Daha düne kadar murdar hayvanlarla bir tutulurdu rençberler.



Görmek, dokunmak o güzelim biçimlere, gündelik işler.
Zonklar ışık, kargılar ve kanatlar.
Kan kokar örtüde şarap lekesi.
Yayarım bu canlı saatte duyularımı
su içindeki mercan dalları gibi:
an sarı bir uyumda tamamlar kendini,
ey öğle, ağır dakikaların başağı,
sonsuzluğun tası.


Birkaç koldan akar düşüncelerim, yılankavi, sarmaş dolaş olur, yeniden akar,

kıpırtısız kalır sonunda bir yere dökülmeyen ırmaklar;

gurubunu yitiren bir güneş altında o kan deltası.

Ya bu ölgün suların çalkantısında mı sona ermeliydi her şey?


Gün, toparlak gün,
hepsi aynı sarı tatlılıktan geçmiş
yirmi dört parçalı ışıltılı portakal!

Zekâ doğru dürüst işler sonunda,

iki yarı düşman barışıverir
ve erir bilinç-ayna,
insan, imgeler ağacı
döner çeşme olan haline, masalların pınarına:
sözlerse çiçek olur, meyve olur ya da ne eylediysen bu dünyada.



Napoli, 1948




"Polifemos: Deniz tanrısı; Neptünün oğlu. Fırtınalarda gemicilere tuzak kurar, soyar ve öldürür.



Çev: Adnan Özer

Hiç yorum yok: