RSS

9 Kasım 2017 Perşembe

RAINER MARIA RILKE

ESKİ YUNAN CARİYELERİNİN MEZARLARI


Uzun saçlarının içinde yatarlar ve kahverengi yüzler
çok önceden kendi içlerine çekildiler.
Sanki çok büyük bir uzaklığın önündeymiş gibi, kapalı gözler.
İskeletler, ağızlar, çiçekler. Ağızların içinde,
cep satrancının adamları gibi sıra sıra dizilmiş parlak dişler.
Ve çiçekler, sarı inciler, narin kemikler,
eller ve gömlekler, buruşmuş kalbin üstünde
çürüyen yün bez. Fakat orada, altında
o yüzüklerin, altında muskaların ve mücevherlerin
ve mavi gözler gibi kıymetli taşların (hatıraları aşıkların),
hâla ortadadır cinsiyeti sessiz yeraltı türbesinin,
çiçek petalleriyle dolmuş kemerli çatısına kadar.
Ve tekrar sarı inciler, gevşetilmiş ve dağıtılmış,
kendilerine ait ateşe verilmiş kilden kaplar üzerinde
bir zamanlar boyanmış portreler, parfüm kavanozlarının
çiçekler gibi kokan yeşil parçaları, ve imajları
mihraplarının üzerinde oturan küçük ev-halkı tanrılarının:
kendinden geçmiş tanrılarla cariye-cennetleri.
Kırılmış elbise kemerleri, yeşim taşından oyulmuş bokböcekleri,
muazzam cinsel organları olan küçük heykeller,
gülen bir ağız, danseden kızlar, koşucular,
küçük yaylara benzeyen altın tokalar
kuş avlamak için kullanılan-ve hayvan şekilli nazarlıklar,
süslü bıçaklar ve kaşıklar, uzun iğneler,
yuvarlak açık kırmızı renkli bir kırık çömlek parçası üzerinde
bir at takımının ayakta duran bükülmeyen bacakları
girilecek bir yerin üzerindeki karanlık yazıt gibi.
Ve tekrar çiçekler, birbirinden uzağa yuvarlanmış inciler,
yan tarafları parlayan küçük yaldızlı bir lîr;
çiseleyen yağmur gibi düşen duvakların arasında
sanki ayakkabının krizalitinden dışarı tırmanmış gibi:
zarif solgun kelebeği ayak bileğinin.

Ve böylece yatarlar, gerekli şeylerle dolu ağzına kadar,
pahalı şeyler, mücevherler, oyuncaklar, kaplar ve kacaklar,
kırık incik boncuk (ne kadar çoğu içine düşmüş onların!)
ve kararırlar bir nehrin dibi kararırmış gibi.

Çünkü nehir yataklarıydı onlar birzamanlar,
ve üzerlerinde kısa, aceleci dalgalar
(herbiri kendini daha fazla uzatmak isteyerek, her zaman)
sayısız delikanlının cesetlerini sürükledi;
ve içlerinde büyümüş adamların akıntıları kükredi.
Ve bazen oğlan çocukları ileri fırlarlardı
çocukluk dağlarından, aşağı inerlerdi çekingen akarsularla
ve oynarlardı nehrin dibinde ne buldularsa,
dik yokuş bilinçlerini yakalayıncaya kadar:

Sonra doldurdular, açık, sığ suyla,
bu geniş kanalın bütün genişliğini ve koydular
derinliklerde dönen küçük girdapları,
ve aynaladılar yeşil kıyıları ilk kez
ve uzaktan seslenmelerini kuşların — , gökte, o sırada
yıldızlı geceleri bir başka, daha tatlı ülkenin
çiçek açtı üzerlerinde onların ve kapanmayacaktı hiçbir zaman.


(Çev: Vehbi Taşar )




Aynı şiirin Oflazoğlu çevirisi:

HALAYIK MEZARLARI


Yatarlar uzun saçları içre, esmer yüzleri
kendi içlerine, ta derinliklerine çekilmiş.
Kapalı gözler, sanki pek çok uzaklığa karşı duran.
İskeletler , ağızlar ve çiçekler. Ağızlarda
küçük satranç taşları gibi düzgün dişler
iki fildişi sırasınca dizilmiş.
Ve çiçekler, sarı inciler ve ince kemikler
ve eller ve giysiler,- içe düşmüş yürek üzre
kumaş atkısı, çürüyen. Oysa orda,
şu yüzüklerin altında, tılsımların altında
ve gözmavisi taşların (o sevgili andaçların) altında
cinsiyetin sessiz dehlizi durur daha,
kemerli damına dek çiçek yapraklarıyla dolu.
Sarı inciler yine, yer yer saçılmış, -
pişkin balçıktan tabaklar, değirmisi
kendi resmiyle süslü,- eskiden çiçekler gibi kokan
yağ vazolarının yeşil kalıntıları,-
küçük tanrı heykelleri de: aile sunakları,
Halayık gökleri esrik tanrılarıyla!
Yerinden oynamış yüzük kaşı, yassı tılsım böcekleri
ve küçük heykelleri kocaman cinsiyetin;
gülen bir ağız ve oynayan kızlar ve koşucular,
belki hayvan ve kuş biçiminde av muskalarının
küçük kopçaları yerine altın tokalar;
ve uzun topluiğneler, garip biçimli çanak çömlek;
ve değirmi, kırık bir çömlek parçası, kırmızımsı
yüzeyinde gergin bacakları bir çift atın
belirir girişler üstündeki karanlık yazıtlar gibi.

Ve çiçekler yine, saçılmış inciler,
bir küçük çengin ışıldayan beli
ve sonra, buğular gibi dökülen örtüler arasında,
sanki kozamsı ayakkabıdan çıkmış
topuk, bir canlı kelebek gibi tıpkı.

Yatarlar öylece, şeylerle dolup taşarcasına,
değerli şeylerle, mücevherlerle, oyuncaklar, incik boncuk,
kırık dökük şeylerle (ne düşmüşse içerlerine),
ve bir ırmak dibince karanlık.

Onlar ırmak yatağıydılar:
hiç durmadan üzerlerinden kısa, tez dalgalarca
(hepsi ileri doğru, bekleyen bir hayata zorlayarak)
nice gencin gövdesi fırlardı paldır küldür,
ve erkek ırmaklar kükrerdi içerlerinde.
Ve zaman zaman oğlanlar, çocukluğun dağlarından
çıkarak, ürkek akıntılarca inerlerdi
ve dipte bulduklarıyla oynarlardı,
düşen duygularıyla birden kavranıncaya dek:

Derken sığ, billûr sularla doldururlardı
bu geniş suyollarını baştan başa,
daha derin yerlerde çevrintiler açarlardı;
ve ilk olarak yansıtırlardı yaygın kıyılarla
uzak çığlıklarını kuşların: yukarılarında,
hiç bir yerde kapanmayan bir göğe çiçeklenirken
yıldızlı geceleri bir güzelim ülkenin.

Hiç yorum yok: