RSS

21 Nisan 2017 Cuma

T.S.ELIOT / YAŞAMI-ŞİİRLERİ VE DENEMELERİ



Ve gerçekten zamanı gelir
Pencere camlarına sırtını sürterek
Sokaklar boyunca kayan sarı dumanın;
Zamanı gelir, zamanı gelir
Yüzün olur karşındaki yüzleri karşılayacak;
Cana kıymanın da, yaratmanın da , zamanı gelecek,
Ve zaman, tüm işleri ve günleri için ellerin
Ki alıp soruları düşürür tabağına tek tek;
Senin zamanın ve benim zamanım,
Ve zamanı sayısız kararsızlığın da
Ve sayısız görüşlerin ve caymaların da,
Daha tadına bakmadan tost ile çayın.

Salonda kadınlar girip çıkar
Mikelanjelo' dan söz açar.

Ve gerçekten zamanı gelir
Sorarsın, "Cesaretim var mı?", "Cesaretim var mı?",
Zamanı gelir geri dönüp merdivenden inmenin,
İç ezikliğiyle tepemdeki kelliğin-
(Diyecekler, "Saçları nasıl da seyrelmede!")
Günlük elbisem üstümde, kolalı yakam çenemde,
……………………
……………………
" Cesaretim var mı
Tedirgin etmeye evreni?
Bir dakikada yeterli zaman var
Kararlarla caymalar için / ki bir dakika değiştirir hepsini.



(Alfred J. Profrock'un Aşk Şarkısı’ndan)



26 Eylül 1888'de ABD'nin Missouri Eyaleti'nin St. Louis kentinde doğdu, 4 Ocak 1965'te öldü. Ailesi New England'lı köklü ve önemli bir aileydi. Genç Eliot eğitiminde bütünüyle özgür bırakıldı. Özel akademilerde okudu, on sekiz yaşında Harvard'a girdi, dört yıllık üniversite eğitimini üç yılda tamamladı. Bu okulda dil ve edebiyat öğrenimi gören Eliot özellikle Elizabeth dönemi şairleri, Metafizik şairler, İtalyan Rönesansı ve felsefe konularıyla ilgilendi. Öğretmenleri arasında eleştirmen Irving Babbitt ve George Santayana gibi ünlüler vardı. 1910 kışında Sorbonne Üniversitesi'nde Fournier'nin şiir derslerine de katılarak Jules Laforgue, Stephane Mallarme ve Charles Baudelaire gibi, kendisini derinden etkileyen şairleri tanıdı. 1912-1914 arasında gene Harvard'da Sanskritçe ve Doğu dilleri okudu, felsefe bölümünde asistan olarak görev yaptı, daha sonra da bursla Almanya'ya gitti. 1. Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle felsefe çalışmalarını Oxford'da Merton College'da sürdürdü. İngiliz idealizminin önde gelen adlarından F.H.Bradley'in felsefesi üstüne doktora tezi yazdı.

Çeşitli İngiliz akademilerinde öğretmenlik yaparken, 1917'de Prufrock and Other Obseroations ("Prufrock ve Başka Gözlemler") adını taşıyan ilk şiir kitabı yayımlandı. Eliot'ın ilk ve en önemli şiirlerinden biri olan "The Love Song of Alfred J. Prufrock" ("Alfred J. Profrock'un Aşk Şarkısı") bu kitapta yer alıyordu. Eliot bu şiiri yakın dostu Ezra Pound aracılığıyla o günlerin önde gelen dergilerinden Poetry'ye yollamış, dergi bu metnin "şiir olup olmadığına karar veremediği" gerekçesiyle şiiri bir yılı aşkın bir süre basmamıştı. "Prufrock" modernist akımın o güne kadar görülmemiş bir imge zenginliği taşıyan ve bütün bir Avrupa şiir geleneğini özümleyen ilk önemli örneklerinden biriydi.
İlk kitabı, "Prufrock ve Öbür Gözlemler" adıyla, 1917'de yayımlandı. Bunu "Şiirler, 1920" izledi ve ardından da 1922'de "Çorak Ülke".

"Çorak Ülke"nin yayımlanışı bir skandal olarak yorumlandı genellikle. Times gazetesi eleştirmeni "Çorak Ülke" için, "Bu şiir bazan kolay anlaşılırlık sınırlarına çok yaklaşıyor," demekle yetindi.

Eliot şiirine tepkileri yansıtan eleştiriler 1945 yıllarına dek sürdü. Ama Eliot, Ezra Pound'un 1917-1921 arasındaki dolaylı etkisi dışında, kendi bildiği yoldan şaşmadı.

1948 Nobel Edebiyat Ödülünü kazandı. Bunu izleyen 10 yıldan fazla bir süre içinde Londra'nın tartışmasız yazınsal diktatörü oldu.

İlk Londra’ya geldiğinde yani 1914 yılı Ağustos’undan 1945 li yıllara dek bir türlüeleştirmenlerce kabul görmeyen Eliot, Ezra Pound’un desteğinin dışında olumsuz eleştirilerin hedefi oldu. Hatta Oxford Şiir Antolojisi ‘nin 1955’teki düzeltilmiş yeni baskısında Eliot’un şiirlerine yer vermedi;( ki bu tarih Nobel sonrasına rastlar…) 

 


Ve üstelik onca çabaya değer miydi?
O fincanlar, o marmelât, o çaylardan sonra,
Porselenler arasında, seninle söyleşimiz arasında
Değer miydi onca bocalamak,
Sorun'u bir gülüşle kesip atmak,
Sıkıp bir yumak haline sokmak evreni,
İtip yuvarlamak sonra o ürkünç soruya,
Demek için, "Ben Lazarus, ölüler arasından,
Geldim anlatmaya her şeyi, anlatacağım size her şeyi"
………………………
………………………

Ve üstelik onca çabaya değer miydi,
Onca üzüntüye değer miydi,
Günbatımlarından, avlulardan, sulanmış sokaklardan,
Romanlar ve çay bardakları ve yeri süpüren eteklerden sonra –

Hem bunlar, hem daha nice şeylerden sonra?
Elde değil ki söylemek açıkça içimdekini!
Ama bir hayal feneri sanki beyaz perdeye yansıtmış
sinirleri:
Onca üzüntüye değer miydi
Ya biri, gömülerek yastığa ya da sıyırarak şalını
Ve dönerek pencereye deseydi bir:
"Hiç de bu değil,
Demek istediğim hiç de bu değil."

………………………

(Alfred J. Profrock'un Aşk Şarkısı’ndan)



Suphi Aytimur “T.S. Eliot başlangıçta olsun, daha sonra olsun bir şair olarak neden bunca tepkiyle karşılaştı? Eliot her şeyden önce 19. yüzyıldan beri süre gelen romantik akımın karşısındaydı. Bu eğilimde Babbitt'in de etkisi olabilir, Henry James'in de. 1900'lerin başında İngiltere'de şiirde moda olan ince duygular, aşk, hayaller ve yapmacık bir dildi. Bilindiğine kuşku yok, Goethe bazı romantik şairler üzerine Eckerman'a yazdığı mektupta şöyle demişti: "Bütün bu şairler sanki hastaymış ve bütün dünya bir hastaneymiş gibi yazıyorlar." Eliot ise şiirlerinde Londra'nın bir tür gecekondu semtlerinden söz açıyor, gerçek hayattan sahneleri sergiliyordu. Yani şiirde o güne kadar ele alınmamış konulara el atıyor, İngiliz şiirinde bir devrimin peşinde koşuyordu. Ama onun etkisi Amerika'da, İngiltere'dekine kıyasla, daha çok duyulacaktı.” Diyor…

William Carlos Williams 1958'de "Bir Şiir Yazmak İstedim" başlığı altında, özetle, şunları söylemişti: "Eliot'un inandığım şeyleri boşlamasıyla duygularım altüst olmuştu. O geçmişe bakıyordu, ben geleceğe. O konformistti, zeki ve nükteli ve geniş bilgiliydi, bunlar ise bende yoktu... Anladığım kadarıyla o Amerika'yı yadsımıştı ve ben yadsınmayı kabul etmemiştim ... Kabul etmem gereken sorumluluğu biliyordum. Biliyordum ki, Eliot sonraki bütün Amerikan şairlerini etkileyecek ve benim alanımdan uzaklaştıracaktı... Beni şaşkına çeviren şey onun bu denli başarılı olmasıydı."

Modern Amerikan şiirinin gelişmesini gerek şair, gerekse eleştirmen olarak hiç kimse Eliot kadar etkilememiştir. Onun eseri yalnız doğal ve değişmez öneminden değil, daha yüzyılımızın başlarında ortaya çıkışıyla da şaşırtıcı olmuştur. Başlangıçta Byron, Bergson ve Babbitt'ten ve 1908'den başlayarak Baudelaire ile Laforgue gibi simgeci Fransız şairlerinden etkilenen Eliot hem bu etkileri, hem de modern insanın durumunun temelde karamsar olan görünümünü şiirlerinde, eleştirel bir felsefede birleştirdi.

Eliot etkisinin bunca yaygınlık kazanışının nedeni nasıl açıklanabilir? Eliot birçok şiirinde bir anti-hero (olumsuz kahraman) portresi çizmiştir. Yazgısı başarısızlık olan bir kahraman: kendi kabuğunu yırtamadığı gibi, hiçbir çaba harcamamakta ve ancak beklemektedir. Oblomov gibi!. Eliot'un ruhbilimsel bir simgecilikle anlattığı bu başarısızlık duygusunun kaynağı Freud ya da Jung’ta mıdır? Bilinmez… Bilinen şu ki; o güne kadar Anglo-Amerikan şiirinde böylesi yaklaşımlar görülmemişti.

Çünkü tümünü de bilirim ben, tümünü bilirim-
Bilirim nedir akşamlar, sabahlar, ikindiler,
Hayatımı çay kaşıklarıyla ölçmüşüm bir bir;
Ölgün bir düşüşle ölen sesleri bilirim
Uzakça bir salondaki müziğin etkisiyle.
Nasıl cüret ederdim öyleyse?

Ve gözleri de bilirim ben, tümünü bilirim-
Gözler ki tek cümlelik yaftada özetler seni;
Ben ki yaftalanmış yayılmışım bir iğne altında,
( Ben ki iğnelenmiş, duvarda kıvranmaktayım,
Nasıl başlayabilirdim o durumda

Tükürmeye günlerimle alışkanlıklarımın izmaritlerini?
Nasıl cüret edebilirdim hem de?



Eleştirmenler; Eliot’un serbest şiirden hoşlanmadığını ama şiirlerinde serbest kafiye kullandığını belirtir… Dizelerin uzunluğu, gerektiği zaman, değişir. çok güçlü bir ritim duygusu eşliğinde ve sağlam bir yapı içinde kullandığı dil genellikle konuşma dilidir, fakat bu dil argodan retoriğe çeşitli kılıklara bürünebilir. Dilde anlatım gevşek değil yoğundur ve bu yoğunluk ritim ile pekiştirilir ve ipin ucu kaçırılmazsa, yani birbirini izleyen dizeler arasındaki organik bağ koparılmazsa, Eliot şiirinin sağlam yapısı ortaya çıkar.
Gene Suphi Aytimur’un görüşlerine başvuralım ve O’nun özel yaşamına ilişkin ayrıntıların, şiirine ne kadar yansımış olabileceği üzerine yorumlarını alalım: Eliot'un kalpsiz bir şair olduğu da söylenmiştir. Şiirinde genellikle kendisini duygusallığa pek kaptırmadığı için olmalı. Bakarsınız duygusal üç beş dize birden kuru bir anlatımla kesilir, duyguları maskelemek sanki onun uğraşıdır. Bu durum sanatta klasikçi olmasından kaynaklanıyor olamaz.”

1932 yılında Seçme Denemeler kitabında, "Romantik bir çağda bir şair, eğilimi dışında, klasikçi bir şair olamaz," demişti. Bu suçlama belki de onun pek aşk şiiri yazmamış olmasından kaynaklanmıştır. Öyleyse hayatına kısaca bakalım. Eliot genellikle utangaç, içine kapanık, zaman zaman duygusal ya da taşkın davranışlarda bulunduğu zaman bundan pişmanlık duyan yaradılışta bir insan görünümündedir Londra'daki ilk yıllarında. Bu nereden geliyor, bilmiyoruz. Aile ilişkilerinden kaynaklanan bir şey de olabilir. Özel hayatıyla ilgili dışarıya hiçbir şey sızdırmadığından, ne söylense boş. Evlilik hayatına gelince, 1915 yılında başlayan ilk evliliği, karısının aşırı kaprisli oluşu ve ruhsal dengesinin karmaşıklığı yüzünden, onun için işkenceden başka bir şey olmamış anlaşılan. Uzun yıllar bir klinikte yatan karısından 1933 yılında ayrılıyor. İkinci evliliğin i 1957 yılında, ilk karısının ölümünden 10 yıl sonra 69 yaşında iken, yani ölümünden 8 yıl önce, sekreteri ile yaptı İlk evliliğinden ilk karısının ölümüne dek geçen 32 yılda Eliot’un gönül dünyasının bir çölden, yani çorak topraktan ayrımı olmadığını düşünmek işgüzarlık olmasa gerek.” diyor Aytimur…

1920'de Eliot modern edebiyatın en büyük şiirlerinden biri sayılan Waste Land'i ("Çorak Ülke") yazmaya başladı. Beş bölümden oluşan bu şiirde yoğun edebi anıştırmalardan örülü bir şiir yapısı kurarak 1. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda Batı kültürünün içine düştüğü boşluğun şiirsel bir irdelemesine girişti. Gene aynı dönemde yazdığı alaylı "Sweeney" şiirleri ise bireyin yozlaşmasını ve kültürden kopuşunu konu edinir.

Eliot 1917'den 1925'e kadar Londra'daki Lloyd's Bank' da çalıştı. 1920' de ikinci şiir kitabı Ara Vos Free ve ilk deneme kitabı The Sacred Wood ("Kutsal Koru") yayımlandı. Bu derlemedeki yazılar arasında Eliot'ın en önemli denemelerinden biri olan "Tradition and the Individual Talent"da ("Geleneksel ve Bireysel Yetenek") yer alıyordu. Söz konusu denemenin önerdiği estetik ölçütler daha sonraları modern eleştirinin ana ilkelerini oluşturacak temeller getiriyordu. Eliot, eleştirinin doğrudan doğruya sanat yapıtının kendisine yönelmesi gerektiğini, şiirin kendi içinde canlı bir bünye olan kurmaca bir bütün olduğunu, yapı taşlarının ise sanatçının hayal gücüyle kişisel yaşantısının şiir diline çevrilmiş karşılıkları (objective correlatives/nesnel karşılıklar) olduğunu söylüyordu. Şiir, ancak akıl, duyu ve yaşantının yoğun bir birlikteliğinden kaynaklanan yaratıcı ölçütlerle incelenebilirdi.

1924'te şairin ikinci eleştiriler derlemesi olan Homage to John Dryden ("John Dryden'a Saygı") eleştirel yöntemi açısından büyük bir hayranlıkla karşılandı. Bu kitap ve özellikle 1921 'de yazılan The Metaphysieal Poets ("Metafizikçi Şairler") adlı denemesinde Eliot'ın 16.- 17. yy İngiliz edebiyatını yeniden değerlendirmeye çalıştığı görülür.

1925'te Eliot, Faber and Faber Yayınevi'nin editörlüğüne getirildi ve bu görevde uzun yıllar kaldı. Genç şair ve yazarları değerlendirip yüreklendirme çabasını sürdürdü. 1909-1925 arasındaki tüm şiirlerini Poems ("Şiirler") adı altında bir araya getirdi.



ASH-WEDNESDAY


Çünkü ummuyorum döneyim gene
Çünkü umuyorum
Çünkü ummuyorum döneyim
İsteyerek şunun yetisini, bunun gücünü
Artık çabalamam çabalamaya böyle şeyler için
(Kocamış kartal neden gersin kanatlarını?)
Neden ağıt yakayım
Yiten gücüne bildiğimiz saltanatın?


Çünkü ummuyorum tadayım gene
Olumlu saatin çürük ününü
Çünkü sanmıyorum
Çünkü bilirim ki bilmeyeceğim
Geçici olan tek gerçek gücü
Çünkü içemem orada
Ağaçlar çiçeklenir ve pınarlar akarken,
çünkü hiçbir şey yok artık

Çünkü bilirim ki zaman hep zaman
Ve yer, hep o yer ve tek yerdir
Ve gerçek yalnız belli bir zamanda gerçektir
Ve yalnız belli bir yerde
Kıvanıyorum ki her şey olduğu gibi ve
Ben boşluyorum o kutlu yüzü
Ve boşluyorum o sesi
Çünkü umamam döneyim gene
Bu yüzden kıvançlıyım, bir şeyler kurmanın
Verdiği kıvançla

Ye yakarıyorum Tanrı'ya bağışlanmamız için
Ye ben yakarıyorum ki unutabileyim
Bu sorunları ki kafamda onca evirdi m çevirdim
Onca açıkladım
Çünkü ummuyorum döneyim gene
Bırakın bu sözler yanıtlasın
Çünkü yapılan yapılmayacaktır bir daha
Dilerim verilecek cezamız çok ağır olmasın

Çünkü bu kanatlar artık uçacak kanat değil
Yalnızca dövmeye yarar havayı
Hava ki şimdi tümden hafifleyip kurumuş
Daha hafif ve kuru istekten
Öğret bizi aldırmayı ve aldırmamayı
Öğret bize uslu oturmayı.
Yakar biz günahlılar'çin şimdi ve ölüm saatimizde
Yakar bizler için şimdi ve ölüm saatimizde.


III

İlk dönemecinde ikinci merdivenin
Dönüp de gördüm aşağ'da
Aynı görüntü sarılmıştı tırabzana
Buğusu içinde kokuşmuş havanın
Boğuşuyordu merdivenlerin şeytanıyla,
Aldatan suratı umut ve umutsuzluğun.

İkinci dönemecinde ikinci merdivenin
Bıraktım onları büküle döne aşağ'da;
Başka yüzler yoktu ve karanlıktı merdiven,
Islaktı, kertikliydi, bir yaşlının onmaz salyalı ağzı,
Geçkin bir köpekbalığının çentikli boğazı gibiydi.

İlk dönemecinde üçüncü merdivenin
Bir pencere vardı incir biçimi açılmış
Ve çiçek li alıçlardan ve bir çayırlıktan ötede
Geniş sırtlı biri, bürünmüş mavi ve yeşile,
Büyüledi Mayıs zamanını antik bir flütle.

Savrulan saçlar hoştur, kumral saçlar yüze savrulan,
Leylaklar ve kumral saçlar;
Oyalanmış, flütün ezgisi, biter ve adımları düşüncenin üçüncü merdivende,
Duralamada, duralamada; ve güç, umut ve umutsuzluktan öte
Tırmanmada üçüncü merdivene.

Tanrım, değmez benim gibisine
Tanrım, değmez benim gibisine

ama neydi o kelâm söyle.



IV

Kimdi yürüyen arasında menekşelerle menekşelerin
Kimdi yürüyen arasında
Değişik yeşillikte çeşitli tarhların
İlerleyip beyazlı mavili, Meryem'in renkleri içre,
Söz edip boş şeylerden
Bir yadsıyıp bir kabullenerek sonrasız acıyı
Kimdi katılan ötekilere, yürürlerken,
Kimdi gürleştiren çeşmeleri, canlandıran pınarları
Serinleten kızgın kayayı ve pekiştiren kumları
Hezaren çiçeği mavisiyle, Meryem'in mavisi,
Sovegna vos*

Ak ışığa, dalga dalga, sarmada gövdesini, dalga dalga.
Yeni yıllar yürür, sağaltıp
Parlak bir gözyaşı bulutunda, yılları, sağaltıp
Yeni bir şiirle antik şiiri. Kurtar
Zamanı. Kurtar
Erişilmez düşlerdeki yorumlanmamış düşü
Yaldızlı ölü arabasını çekerken süslü ünikornlar. *


Sessiz bacı beyaz ve mavi peçesiyle
Porsuk korusunda, bahçe tanrısının ardında,
Flütü soluksuz, baş eğdi, imledi ama tek kelam etmedi
Ama çeşmeler gürleşti, kuşlar şakıdı aşağ'ya
Kurtar zamanı, kurtar düşleri
Simgesidir kelamın, duyulmadık, söylenmedik

Yel binlerce fısıltı düşürmeden porsuklardan

Ve sonra bizim sürgünlüğümüz

*sovegna vas-unutma beni
**ünikorn - mitolojide ata benzer tek boynuzlu hayvan


Oldukça tutucu eleştiri yazılarını derlediği For Lancelot Andrewes ("Lancelot Andrewes İçin") adlı kitabının yayımlanışı ve hem İngiliz vatandaşlığına hem de Anglikan Kilisesi'ne resmen kabulü dolayısıyla şair kendisini "politikada kralcı, edebiyatta klasikçi, dinde Anglo- Katolik" olarak tanımladı. "Waste' Land"in büyük karamsarlığının tersine şiiri giderek inanç ve kuşku arasındaki karşıtlıkları konu edinmeye başladı ve inancın zaferinin onaylanmasını seçer oldu. "Ash Wednesday" bu eğilimin belirgin olduğu uzun bir şiirdir.

Bunu 1932'de "Sweeney" şiirlerinin bir diğeri olarak gelişen yarı oyun yarı şiir Sweeney Agonistes izledi. Eliot, bu oyun-şiirde kahramanı Sweeney'i Elizabeth dönemi tiyatrosunun karamsarlığından ve müzikli güldürüden yararlanan bir dramatik yapı içinde korkunç bir ölümle yüz yüze getirir. Aynı yılın ürünü olan "The Hollow Men"de ("Kof Adamlar") ise, büyük ölçüde müziğe dayanan bir şiir ritmi geliştirdi. Bu şiirde birer korkuluk, birer samandan adam olarak gördüğü inançlarını kaybetmiş "kof adamlar"la alay eder.



OYUK ADAMLAR

I

Bizler içi oyuk adamlarız
Bizler içi doluk adamlarız
Birlikte eğilen
Kafaları saman tıkılı. Yazık!
Kurutulmuş seslerimiz
Birlikte fısıldaşınca
Sessizdir, anlamsızdır
Yel nasılsa kuru otlarda
Ya da sıçan ayakları cam kırımlarında
Kuru kilerimizde

Görünüş biçimsiz, gölge renksiz,
Kötürüm güç, jest kımıltısız;

Onlar ki göçüp gittiler
Göz kırpmadan ölümün öbür Ülkesine
Anarlar bizi, anarlarsa, derler ki
Yitik azılı canlar değillerdi, ama
İçi oyuk adamlardı
İçi doluk adamlardı.


II
Düşlerde bakamadığım gözler
Ölümün düşsel ülkesinde
Bunlar görünmez:
Orada, bu gözler
Günışığıdır kırık bir sütun üzre,
Orada, bir ağaçtır salınır
Ve sesler
Yelin türküsündedir
Daha uzak ve daha ağırbaşlı
Solan bir yıldızdan.


Daha yakına yaklaşmıyayım
Ölümün düşsel ülkesinde
Ben de kılık değiştireyim
Şöyle seçme giysilerle
Sıçan kürkü, karga tüyü, çapraz çomaklar
Bir tarlada
Ne yöne eserse yel, o yöne
Daha yakına değil-

İstemez o son karşılama
Alacakaranlık ülkesinde



III
Bu ölü ülkedir
Bu kaktüs ülkesidir
Burada taştan putlar
Yükselir, burada onlar kabullenir
Bir ölü elinin yakarışlarını
Solan bir yıldızın pırıltısında.

Hep böyle midir
Ölümün öbür ülkesinde
Yalnız uyanış
O saatte, biz tam
Titrerken sevecenlikle
Dudaklar ki öpüş içindir
Yakarışlar sunar kırık taşlara.


IV
Burada değil gözler
Burada göz ne gezer
Bu ölen yıldızlar vadisinde
Bu oyuk vadide
Bu kırık çenesinde yitik ülkelerimizin


Bu sonuncusunda buluşma yerlerinin
El yordamıyla aranıyor
Ve kaçınıyoruz konuşmaktan
Yığılmış kıyısına bu kabarmış nehrin
Görmeyeceğiz belirmezse
Gözlerimiz yerlerinde
Sonrasız yıldızı
Katmerli gülü gibi
Alacakaranlık ölüm ülkesinin
İşte tek umudu
Boş adamların.


V.
Çevresinde döndüğümüz frenkinciri
Frenkinciri frenkinciri
Çevresinde döndüğümüz frenkinciri
Saat beşte sabahleyin.

Düşünceyle
Gerçek arasına
Devinimle
Eylem arasına
Düşer o Gölge

Çünkü Senindir Ülke

Kavrayışla
Yaratma arasına
Coşkuyla
Yanıt arasına
Düşer o Gölge

Hayat uzun mu uzun


Kösnü ile
Kasılma arasına
Cinsel güçle
Varlık arasına
Kök ile
Soy sop arasına
Düşer o Gölge

Çünkü Senindir Ülke

Çünkü Senindir
Hayattır
Çünkü Senindir o

İşte böyle kopar kıyamet
İşte böyle kopar kıyamet
İşte böyle kopar kıyamet
Gümbürtüyle değil iniltiyle

T:S. Eliot da okunması, daha doğrusu, anlaşılması zor şairlerdendir. Bunun aldığı felsefe eğitiminden kaynaklandığı düşünülebilir.

Eliot’un "zaman" kavramının üzerinde çok durmasına vurgu yapılmıştır… Zaman zaman Bergson’un etkisinden sözedilen Eliot'un beslenme kaynakları çok geniş ve çeşitlidir: Jung, Hayyam, Dante, Kutsal Kitap Söylenceleri, başlangıcından günümüze Fransız ve İtalyan edebiyatı, klasikler, Rönesanstan başlayarak İngiliz edebiyatı. Bu nedenle Eliot şiirinin tam olarak anlaşılabilmesi için, yaptığı alıntıların, anıştırmaların ya da parodilerin kaynağı üzerinde okurların bilgisi olması gerekliliği vurgulanıyor.


Yitik kelâm yitmişse, edilmiş kelâm edilmişse
Duyulmadık, edilmedik
Kelâm edilmemiş, duyulmamışsa;
Hala edilmemiştir o kelâm, O Kelâm duyulmamış,
Tek kelâmı olmayan O Kelâm, O Kelâm içinde
Bu âlemin, bu âlem için;
Ve ışık parıldadı karanlıkta ve
O Kelâma karşı tedirgin âlem hala dönüyordu
Ortalarında O sessiz Kelâmın.


Ey ulusum benim, ne ettim ben sana.


Nerde bulunacak o kelâm, o kelâm nerde
Çınlayacak? Burada değil, yeterli sessizlik yok
Yok denizlerde ya da adalarda, yok
Kıtalarda, çöllerde ya da yağmur ülkesinde,
Yok onlar için ki karanlıkta yürürler
Hem gündüz vakti, hem gece vakti
Uygun vakit ve uygun yer burada değil
Hiç bağışlanma yeri yok onlara, o yüzü tanımadılar
Hiç kıvanma zamanı yok onlara, şamata içre yürüdüler ve
o sesi yadsıdılar

………………
………………
Suphi Aytimur; Eliot şiirinin, özellikle Çorak Ülke'nin güç anlaşılmasında Lewis Caroll'un etkisi bulunduğunu ileri sürmektedir.. Çorak Ülke'ye mit, aşk, şiir, geçmişin güzelliği gibi tehlikeli konuları sokan Eliot, bunları Carroll'un klasik "nonsense" (anlamsız şiir) tekniğiyle denetler . Böylece şiirdeki parçalara modern durumlar üzerine bir ağıt gözüyle bakılmasını önler.” diye görüşlerini belirtir…



RÜZGÂRLI BİR GECE ÜSTÜNE RAPSODİ


Saat on iki.
Sokakların erimi boyunca
Durdurulmuş bir aysı bileşimde,
Fısıldayan aysı büyüler
Dağıtır tabanını anıların
Ve onun tüm açık ilişkilerinin,
Sınırlarının ve kesinliklerinin.
Geçtiğim her sokak lambası
Kaderci bir davul gibi vuruyor,
Ve karanlıklar boyunca
Yarıgece sarsıyor anıları
Bir deli nasıl sarsarsa ölü bir ıtırı.

Saat bir buçuk,
Sokak lambası pırpır etti,
Sokak lambası mırıldandı,
Sokak lambası dedi, "bak şu kadına,
Sana doğru ikircikli, ışığında bir kapının,
Açılmış ona doğru bir sırıtış gibi.
Görürsün elbisesinin eteği
Yırtılmış ve lekelenmiş topraktan,
Ve görürsün gözünün köşesi
Çengelli bir iğne gibi bükülür."

Anılar fırlatır su üstüne
Bir sürü bükülmüş şeyi
Bükülmüş bir dal kumsalda,
Aşınıp düzlenmiş ve cilalı,
Sanki dünya vazgeçmiş
Onun iskeletinin gizlerinden,
Sert ve apak.
Kırık bir yay bir fabrika avlusunda,
Pas yapışmış biçime, gücün terkettiği,
Sert ve kıvrak ve ısırmaya hazır.

Saat iki buçuk,
Sokak lambası dedi,
"Bak oluğa uzanmış kediye,
Uzatır dilini
Ye atıştım bir parça küflü yağı."
Çocuğun eli de öyle, kendiliğinden
Uzanıp cebine attı rıhtımda yuvarlanan oyuncağı,
Hiçbir şey göremedim çocuğun bakışları ardında.
Sokakta gözler görmüşümdür
ışıklı panjurlardan dikizlemeye çalışan,
Ye bit yengeç, bir öğle sonu, bir havuzda,
Yaşlı bir yengeç, sırtında deniz böcekleri,
Yakaladı ucunu kendisini durdurduğum çubuğun.

Saat üç buçuk,
Lâmba pırpır etti,
Lâmba mırıldandı karanlıkta.
Lâmba vızıldadı:
"Aya bak,
La lune ne garde aucune rancune, (*)
Kırpıyor gözünü hafifçe,
Gülümsüyor köşelere.
Düzeltiyor saçını otların.
Ay yitirmiş anılarını.
Çiçek hastalığı çopurlaştınyor yüzünü, kadının,
Büküyor elinde kağıttan bir gülü,
Toz kokulu, kolonya kokulu,
Yalnızdır o,
Geceye özgü tüm eski kokularla,
Ki geçtikçe geçerler kafasından."

Akla gelir
Güneşsiz kuru ıtırlar
Ve çatlaklardaki toz,
Kestane kokuları sokaklarda,
Ve kadın kokuları panjurlu odalarda,
Ve sıgaralar koridorlarda
Ve kokteyl kokuları barlarda.

Lamba dedi,
"Saat dört,
İşte numara kapıda.
Hatırla!
Anahtarın var,
Küçük lambanın ışık çemberi merdivende.
Çık.
Yatak açık; diş fırçası duvarda asılı,
Pabuçları kapıda bırak, uyu, hazırlan hayata."

Son bükülüşü bıçağın.


*Ay hiç kin beslemez.

Eliot yalnız şair değil, deneme ve oyun yazarı idi. 1930 sıralarından başlayarak İngiliz ve Amerikan edebiyat dünyasında kendisine bir yer edinen birçok şair-eleştirmenin ortak özelliği, bunların kendi sanatlarının ve tekniklerinin bilincinde olmalarıydı. Bu bilinçlilikte Eliot etkisinin payı büyüktür. Bu etkiyi sağlayan şey onun şiir, gelenek ve çeşitli sanatçılar üzerine yazdığı ciltler tutan denemeleridir.

Kokteyl Parti oyunlarından biri… Dilimize çeviren B.Ecevit oyun hakkında önbilgi olarak şunları yazmış:

"Görünüşte bir kokteyl partinin hafifliği içinde geçen tatlı bir komedi olsa bile, bu yapıt, özde Eliot'un mistik düşüncesini ve dünya görüşünü yansıtır. Öyleyse neden Efiot hafif bir komedi türünü seçmiştir? Bunun nedeni İngilizlerin “understatement” eğiliminde bulunabilir."

“Understatement” in Türkçe tam karşılığı yok sanırım. “Redhouse Sözlüğü», bunu, “bir şeyi olduğundan hafif gösteren ifade” diye tanımlıyor, Bir bakıma anlatımda abartmanın tersi ... Genellikle Anglosakson toplumlarında, özellikle de İngiliz toplumunda, bilgiçlik ve entellektüellik taslamak yakışıksız sayıldığı için, gerçekten bilgin ve gerçekten aydın olanlar bile, anlatımlarında ve davranışlarında sade ve iddiasız olmaya özen gösterirler. Belki Eliot da, her yapıtında değil ama bu yapıtında, bu İngiliz eğilimine uyarak, mistik düşüncesini ve dünya görüşünü “olduğundan hafif gösteren bir ıfade” ile sahnelemek istemiştir. Belki de düşüncesini eğlendirerek sahnelemenin daha etkin olabileceğine inanmıştır. "

"Kokteyl partide Eliot iki tür insan yaşamını karşılaştırır. Kimi insanlar kendi günlük yaşamlarının dar çerçevesiyle yetinirler. Kendilerini aşmayı da başkaları için yaşamayı veya kendilerini harcamayı da düşünmezler. Kişisel mutlulukları önde gelir onlar için. Aslında pek mutlu da olamazlar. Kendi küçük dünyalarının çekişmeleri, kuşkuları, hırsları, kıskançlıkları içinde yaşamlarını biribirlerine zehir ettikleri de olur. Ama yine de o yaşamın çerçevesini aşmayı düşünemezler veya bundan çekinirler.
Kimi insanlarsa başka bir yol seçerler. “Nereye varacağını bu yolun - Oraya varıncaya kadar pek bilemez” ler. “Korkulu bir yolculuktur” bu ... "

O yolda kendilerini ve çevrelerini aşarlar. Kişisel rahatlıklarından ve mutluluklanndan çok şey yitirseler de, çok acı çekseler de, yücelirler ve yüceltirler. “Kimisi döner gene, bedence döner. Hiç biri yok olmaz. çoğu kez de.. Çok iş görürler dünyada.” Oyundaki kişilerden Celia bu yolu seçer ve bu yol ölüme götürür onu. Ama kendi seçtiği yoldur ölüme götüren. "

Hiç yorum yok: