PAUL ELUARD
YAŞAMI
VE
ŞİİRLERİ
Haz: Abdullah Ergüven / “özel yayın” / Şubat 1980
Öz adı Eugéne Grindel olan Paul Eluard, 14 Aralık 1895'de Saint-Denis'de doğdu. Babası büro memuru, annesi Jeanne - Marie Cousin de dikişçiydi.
Ozan, Eluard adını anneannesinden alır. Babası, annesini üç çocuğuyla birlikte yapa¬yalnız bırakınca, küçük Paul'ün annesi de annesinin evine sığınır. Ozan, körpe çocukluk yıllarında acıklı, yaşam öyküleri dinler annesinden. Bu durum, ozana etki etmiş olmalı ki, bir gün sarışın Cecil'ine şunları yazar:
«Acıları, yaşamı öğrenmemeni, onlara kapalı kalmanı isterim. Kişiler, olaylar üstüne görgülenmek bir yük. Sen kendine özgü ışığında yürü.. »
Babası Clement Grindel Norman köylülerinden olup, Norman niteliğini üzerinde toplamış; mavi gözleri, sarı saçlarıyla Viking'leri andırıyordu. Yapmacık duygularla bağlıydı karısına, çocuklarına. Gün oluyor, yakınlarından bile kuşkulanıyordu.
Eugene, Saint-Denis bucak okuluna yazılır. Sonra ailesiyle birlikte Aulnay-sous-Bois'ya yerleşir. Burada sürdürür öğrenimini. Paris' e geldiklerinde küçük Eugene, Clignantcort Sokağı yakınındaki okula girer. Hastalanır. Yorucu ders yılından sonra, 1912 Temmuz sonunda annesiyle Montreux yakınındaki Glion (İsviçre)'a yerleşir.
İsviçre dağlarında, bu dinlenmenin tadını çıkardığı sıralarda vereme yakalanır.
1914 Şubatına değin dinlenir. Altı hafta sonra Paris'te oturan babasına - kitap göndermesi için mektup yazar. Ciltciye, ciltlenmek üzere bırakılan kitaplardan kuşkulanarak, «aman kitaplarıma bir şey olmasın» diye, duramaz bir mektup daha döşenir. Ismarladığı yapıtlardan başka, durmadan Rimbaud ile Lautreamont’u okumaktadır.
1914 Kasımı, henüz 19 yaşında, askeri göreve alınır. Ama 1915 Martında bronşite yakalanarak hastahaneye gönderilir. Savaşa çağrılır yeniden. Mektup dağıtıcısı, telefoncu, askeri hasta bakıcısı, yazışmacı gibi çeşitli görevlerde bulunur. Gözleriyle tanık olur can sıkıntılarına, üzüntülere, mutsuzluklara.
Bu arada, çeşitli hastalıklar yakasını bırakmaz. 1915 Eylül’ünde dört saatlik izinsiz ayrılışı yüzünden, sekiz gün tutuklu kalır. 1916 Temmuzunda yazmanlık görevini yüklenince: «Biraz önce ilginç bir göreve atadılar beni. Etape bölgesine ya da daha içerilere taşıdığımız yaralıların mektuplarını yazmak, aileleriyle bağlantı kurmak. Bu görevi öbürlerine yeğ tutuyorum, Yararlı bir iş.» demekten kendini alamaz.
Artık la Nouvelle Revue Française'le le Mercure de France'ı okumakta ve annesinden kitaplar istemektedir. Satın alınmasını istediği yapıtlar arasında Claudel'in Les Trois Poémes De Guerre'iyle Henri Bataille’in La Divine Trajedie'si de bulunmaktadır.
1912 yılı sonunda «yaşamının güneşi» olan Gala'ya tutulur. «Onu çok seviyorum. Beğenilerimiz birbirinin tıpkısı. Evimiz aydınlık, güler yüzlü, konuksever olacak; babama, anneme, dostlarıma, sizinkilere.» 11 Kasım 1918
Bırakışını ise bir çocuk sevinciyle karşılar. Önce ciltcisi, sonra dostu olan Gonon'a seslenir: «Bitti, bitti... İşte bitti yaşlı Gonon'um, renk değiştirdi gök. Kuşkusuz daha anlayışlı daha güçlü olacağız. Ohh .. Gonon! Ben artık sizinim.»
13 Kasım 1918'de Gonon'a şöyle sızlanır: «Gerçekten altüst oldum Apollinaire'in ölümüyle. Genç bir yetenek aramızdan ayrılan. Onun verdiği umutları bize hiç kimse veremiyecek!»
Apollinaire'e ağlıyordu: «Ulu bir yapının» temellerini atan. Daha sonra kendisi gibi savaştan yeni çıkmış gençlerle karşılaşır: Louis Aragon, Andre Breton, Philippe Soupault, Robert Desnos, Hans Arp, Max Ernst vb ...
Böylelikle Dada'cılar ve Gerçeküstücülerle bağlar kurar.
Babasına şöyle yazar bir gün: «Paris'e gelirken kanama geçirdim. Sağlık yurdundayım. İsviçre sanatoryumunda olduğumu söyleyiver».
Yanına 17.000 frank alarak sonradan «aptalca bir yolculuk» diye nitelendireceği amaçsız bir yolculuğa, dünya yolculuğuna çıkar (1924).
Her şeyini; karısını, kızını bile arkada bırakır. Bu kaçışta babasının sıkıyönetimine boyun eğmeyen sert bir ırkın izleri var. Hindiçini'ye değin uzanır: Tahiti, Cook Adaları, Yeni Zelanda, Cava, Sumatra, Seylan, Hindistan, Hindiçini.
Charles Baudelaire’'in yolculuğu durgun, düzenli bir yaşayışa kavuşmak amacıyla adalara, yeni çevrelere açılıştı. Ama Eluard'ın yolculuğu üstüne yer adlarından başka bir şey bilinmiyor. Birkaç ay sonra Gala, Saygon'da yardımına yetişir. Altı aylık bir ayrılıştan sonra birlikte Marsilya'ya gelirler.
Gerçeküstücü topluluğunda ve Franco'ya karşıdır. Prene'lerin ardında İspanya'nın acısını çeker. Ardından İkinci Büyük Savaş (1939-45).
1942 mütarekesinden sonra işgal gücüne karşıdır.
Liberte (Özgürlük), bir Marseillese gibi kulaklarda yankılanır. Ulusal Yazarlar Kurulu'nun çağrısı üzerine Eluard da öbür ozanların yanında yer alır.
1930'da Gala'dan ayrılır. «bütün varlığını dolduran» Nusch'la evlenir.
(1946). Eluard-Nusch evliliğinin tanıklığını yapmış olanlar arasında Picasso da vardır.
1952 yazı. Dinlenmek için Perigord' da küçük bir ev kiralar. Henüz 57 yaşında. Omuzları çökmüştür. Önsezilerinin etkisiyle olacak, Perigord'un güzel görünümlerini bir yana iterek Paris' e gelir.
18 Kasım sabahı göğüs anjini yakasını bırakmaz, olduğu yere yıkılır (1952).
Eluard yaşadığı yerlerin, görünümlerinin iç kapanıklığını unutmadı hiçbir zaman. Bir yandan rahatsızlığı, öbür yandan öğrenimini yanda bırakma korkusu. Bütün bunlar o zamanın mutlulukla mutsuzluk arasında bölünmüş duygululuğunu etkiliyordu. Yirmisinde bir “anlatım aracı” ardındaydı.
Gerçeküstücülük yeni sözcükler yaratma sanatını kazandırdı.
Coşkunluğu, sözcük bilimine başvuruyordu aralıksız. Bilinmeyen zenginlikler elde edeceği Fransız şiir geleneğinin kalıtıcısı olmak ister. Yalın sözcüklerle dilini yaratır. Kısa tümcelerle şiirlerinin derinliğinden fışkıran çarpıcı dizelerle gerçekleri yinelemekten hoşlanır.
Robert Poulet, Eluard'ın en iyi yapıtı olarak Mourir de Ne pas Mourir (Ölmemek için Ölmek)'i gösterir.
Şiir yaşamın içindedir, şiir gerçeği amaç edinir. Şiir kişiler, onların koşulları için; koşullar çekici olduğu zaman Eluard' da biçim yok. İzlenimcilerin desenleri gibi sanatının çevre çizgisi her zaman sislere gömülür.
Les Yeux Fertiles (Verimli Gözler, 1936)'le yeni bir dönem başlar. Eluard kuşkusuz, kendi topluluğunun en gerçekçi ozanı. Her zaman ulu bir sesi düşler doğal olarak. Şiir yoluyla doğrudan doğruya insana uzanan bağlar kurar. Özgürlüğünü ortaya koyar bu yapıtla.
İspanya İçsavaşı (1936) sıralarında yaklaşık olarak şöyle der:
«Bütün ozanların, insanların yaşamıyla yakından ilgilenerek onları desteklemek görevinin zamanı gelmiştir.»
Liberte, İkinci Büyük Savaş yıllarında Fransız şiirini ardında sürükleyen büyük harekete katılır.
Sur mes cahier d'écolier
Sur mon pupitre et les arbres
Sur le sable sur la neige
J'écris ton nom
Sm toutes les pages lues
Sur toutes les pages blanches
Pierre sans papier ou cendre
J'écris ton nom
Roland Purnal'e göre Eluard'ın yalnızlığında bir «kaynaşma gereksinmesi» saklıdır.
İlk yapıtlarının birinde «toprağa bağlı bir bakış»ı, insanla Evrenin dengesini belirtir. Koşulların baskısıyla her şeyi kişinin durumu karşısında başkaldırmaya bağlar. Simgeleri eşsiz bir ustalıkla kullanır. Coşkunluğu bir denge tansığıdır. Sevi, umutsuzluğa karşı durur. Eluard'ın sözcüğü, zaman kavramını siler, yerçekimi yasalarına karşı direnir. Nesneleri tozlaştırır: Bütün bir boşluğu aydınlatmak için ayakta kalan yalnız kişilerdir. Bütün çağlar boyunca Fransız içli ozanlarının başlıcalarından biri.
Marcenak, özellikle onun gerçekçiliği üzerinde durur: «Neyle gizlemeli toprağın tuzlu tadını? 1917'den 1952'ye değin her gün biraz daha bilinçli. Ozan sesini yükseltmişse, gizemli bir kaynaktan çıkmıyordu. Ortak yankısıydı bu ses insanların, tarihin. Kişi, savaş için yaratılmadı; karısı, çocuklarıyla mutlu olmak için» diyordu.
Gerçek, büyük ozan kendi alınyazısında, alınyazımızın imgesini görebilen, gördüğünü yansıtabilen ozandır:
De l'horizan d'un homme a l'horizon de tous
“Kişinin çevreninden tümümüzün çevrenine”
Lautreamont soruyordu ozanlara: «Sizi öbürlerinden ayırmaya yeter bir neden mi dizelerle yazmanız?»
Eluard'ın da yapıtlarıyla ortaya koyduğu gerçekler bundan başka değil. Ozan, yalnızlık krallığının saçma başbuğu değildir. Işık tümümüz için. Ozanın bir Evreni var, tarih onu herkesle paylaşır. İşte ozanın varlıklar zincirindeki yeri ve görevi:
Je suis crée, je crée, c'est le seul équilibre
C'est la seule justice
Yaratılmışım, yaratırım, tek denge bu,
Tek eşitlik.
Hier il ya trés longtemps
Je suis né sans sortir des chaines
Je suis né comme une defaite
Hier il ya trés longtemps
Je suis né dans les bras tremblants
D'une famille pauvre et tendre
Dün, uzun yıllar önce
Doğdum zincirimi koparmadan
Bir bozgun gibi doğdum
Daha dün
Doğdum titrek kollarında
Yoksul, sevecen bir ailenin
Eluard yığınların duygusunu paylaşır, halkın içinde yaşar. Toplum her şey onun için. Yaşadığı ortamın ozanı olduğu kadar, gelecek kuşakların da ozanı. Çevresindeki gerçeklere bağlı. Görmemezlikten gelmez onları. Uydurma türküler de söylemez! Ozanın işi değil yalancılık. O, ne de bir kentsoylu aldırmazlığına kaptırır kendini:
Voici ma table et mon papier, Le pars d'ici
Et je suis d'un seul bond dans la foul des hommes.
Çekip gidiyorum, işte masam, kâğıtlarım
Bir atılışta ortasındayım yığınların.
* **
İls vous ont fa it payer le pain
Le ciel la terre l'eau le sommeil
Et la misére
De votre vie
Haram ettiler bir dilim ekmeği size
Yeri göğü suyu uykuyu
Ve yoksulluğunu
Yaşamınızın
Şiiri yaratan duygularının gücüdür. Ülkücülüğü, kişinin evrenselliğine inanan bir ülkücülük. Yüreği ve ruhu bireyci değil. Ozan, onların açılmasını, sunulmasını ister. Sevenle sevilen arasında bir karşıtlık aramayın. İkilik de bir. Mutluluğun bireşimi. Çünkü o, eş tenden, eş yürekten çıkıyor. Eluard taşa, suya, ateşe nasıl inanıyorsa, görünen evrende olduğu gibi, sözcüğe de inanıyordu:
La terre est bleu comme une orange
Jamais une erreur les mots ne mentes pas
Bir portakal gibi mavi yeryüzü
Yanlışı yok sözcükler yalan söylemez
“Hiçbir zaman yitirmedi inancını; bir eylem, bir sorun adamı olarak. Kısacası,” der Louis Perche, çağımız şiirinin Platon'u; iyiliği, dostluğu, kardeşliği dile getiren ozanı Eluard."
Son sözü ozanın kendisine bırakalım:
«- Goethe'nin dediği gibi -her şiir bir koşuldur. Şuna inanmalıyız ki bir durum-koşul şiiri; özelden genele değişime uğrar ve bir değer anlamı, bir süreklilik ve sonsuzluk anlamı kazanır. Koşullar; ozanın en yalın istekleri, yüreği,ruhu ve usuyla uzlaşmalı. Dış koşullarla iç koşulların eş anda rastlaşması gerek. O zaman seviçli bir coşkudan, bahar çiçeklerinden, ölmemek için bir şey yapma sevincinden daha gerçek olur. Ozan her zaman, kendi düşüncesinin izinden gider. Ama bu düşünce onu, insanlığın ilerlemesi çizgisine götürür.»
Stokholm, Ocak 1980
Abdullah Rıza Ergüven
Not: Abdullah Rıza Ergüven'in bu kitabı daha sonra 1993'te Berfin Yayınevi tarafından basılmıştır.
ÖLÜMÜMÜZ
«Biliyorum bütün şarkılarını kuşların»
Bağırdık sevinçle: «Savaşa gidiyoruz!»
………bunu iyi bilen kişilerle
………Savaşı tanıyoruz!
………Ah! korkunç sesi savaşın aramızda,
cevremizde! Ah!Korkunç sesi savaşın:
Tekerleği dönen şu top
şu makineli tüfek, kekeleyen şu adam
ve şu fare, bir kurşunla yere savrulan!
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
BAŞLIKLI ERLER
Başlıklı körpe erler geliyorlar
Yakıp yıkarak ağızlarında şarkılar
Yan tekerlekleri ekinlerce gömülü
Kamyonlar toplar arabalar
Sessiz bekleyiş
Akşam – şu batan güneş
Bir yük gibi omuzdan kayan
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ALACAKARANLIK
Daha gece olmadı, işte Ay. Gök
………bir süt hapı gibi güldürü-
………yor seni, yaşlı tutkun
Onlardan sözediyorsun bana. On-
………lar süslüyor usunu. evini
………onlar, tüm yaşantımızı.
Arkadaşım ... Onlar çok: baba,
………ana. Çocuklar, karı,
………mutlu olmak için.
Bununla birlikte, sessiz düşlerin.
………ve ben durmadan sayıyorum.
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
BARIŞ ŞİİRLERİ
………Kavuştu kocalarına
Bütün mutlu kadınlar – onlar güneşten geliyor
………Sıcaklık getiriyor.
Gülüyor,günavdın diyor usulca
………Karısını öpmeden önce
Bütün yoldaşları dünyanın
………Hey! dostlarım!
Sizedir size bütün çağrım
İşte karım ve çocuklarım,
………Hey! dostlarım!
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
BURDA YAŞAMAK İÇİN
Bir ateş yarattım gidince gökyüzü
Bir ateş - seni dost edinmek için
Isınmak için kış gecelerinde
Bir ateş - yaşamak için
Ne varsa bağışladım ona
Ormanları fundaları tarlaları bağları
Kuş yuvalarını evleri anahtarları
Çiçekleri böcekleri şenlikleri ona
Çıtırtılı yalımlardı yaşam dolu
Kokuları sıcaklığının
Suda kayan gemiydim
Ölümdü çıkar yol
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
SÖZ
Güzelim ya mutluyum
Kayıyorum yel çatılarının
Deniz çatılarının üstünden
İşte ben - duygulara batık
İstemem bir iletici artık
Çiçekler çakıl taşları hasyasıyım
Çıplak Çin'li güzeller çekiyor beni
Seviyorum en çıplağını kuşların
Yaşlıyım ama güzelim burda
Ve derin pencerelerden inen gölge
Dağıtıyor her akşam kara gözbebeğini gözlerimin
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
TUTKUN
Gelip durmuş gözkapaklarıma
Saçları saçlarımda o kadın
Ellerimin biçimi
Gözlerimin rengi ondan
Sinmiş gölgeme
Taşlar gibi, gökyüzünde
Kapanmaz gözleri bir an
Uyutmaz beni
Pırılpırıl düşleri
Dağıtır güneşleri
Güldürür ağlatır güldürür beni
Konuşturur konuşacak yokken.
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ŞİİRİN ELEŞTİRMESİ
Kentsoylu yönetiminden tiksiniyorum
Din adamları - polis yönetiminden
Tiksinmeyen kişiden tiksiniyorum
Benim gibi
Bütün gücüyle
Yüzüne tükürüyorum doğadan küçük insanın
Bütün şiirlerime yeğ tutmayan şu şiirin
Eleştirmesi’sini
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YOKLUK
Gölgelerin kolunda dışarı çıkıyorum
Gölgelerin altındayım
Yalnız
Acıma çok yücede orda kalabilir
Göğüslerinin yardımı oluyor erdem
Gözkapaklarının ağına düşmüş incelik
Daha ince basamaklardan
Daha sağlam
Aşağıda taşlar gölgelerle
Ulaştım ona
Son savaşını veriyor bur’da ışık
Uyursam - düşlememek için artık
Hangisi utkumun silâhları
Tutuşan gözlerimde yarıklar açıyor Güneş
Ey bahçesi gözlerimin
İşte bütün yemişler çiçekleri anlatmak için
Çiçekleri geceleyin
Yaprak yaprak pencere
Açılıyor yüzünde
Nereyi öpeceğim dudaklarımla - uçsuz doğa?
Daha güzel bir kadın yaşadığım dünyadan
İşte gözlerimi kapıyorum
Dışarı çıkıyorum gölgelerin kolunda
Gölgelerin altındayım
Gölgeler beni bekliyor
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YILBAŞI
Özde olanı kutluyorum varlığını kutluyorum
Özgür - yepyeni yaprakların dolu yaşam
Gencecik çaylardır fışkıran yemyeşil otlardan
Ne denli seviyoruz sıcaklığı - hava sıcak
Yemişler yanıltıyor Güneşi renkler yanıyor
Açılıyor güzler el değmemiş kışlara
Kişi olgunlaşmadı - yaşlandı zaman var
Yaşlanmasına çocukların ölmeden önce
Çocuklarının çocukları güldürecek onları
Sen ilk ve son - sen yaşlanmadın
Aydınlatmak için sevgimi - yaşamımı
Koruyorsun yüreğini çıplak güzel bir kadının
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
İLK OLARAK
Bulutlar için söyledim sana bunu
Deniz ağaçları - dalgalar
Dallardaki kuşlar için
Fısıltı çakıltaşları
Alışık eller
Gören gözler için
Doymuş geceler
Parmaklığı için yolların
Açık pencereler – akpak alınlar
Düşünceler - sözlerin için
Gene bu güler yüz gene bu inan
Çekilmez olsa da yaşam
Anlatmak için isteklerimi -sevgilim
Ko dudaklarını göğüne sözlerinin bir yıldız gibi
Öpücüklerini diri geceye
Ve boynuma izini kollarının
Bir utku yalımı benzeri
Düşlerim yeryüzünde
Aydınlık ve sürekli
Ve sen burda olmayınca
Ne düşlersem O'nu düşlüyorum
Kargalar gidip gelmiş
Gece sönmüş
Uyanan bir baş için
Ak saçlar son düş
Eller kanlarımın ışığı
Okşamalarının
Gökmavisi denen bir yıldız
Tıpkı yeryüzünce
Artık gelmeyecek
Bilgisizlik, ilgisizlik
Ortaya komazlar gizemlerini
Bilmiyorsun eletek öpmeyi zamanında
Ne de tansıklarla karşılaştırmayı kendini
Beni dinlemiyorsun
Ama paylaşıyor dudakların seviyi
Ve senin dudağın
Bu son buğusu öpücüklerinin
Birlikte olduğumuz
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
UNUTALIM
ARAMIZDA GEÇENLERİ
Gözyaşları mutsuzların mutsuzluğu
Çıkarsız mutsuzluk ve renksiz gözyaşları
Bir şey istemez yok artık duygusuzluğu
Özgür olsa da üzgün, özgür olmasa da
Üzgün çağ – bastırıyor gece
Körü - kapı dışarı etmemek için
Güçlüler oturmuş - arıklar konmuş erke
Kral ayakta yanıbaşında kraliçenin
Gülümsemeler iç çekişler sövgüler çürür
Alçakların gözlerinde ağzında dilsizlerin
Dokunmayın ha: bu yakar, bu tutuşturur!
Yaratıldı elleriniz cepleriniz - alınlarınız için
Bir gölge
Tüm acıları yeryüzünün
Sevgim her şeyden üstün
Çıplak bir hayvan gibi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
DEĞİŞİK
Esenlikler üzüntü
Günaydın üzüntü
Yazıldın baş satırlara
Yazıldın sevdiğim gözlere
Sayılmazsın büsbütün yoksul
Ama dudakların söylüyor
Gülümsemekli
Günaydın üzüntü
Sevgisi sevimli bedenlerin
Gücü sevgilerin
Orda işte
Çirkinliklerce
Eğik başım
Güzel yüzlü üzüntü
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
DİRENİŞ
Döşeme taşlarında akan kan
Bana pabuçlar yapıyor
Sokak ortasındaki bir sandalyada
Sömürgeli küçük kızları seyrediyorum
Ağızlarında pipo okuldan çıkıyorlar
Kurt kaçacak yarın - karanlık kumaşlarına doğru korkunun
Ve karga yeniden doğacak daha al
Oymak başkanının değneğini süslemek için
Ak ağaçlar kara ağaçlar
Daha genç doğadan
Karışmak için doğum alınyazısına
Yaşlanmalı
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
İÇTEN
Seni sevmek istedim yalnız
Boralar kapladı koyakları
Çayları balıklar
Seni yarattım yalnızlığımca
Yeryüzünü gizlemek için
Anlaşılsın diye gecelerle gündüzleri
Yok artık hiçbir şey gözlerinde
Seni düşünmemden
İmgemdeki dünyadan başka
Gece de gündüz de gözkapaklarında
Başa dön
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
OLMAK
Yitik bir bayrak gibi alnın
Seni sürüklüyorum yalnız kalınca
Ayaz kesen sokaklara
Karanlık odalara
Yoksulluğunu bağırarak
Çekip gitmek istemiyorum
Aydınlık karmaşık ellerin
Ellerimin kör aynasında doğmuş olan
Kalan ne varsa yetkin
Daha yararsız ne varsa kalan
Yaşamdan
Oy gölgendeki toprağı
Göğüslerine değin su
O suda boğulmak istiyorum
Bir taş gibi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
K A S I M 1936
Alışılır her şeye
Kurşun kuşlardan başka
Parlayan hıncından başka
Boyun eğilen şu yerden başka
Gökten söz edin gök boşanıyor
Varsın tırmansın güz
Ayak vurdu efendilerimiz
Unuttuk güzü
Unutacağız efendilerimizi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
GÜZEL EL
Geçmişimde ağlayan Güneş
Aşmadı eşiğimi
Elimin ellerinin
Büyüyordu otları çiçekleri gezintilerinin
Gözler - bütün zamanlar
Söz verdiler cennetleri, boraları
İmgemiz sakladı düşlerimizi
Gençliği destekleyen Güneş
Yaşlanmadı
Gizliyor derin gökyüzünü benden
Bulup çıkarmam için
Delice
Sözcüklerle
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ÇAĞSIZ
Yaklaşıyoruz
Ormanlarda
Sabahın yolunu tutun
Çıkın basamaklarını karanlıkların
Yaklaşıyoruz
Toprak kabarıyor işte
Bir gün daha – doğmak için-
Gök büyüyecek
Bıktık artık
Oturmaktan yıkıntılarında uykunun
Alçak gölgesinde
Yorgunluk uykusunun
Toprak uyanacak diri bedenlerimizden
Üzüntümüze katlanacak yel
Gözlerimizden geçecek
Güneşlerle geceler
Gözlerimiz değişmeyecek
Yeni bir belleğe kavuşacak tümümüz
Konuşacağız duygulu bir dille
Ey benim yaramaz kardaşlarım saklayıp gözbebeklerinizde
Geceyi ve korkunçluğu
Nereye bıraktım sizi
Ağır ellerinizle yağlar içinde
Eski sözleşmelerinizin
Umutsuz
Ey benim yitik kardaşlarım
Geliyorum yaşama doğru yetmez mi insan görünüşüm
Ölçüme göre yaratıldığını tanıtlamak için yeryüzünün
Yalnız değilim
Binlerce imge çoğaltıyor ışığımı benden
Binlerce bakış eşitliyor teni
Bu kuş bu çocuk bu kaya bu ova
Sarmaş dolaş olan bizimle
Altın gülmekten patlar dışında uçurumun
Bir tek neden uğruna boşanır su ateş
Tutulma yok artık yüzünde Evrenin
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
GUERNİCA UTKUSU
Haram ettiler size bir dilim ekmeği
Yeri göğü suyu uykuyu
Ve yoksulluğunu
Yaşamınızın
Hoş dünyası yıkıntıların
Mayınların savaş alanlarının
Ölüm altüst olan yürek
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YAKINDA
Yeryüzünün bütün baharlarından
En çirkini bu bahar
En sonunda anladım
Bir inanmak var
Ot kaldırıyor karları
Tıpkı bir rnezar taşı
Uyurum boralarda
Uyanırım ışık gözlerim
Zaman bilir işini
Geçer bütün yollar Roma'dan
Ben giderim buralardan
Birine raslarım diye
Sildim defterden canavarları
Diyeceğini dedi onlar
Güzel yüzler görüyorum
İyi yüzler güvenli
Güvenli - yıkmaya efendilerini
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
KIYIMDAN KUŞKULANMAK
Bir ip bir yalım adam
Boğdu on adamı
Yaktı bir köyü
Rezil etti bir halkı
Dişi kedi uzandı yaşama
Kabuğunda inci gibi
Dişi kedi yavrularını yedi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
SON GECE
Güzellik mutludan yana
Güzellik ardında korkunun
Dizlerinde çapraz eller
Andırıyor kıyıcının bıçağını
Şu ağız türkü söyleyen
Dilencinin çanağını
Ve şu temiz süt kabı
Bir yosmanın göğsünü
Ekmeklerini topluyordu yoksullar derede
Bakışları emiyordu ışıkları
Korkmuyorlardı geceden de
Arıklık güldürüyordu onları
Bedenlerini taşıyorlardı ardında gölgelerinin
Görülmüyorlardı sıkıntılarının ortasında
Duyuyordum söz ettiklerini usulca
El kadar kocaman eski bir umuttan
Saymayı istiyordum
Güz yapraklarıyla çoğalmış çapları
Eriyişini dalganın susuk denizin göğsünde
Saymayı istiyordum
Geleceğin gücüyle çoğalmış çapları
Korkunç bir cephe ardında doğmuşum
Yemek yemiş gülmüş düşünmüş utanmışım
Bir gölge gibi yaşamışım
Türkü söylemişim Güneşe
Soluk olan Güneşe
Her göğüste her gözde
Gözyaşları ardında yansıyan temizlik damlasına
Ateşe veriyoruz çalıçırpısını karanlıkların
Kırıyoruz eşitsizliğin paslı kilitlerini
Yiğit insanlar korkusuz insanlar gelecek
Bütün insanlara güvençli
İnsan yüzlü düşman çekilecek ortadan
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ALMAN BULUŞMASI
İşte ana konuşuyor:
Üç saray kurmuştum andımızca
Biri yaşam için biri sevi biri ölüm
Bir gömü benzeri gizliyordum
Acılarını
Mutluluğumun
Üç manto yapmıştım ağzımın tadınca
Birbirine karışıyordu her şey
Oğul umut çiçek ayna göz ay
Tatsız adam ama açık dilli
Süzgün kadın ama oynak parmaklarına değin
Bir çöl içindeyim
Yitiyorum karanlıkta
Düşman bulundu
Yalnızım tenimle
Yalnızım sevmek için
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ŞİİRİN YERGİSİ
Ateş uyandırıyor ormanı
Bedenler yürekler eller yaprakları
Tek bir demette mutluluk
Tıpkı bitkide özsu
Bütün dostlarr ormanı
Yeşil çeşmelerinde harman
Güneşlerin - yanan odunların
Garcia Lorca öldürüldü
Yurdu tek bir sözün
Andlı dudakların yaşamak uğruna
Bir yavrucak gözü yaşsız
Kuru gözbebeklerinde
Işığı geleceğin
Kotarıyor insanı damla damla
Saydam gözkapaklarına değin
Saint Pol-Roux öldürüldü
Kızına zincir vuruldu
Köşe bucak donmuş kent
Çiçekli yemişler düşlediğim
Göğünden toprağından
EI değmemiş kızoğlankız
Bu bitmez oyun içinde
Kuru taşlar yankısız duvarlar
Sizi gülüşten sakınırım
Decour öldürüldü
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
TAN AĞARIMI
DAĞITIYOR CANAVARLARI
Bilmiyorlardı
İnsan, güzelliğinin daha yüce olduğunu insandan
Düşünmek için yaşıyorlar susmak için düşünüyorlardı
Ölmek için yaşıyorlardı - yararsızdılar
Ölümde buluyorlardı suçsuzluklarını
Düzene koymuşlardı
Zenginlik adına
Mutsuzluklarını sevgililerini
Çiçekler ve gülüşler geveliyorlardı
Silahlarının ucunda buluyorlardı yüreklerini
Anlamıyorlardı sövgülerini yoksulların
Yoksulların yarınsız
Güneşsiz düşler alıp götürdü onları
Ama bulut çamur oldu
İniyorlardı artık ne gökte baş
Tüm geceleri ölüleri yoksul gölgeleri
Başkaları için
Bu ilgisiz düşmanları unutacağız
Bir yığın yakında
Yineleyecek ışık yalımı bir sesle bal mı bal
Yalım ikimiz için - biz sabırlılar için yalnız
İkirniz için öpücüğü yaşayanların
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
SAVAŞTA SEVİ ŞİİRİ
“İnsanların pislik ve susuzluk, susku ve
açlık içinde kıvraındığı bu ülkede yazıyorum ...”
ARAGON
Bir gemi, gözlerinde
Egemeniydi yelkenlerin
Bir ülkeydi gözlerin
Bir anda ulaşılan
Gözlerin bizi bekliyordu
Orman ağaçları altında
Yağmurda boralarda
Tepelerin karlarında
Oyuncaklarında çocukların
Gözlerin bizi bekliyordu
Bir koyaktı
Daha sevecen filizdin
Güneşleri ağırlık veriyordu
Arık insan ekinine
Bekliyorlardı bizi görmek için
Sabah akşam
Çünkü seviyi taşıyorduk
Gençliğini sevinin
Nedenini sevinin
Bilgeliğini sevinin
Ve ölümsüzlüğü
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
TANIDIĞIM OZANLAR
- Usun, duygulanım yatağını nasıl düzenlediğini iyi bilen
Jean Fréville'e –
Tanıdığım ozanlar
Anıları güz gibi
Gölgede güneşleri çoğaltan
Tanıdığım ozonlar
Yaşayan ölü arık güçlü
Mutlu mutsuz
Bütün sevdiklerim anladıklarım
Kusurlular erdemliler
Batıp gitmek isteyenler
İnananlar kurtuluşa
Değişik yürekli yığın
Kimi külden kimi altından
Dolaşmış dilden dile
Gün olmuş dilleri
Dolaşmış ton ağarımınca
Tepelerde süt mü süt
Gök geriye boyansa da
İşte geliyorum Aragon'a
Anlıyorum konuşmasını Aragon'un
Benimle konuşmasını - açmasını bana yüreğini
Yüreğimizi
Dostum Aragon'la, insanlar bulur anlamını
Burçlarında
Burçlarının ötesinde
Sınırlarında
Sınırlarının ötesinde
Sınır sözcüğü tek gözlü bir sözcük
İnsan iki gözle görsün diye Evrenini
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
PABLO PICASSO
Uykunun silâhları oydu karanlıkta
Başlarımızı ayıran o harika derin izleri.
Arasında elmasın her madalya ‘kalp,
Parlak göğün altında görünmüyor yeryüzü.
Yüreğin yüzü yitirdi renklerini,
Güneş arıyor bizi, karın gözü kör.
Kanatları var ufkun, ayrılsak da birbirimizden,
Uzakta yanlışları dağıtıyor bakışlarımız.
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ENTERRAR Y CALLAR
Kardaşlar bu tan ağarımı sizin
Bu toprak - çiçekli tan ağarımı
Son tan ağarımı sizin
Şurda yatmıştınız
Kardaşlar bu ton ağarımı bizim
Acıların uçurumunda
Öfkeyle ve yürekten
Kardaşlar sizi seviyoruz
Uzatmak istiyoruz
Bu tan ağarımını paylaşan
Alaca mezarlarınızı
Umudu umutsuzluğu
Tiksinti çıkarak topraktan
Savaşmış sevi uğruna
Tiksinti toz toprak içinde
Seviyi hoşnuttan sonra
Işıl ışıl sevi şimdi
Umut donandı baştan aşağı
İnsana göre yurtseverler
Göğü altında bütün insanların
Güzelim kardeş yeryüzünde
Şu olgun yemişin içinde
Güneş tıpkı bir yürek tertemiz
İnsanlar için bütün Güneş
İnsanlar için bütün insanlar
Bütün yeryüzü zamanlar
Bir tek bedendeki mutluluk
Gördüğümü söylüyorum
Bildiğimi
Gerçeği
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YAŞAMI
VE
ŞİİRLERİ
Haz: Abdullah Ergüven / “özel yayın” / Şubat 1980
Öz adı Eugéne Grindel olan Paul Eluard, 14 Aralık 1895'de Saint-Denis'de doğdu. Babası büro memuru, annesi Jeanne - Marie Cousin de dikişçiydi.
Ozan, Eluard adını anneannesinden alır. Babası, annesini üç çocuğuyla birlikte yapa¬yalnız bırakınca, küçük Paul'ün annesi de annesinin evine sığınır. Ozan, körpe çocukluk yıllarında acıklı, yaşam öyküleri dinler annesinden. Bu durum, ozana etki etmiş olmalı ki, bir gün sarışın Cecil'ine şunları yazar:
«Acıları, yaşamı öğrenmemeni, onlara kapalı kalmanı isterim. Kişiler, olaylar üstüne görgülenmek bir yük. Sen kendine özgü ışığında yürü.. »
Babası Clement Grindel Norman köylülerinden olup, Norman niteliğini üzerinde toplamış; mavi gözleri, sarı saçlarıyla Viking'leri andırıyordu. Yapmacık duygularla bağlıydı karısına, çocuklarına. Gün oluyor, yakınlarından bile kuşkulanıyordu.
Eugene, Saint-Denis bucak okuluna yazılır. Sonra ailesiyle birlikte Aulnay-sous-Bois'ya yerleşir. Burada sürdürür öğrenimini. Paris' e geldiklerinde küçük Eugene, Clignantcort Sokağı yakınındaki okula girer. Hastalanır. Yorucu ders yılından sonra, 1912 Temmuz sonunda annesiyle Montreux yakınındaki Glion (İsviçre)'a yerleşir.
İsviçre dağlarında, bu dinlenmenin tadını çıkardığı sıralarda vereme yakalanır.
1914 Şubatına değin dinlenir. Altı hafta sonra Paris'te oturan babasına - kitap göndermesi için mektup yazar. Ciltciye, ciltlenmek üzere bırakılan kitaplardan kuşkulanarak, «aman kitaplarıma bir şey olmasın» diye, duramaz bir mektup daha döşenir. Ismarladığı yapıtlardan başka, durmadan Rimbaud ile Lautreamont’u okumaktadır.
1914 Kasımı, henüz 19 yaşında, askeri göreve alınır. Ama 1915 Martında bronşite yakalanarak hastahaneye gönderilir. Savaşa çağrılır yeniden. Mektup dağıtıcısı, telefoncu, askeri hasta bakıcısı, yazışmacı gibi çeşitli görevlerde bulunur. Gözleriyle tanık olur can sıkıntılarına, üzüntülere, mutsuzluklara.
Bu arada, çeşitli hastalıklar yakasını bırakmaz. 1915 Eylül’ünde dört saatlik izinsiz ayrılışı yüzünden, sekiz gün tutuklu kalır. 1916 Temmuzunda yazmanlık görevini yüklenince: «Biraz önce ilginç bir göreve atadılar beni. Etape bölgesine ya da daha içerilere taşıdığımız yaralıların mektuplarını yazmak, aileleriyle bağlantı kurmak. Bu görevi öbürlerine yeğ tutuyorum, Yararlı bir iş.» demekten kendini alamaz.
Artık la Nouvelle Revue Française'le le Mercure de France'ı okumakta ve annesinden kitaplar istemektedir. Satın alınmasını istediği yapıtlar arasında Claudel'in Les Trois Poémes De Guerre'iyle Henri Bataille’in La Divine Trajedie'si de bulunmaktadır.
1912 yılı sonunda «yaşamının güneşi» olan Gala'ya tutulur. «Onu çok seviyorum. Beğenilerimiz birbirinin tıpkısı. Evimiz aydınlık, güler yüzlü, konuksever olacak; babama, anneme, dostlarıma, sizinkilere.» 11 Kasım 1918
Bırakışını ise bir çocuk sevinciyle karşılar. Önce ciltcisi, sonra dostu olan Gonon'a seslenir: «Bitti, bitti... İşte bitti yaşlı Gonon'um, renk değiştirdi gök. Kuşkusuz daha anlayışlı daha güçlü olacağız. Ohh .. Gonon! Ben artık sizinim.»
13 Kasım 1918'de Gonon'a şöyle sızlanır: «Gerçekten altüst oldum Apollinaire'in ölümüyle. Genç bir yetenek aramızdan ayrılan. Onun verdiği umutları bize hiç kimse veremiyecek!»
Apollinaire'e ağlıyordu: «Ulu bir yapının» temellerini atan. Daha sonra kendisi gibi savaştan yeni çıkmış gençlerle karşılaşır: Louis Aragon, Andre Breton, Philippe Soupault, Robert Desnos, Hans Arp, Max Ernst vb ...
Böylelikle Dada'cılar ve Gerçeküstücülerle bağlar kurar.
Babasına şöyle yazar bir gün: «Paris'e gelirken kanama geçirdim. Sağlık yurdundayım. İsviçre sanatoryumunda olduğumu söyleyiver».
Yanına 17.000 frank alarak sonradan «aptalca bir yolculuk» diye nitelendireceği amaçsız bir yolculuğa, dünya yolculuğuna çıkar (1924).
Her şeyini; karısını, kızını bile arkada bırakır. Bu kaçışta babasının sıkıyönetimine boyun eğmeyen sert bir ırkın izleri var. Hindiçini'ye değin uzanır: Tahiti, Cook Adaları, Yeni Zelanda, Cava, Sumatra, Seylan, Hindistan, Hindiçini.
Charles Baudelaire’'in yolculuğu durgun, düzenli bir yaşayışa kavuşmak amacıyla adalara, yeni çevrelere açılıştı. Ama Eluard'ın yolculuğu üstüne yer adlarından başka bir şey bilinmiyor. Birkaç ay sonra Gala, Saygon'da yardımına yetişir. Altı aylık bir ayrılıştan sonra birlikte Marsilya'ya gelirler.
Gerçeküstücü topluluğunda ve Franco'ya karşıdır. Prene'lerin ardında İspanya'nın acısını çeker. Ardından İkinci Büyük Savaş (1939-45).
1942 mütarekesinden sonra işgal gücüne karşıdır.
Liberte (Özgürlük), bir Marseillese gibi kulaklarda yankılanır. Ulusal Yazarlar Kurulu'nun çağrısı üzerine Eluard da öbür ozanların yanında yer alır.
1930'da Gala'dan ayrılır. «bütün varlığını dolduran» Nusch'la evlenir.
(1946). Eluard-Nusch evliliğinin tanıklığını yapmış olanlar arasında Picasso da vardır.
1952 yazı. Dinlenmek için Perigord' da küçük bir ev kiralar. Henüz 57 yaşında. Omuzları çökmüştür. Önsezilerinin etkisiyle olacak, Perigord'un güzel görünümlerini bir yana iterek Paris' e gelir.
18 Kasım sabahı göğüs anjini yakasını bırakmaz, olduğu yere yıkılır (1952).
Eluard yaşadığı yerlerin, görünümlerinin iç kapanıklığını unutmadı hiçbir zaman. Bir yandan rahatsızlığı, öbür yandan öğrenimini yanda bırakma korkusu. Bütün bunlar o zamanın mutlulukla mutsuzluk arasında bölünmüş duygululuğunu etkiliyordu. Yirmisinde bir “anlatım aracı” ardındaydı.
Gerçeküstücülük yeni sözcükler yaratma sanatını kazandırdı.
Coşkunluğu, sözcük bilimine başvuruyordu aralıksız. Bilinmeyen zenginlikler elde edeceği Fransız şiir geleneğinin kalıtıcısı olmak ister. Yalın sözcüklerle dilini yaratır. Kısa tümcelerle şiirlerinin derinliğinden fışkıran çarpıcı dizelerle gerçekleri yinelemekten hoşlanır.
Robert Poulet, Eluard'ın en iyi yapıtı olarak Mourir de Ne pas Mourir (Ölmemek için Ölmek)'i gösterir.
Şiir yaşamın içindedir, şiir gerçeği amaç edinir. Şiir kişiler, onların koşulları için; koşullar çekici olduğu zaman Eluard' da biçim yok. İzlenimcilerin desenleri gibi sanatının çevre çizgisi her zaman sislere gömülür.
Les Yeux Fertiles (Verimli Gözler, 1936)'le yeni bir dönem başlar. Eluard kuşkusuz, kendi topluluğunun en gerçekçi ozanı. Her zaman ulu bir sesi düşler doğal olarak. Şiir yoluyla doğrudan doğruya insana uzanan bağlar kurar. Özgürlüğünü ortaya koyar bu yapıtla.
İspanya İçsavaşı (1936) sıralarında yaklaşık olarak şöyle der:
«Bütün ozanların, insanların yaşamıyla yakından ilgilenerek onları desteklemek görevinin zamanı gelmiştir.»
Liberte, İkinci Büyük Savaş yıllarında Fransız şiirini ardında sürükleyen büyük harekete katılır.
Sur mes cahier d'écolier
Sur mon pupitre et les arbres
Sur le sable sur la neige
J'écris ton nom
Sm toutes les pages lues
Sur toutes les pages blanches
Pierre sans papier ou cendre
J'écris ton nom
Roland Purnal'e göre Eluard'ın yalnızlığında bir «kaynaşma gereksinmesi» saklıdır.
İlk yapıtlarının birinde «toprağa bağlı bir bakış»ı, insanla Evrenin dengesini belirtir. Koşulların baskısıyla her şeyi kişinin durumu karşısında başkaldırmaya bağlar. Simgeleri eşsiz bir ustalıkla kullanır. Coşkunluğu bir denge tansığıdır. Sevi, umutsuzluğa karşı durur. Eluard'ın sözcüğü, zaman kavramını siler, yerçekimi yasalarına karşı direnir. Nesneleri tozlaştırır: Bütün bir boşluğu aydınlatmak için ayakta kalan yalnız kişilerdir. Bütün çağlar boyunca Fransız içli ozanlarının başlıcalarından biri.
Marcenak, özellikle onun gerçekçiliği üzerinde durur: «Neyle gizlemeli toprağın tuzlu tadını? 1917'den 1952'ye değin her gün biraz daha bilinçli. Ozan sesini yükseltmişse, gizemli bir kaynaktan çıkmıyordu. Ortak yankısıydı bu ses insanların, tarihin. Kişi, savaş için yaratılmadı; karısı, çocuklarıyla mutlu olmak için» diyordu.
Gerçek, büyük ozan kendi alınyazısında, alınyazımızın imgesini görebilen, gördüğünü yansıtabilen ozandır:
De l'horizan d'un homme a l'horizon de tous
“Kişinin çevreninden tümümüzün çevrenine”
Lautreamont soruyordu ozanlara: «Sizi öbürlerinden ayırmaya yeter bir neden mi dizelerle yazmanız?»
Eluard'ın da yapıtlarıyla ortaya koyduğu gerçekler bundan başka değil. Ozan, yalnızlık krallığının saçma başbuğu değildir. Işık tümümüz için. Ozanın bir Evreni var, tarih onu herkesle paylaşır. İşte ozanın varlıklar zincirindeki yeri ve görevi:
Je suis crée, je crée, c'est le seul équilibre
C'est la seule justice
Yaratılmışım, yaratırım, tek denge bu,
Tek eşitlik.
Hier il ya trés longtemps
Je suis né sans sortir des chaines
Je suis né comme une defaite
Hier il ya trés longtemps
Je suis né dans les bras tremblants
D'une famille pauvre et tendre
Dün, uzun yıllar önce
Doğdum zincirimi koparmadan
Bir bozgun gibi doğdum
Daha dün
Doğdum titrek kollarında
Yoksul, sevecen bir ailenin
Eluard yığınların duygusunu paylaşır, halkın içinde yaşar. Toplum her şey onun için. Yaşadığı ortamın ozanı olduğu kadar, gelecek kuşakların da ozanı. Çevresindeki gerçeklere bağlı. Görmemezlikten gelmez onları. Uydurma türküler de söylemez! Ozanın işi değil yalancılık. O, ne de bir kentsoylu aldırmazlığına kaptırır kendini:
Voici ma table et mon papier, Le pars d'ici
Et je suis d'un seul bond dans la foul des hommes.
Çekip gidiyorum, işte masam, kâğıtlarım
Bir atılışta ortasındayım yığınların.
* **
İls vous ont fa it payer le pain
Le ciel la terre l'eau le sommeil
Et la misére
De votre vie
Haram ettiler bir dilim ekmeği size
Yeri göğü suyu uykuyu
Ve yoksulluğunu
Yaşamınızın
Şiiri yaratan duygularının gücüdür. Ülkücülüğü, kişinin evrenselliğine inanan bir ülkücülük. Yüreği ve ruhu bireyci değil. Ozan, onların açılmasını, sunulmasını ister. Sevenle sevilen arasında bir karşıtlık aramayın. İkilik de bir. Mutluluğun bireşimi. Çünkü o, eş tenden, eş yürekten çıkıyor. Eluard taşa, suya, ateşe nasıl inanıyorsa, görünen evrende olduğu gibi, sözcüğe de inanıyordu:
La terre est bleu comme une orange
Jamais une erreur les mots ne mentes pas
Bir portakal gibi mavi yeryüzü
Yanlışı yok sözcükler yalan söylemez
“Hiçbir zaman yitirmedi inancını; bir eylem, bir sorun adamı olarak. Kısacası,” der Louis Perche, çağımız şiirinin Platon'u; iyiliği, dostluğu, kardeşliği dile getiren ozanı Eluard."
Son sözü ozanın kendisine bırakalım:
«- Goethe'nin dediği gibi -her şiir bir koşuldur. Şuna inanmalıyız ki bir durum-koşul şiiri; özelden genele değişime uğrar ve bir değer anlamı, bir süreklilik ve sonsuzluk anlamı kazanır. Koşullar; ozanın en yalın istekleri, yüreği,ruhu ve usuyla uzlaşmalı. Dış koşullarla iç koşulların eş anda rastlaşması gerek. O zaman seviçli bir coşkudan, bahar çiçeklerinden, ölmemek için bir şey yapma sevincinden daha gerçek olur. Ozan her zaman, kendi düşüncesinin izinden gider. Ama bu düşünce onu, insanlığın ilerlemesi çizgisine götürür.»
Stokholm, Ocak 1980
Abdullah Rıza Ergüven
Not: Abdullah Rıza Ergüven'in bu kitabı daha sonra 1993'te Berfin Yayınevi tarafından basılmıştır.
ÖLÜMÜMÜZ
«Biliyorum bütün şarkılarını kuşların»
Bağırdık sevinçle: «Savaşa gidiyoruz!»
………bunu iyi bilen kişilerle
………Savaşı tanıyoruz!
………Ah! korkunç sesi savaşın aramızda,
cevremizde! Ah!Korkunç sesi savaşın:
Tekerleği dönen şu top
şu makineli tüfek, kekeleyen şu adam
ve şu fare, bir kurşunla yere savrulan!
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
BAŞLIKLI ERLER
Başlıklı körpe erler geliyorlar
Yakıp yıkarak ağızlarında şarkılar
Yan tekerlekleri ekinlerce gömülü
Kamyonlar toplar arabalar
Sessiz bekleyiş
Akşam – şu batan güneş
Bir yük gibi omuzdan kayan
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ALACAKARANLIK
Daha gece olmadı, işte Ay. Gök
………bir süt hapı gibi güldürü-
………yor seni, yaşlı tutkun
Onlardan sözediyorsun bana. On-
………lar süslüyor usunu. evini
………onlar, tüm yaşantımızı.
Arkadaşım ... Onlar çok: baba,
………ana. Çocuklar, karı,
………mutlu olmak için.
Bununla birlikte, sessiz düşlerin.
………ve ben durmadan sayıyorum.
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
BARIŞ ŞİİRLERİ
………Kavuştu kocalarına
Bütün mutlu kadınlar – onlar güneşten geliyor
………Sıcaklık getiriyor.
Gülüyor,günavdın diyor usulca
………Karısını öpmeden önce
Bütün yoldaşları dünyanın
………Hey! dostlarım!
Sizedir size bütün çağrım
İşte karım ve çocuklarım,
………Hey! dostlarım!
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
BURDA YAŞAMAK İÇİN
Bir ateş yarattım gidince gökyüzü
Bir ateş - seni dost edinmek için
Isınmak için kış gecelerinde
Bir ateş - yaşamak için
Ne varsa bağışladım ona
Ormanları fundaları tarlaları bağları
Kuş yuvalarını evleri anahtarları
Çiçekleri böcekleri şenlikleri ona
Çıtırtılı yalımlardı yaşam dolu
Kokuları sıcaklığının
Suda kayan gemiydim
Ölümdü çıkar yol
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
SÖZ
Güzelim ya mutluyum
Kayıyorum yel çatılarının
Deniz çatılarının üstünden
İşte ben - duygulara batık
İstemem bir iletici artık
Çiçekler çakıl taşları hasyasıyım
Çıplak Çin'li güzeller çekiyor beni
Seviyorum en çıplağını kuşların
Yaşlıyım ama güzelim burda
Ve derin pencerelerden inen gölge
Dağıtıyor her akşam kara gözbebeğini gözlerimin
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
TUTKUN
Gelip durmuş gözkapaklarıma
Saçları saçlarımda o kadın
Ellerimin biçimi
Gözlerimin rengi ondan
Sinmiş gölgeme
Taşlar gibi, gökyüzünde
Kapanmaz gözleri bir an
Uyutmaz beni
Pırılpırıl düşleri
Dağıtır güneşleri
Güldürür ağlatır güldürür beni
Konuşturur konuşacak yokken.
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ŞİİRİN ELEŞTİRMESİ
Kentsoylu yönetiminden tiksiniyorum
Din adamları - polis yönetiminden
Tiksinmeyen kişiden tiksiniyorum
Benim gibi
Bütün gücüyle
Yüzüne tükürüyorum doğadan küçük insanın
Bütün şiirlerime yeğ tutmayan şu şiirin
Eleştirmesi’sini
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YOKLUK
Gölgelerin kolunda dışarı çıkıyorum
Gölgelerin altındayım
Yalnız
Acıma çok yücede orda kalabilir
Göğüslerinin yardımı oluyor erdem
Gözkapaklarının ağına düşmüş incelik
Daha ince basamaklardan
Daha sağlam
Aşağıda taşlar gölgelerle
Ulaştım ona
Son savaşını veriyor bur’da ışık
Uyursam - düşlememek için artık
Hangisi utkumun silâhları
Tutuşan gözlerimde yarıklar açıyor Güneş
Ey bahçesi gözlerimin
İşte bütün yemişler çiçekleri anlatmak için
Çiçekleri geceleyin
Yaprak yaprak pencere
Açılıyor yüzünde
Nereyi öpeceğim dudaklarımla - uçsuz doğa?
Daha güzel bir kadın yaşadığım dünyadan
İşte gözlerimi kapıyorum
Dışarı çıkıyorum gölgelerin kolunda
Gölgelerin altındayım
Gölgeler beni bekliyor
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YILBAŞI
Özde olanı kutluyorum varlığını kutluyorum
Özgür - yepyeni yaprakların dolu yaşam
Gencecik çaylardır fışkıran yemyeşil otlardan
Ne denli seviyoruz sıcaklığı - hava sıcak
Yemişler yanıltıyor Güneşi renkler yanıyor
Açılıyor güzler el değmemiş kışlara
Kişi olgunlaşmadı - yaşlandı zaman var
Yaşlanmasına çocukların ölmeden önce
Çocuklarının çocukları güldürecek onları
Sen ilk ve son - sen yaşlanmadın
Aydınlatmak için sevgimi - yaşamımı
Koruyorsun yüreğini çıplak güzel bir kadının
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
İLK OLARAK
Bulutlar için söyledim sana bunu
Deniz ağaçları - dalgalar
Dallardaki kuşlar için
Fısıltı çakıltaşları
Alışık eller
Gören gözler için
Doymuş geceler
Parmaklığı için yolların
Açık pencereler – akpak alınlar
Düşünceler - sözlerin için
Gene bu güler yüz gene bu inan
Çekilmez olsa da yaşam
Anlatmak için isteklerimi -sevgilim
Ko dudaklarını göğüne sözlerinin bir yıldız gibi
Öpücüklerini diri geceye
Ve boynuma izini kollarının
Bir utku yalımı benzeri
Düşlerim yeryüzünde
Aydınlık ve sürekli
Ve sen burda olmayınca
Ne düşlersem O'nu düşlüyorum
Kargalar gidip gelmiş
Gece sönmüş
Uyanan bir baş için
Ak saçlar son düş
Eller kanlarımın ışığı
Okşamalarının
Gökmavisi denen bir yıldız
Tıpkı yeryüzünce
Artık gelmeyecek
Bilgisizlik, ilgisizlik
Ortaya komazlar gizemlerini
Bilmiyorsun eletek öpmeyi zamanında
Ne de tansıklarla karşılaştırmayı kendini
Beni dinlemiyorsun
Ama paylaşıyor dudakların seviyi
Ve senin dudağın
Bu son buğusu öpücüklerinin
Birlikte olduğumuz
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
UNUTALIM
ARAMIZDA GEÇENLERİ
Gözyaşları mutsuzların mutsuzluğu
Çıkarsız mutsuzluk ve renksiz gözyaşları
Bir şey istemez yok artık duygusuzluğu
Özgür olsa da üzgün, özgür olmasa da
Üzgün çağ – bastırıyor gece
Körü - kapı dışarı etmemek için
Güçlüler oturmuş - arıklar konmuş erke
Kral ayakta yanıbaşında kraliçenin
Gülümsemeler iç çekişler sövgüler çürür
Alçakların gözlerinde ağzında dilsizlerin
Dokunmayın ha: bu yakar, bu tutuşturur!
Yaratıldı elleriniz cepleriniz - alınlarınız için
Bir gölge
Tüm acıları yeryüzünün
Sevgim her şeyden üstün
Çıplak bir hayvan gibi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
DEĞİŞİK
Esenlikler üzüntü
Günaydın üzüntü
Yazıldın baş satırlara
Yazıldın sevdiğim gözlere
Sayılmazsın büsbütün yoksul
Ama dudakların söylüyor
Gülümsemekli
Günaydın üzüntü
Sevgisi sevimli bedenlerin
Gücü sevgilerin
Orda işte
Çirkinliklerce
Eğik başım
Güzel yüzlü üzüntü
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
DİRENİŞ
Döşeme taşlarında akan kan
Bana pabuçlar yapıyor
Sokak ortasındaki bir sandalyada
Sömürgeli küçük kızları seyrediyorum
Ağızlarında pipo okuldan çıkıyorlar
Kurt kaçacak yarın - karanlık kumaşlarına doğru korkunun
Ve karga yeniden doğacak daha al
Oymak başkanının değneğini süslemek için
Ak ağaçlar kara ağaçlar
Daha genç doğadan
Karışmak için doğum alınyazısına
Yaşlanmalı
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
İÇTEN
Seni sevmek istedim yalnız
Boralar kapladı koyakları
Çayları balıklar
Seni yarattım yalnızlığımca
Yeryüzünü gizlemek için
Anlaşılsın diye gecelerle gündüzleri
Yok artık hiçbir şey gözlerinde
Seni düşünmemden
İmgemdeki dünyadan başka
Gece de gündüz de gözkapaklarında
Başa dön
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
OLMAK
Yitik bir bayrak gibi alnın
Seni sürüklüyorum yalnız kalınca
Ayaz kesen sokaklara
Karanlık odalara
Yoksulluğunu bağırarak
Çekip gitmek istemiyorum
Aydınlık karmaşık ellerin
Ellerimin kör aynasında doğmuş olan
Kalan ne varsa yetkin
Daha yararsız ne varsa kalan
Yaşamdan
Oy gölgendeki toprağı
Göğüslerine değin su
O suda boğulmak istiyorum
Bir taş gibi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
K A S I M 1936
Alışılır her şeye
Kurşun kuşlardan başka
Parlayan hıncından başka
Boyun eğilen şu yerden başka
Gökten söz edin gök boşanıyor
Varsın tırmansın güz
Ayak vurdu efendilerimiz
Unuttuk güzü
Unutacağız efendilerimizi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
GÜZEL EL
Geçmişimde ağlayan Güneş
Aşmadı eşiğimi
Elimin ellerinin
Büyüyordu otları çiçekleri gezintilerinin
Gözler - bütün zamanlar
Söz verdiler cennetleri, boraları
İmgemiz sakladı düşlerimizi
Gençliği destekleyen Güneş
Yaşlanmadı
Gizliyor derin gökyüzünü benden
Bulup çıkarmam için
Delice
Sözcüklerle
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ÇAĞSIZ
Yaklaşıyoruz
Ormanlarda
Sabahın yolunu tutun
Çıkın basamaklarını karanlıkların
Yaklaşıyoruz
Toprak kabarıyor işte
Bir gün daha – doğmak için-
Gök büyüyecek
Bıktık artık
Oturmaktan yıkıntılarında uykunun
Alçak gölgesinde
Yorgunluk uykusunun
Toprak uyanacak diri bedenlerimizden
Üzüntümüze katlanacak yel
Gözlerimizden geçecek
Güneşlerle geceler
Gözlerimiz değişmeyecek
Yeni bir belleğe kavuşacak tümümüz
Konuşacağız duygulu bir dille
Ey benim yaramaz kardaşlarım saklayıp gözbebeklerinizde
Geceyi ve korkunçluğu
Nereye bıraktım sizi
Ağır ellerinizle yağlar içinde
Eski sözleşmelerinizin
Umutsuz
Ey benim yitik kardaşlarım
Geliyorum yaşama doğru yetmez mi insan görünüşüm
Ölçüme göre yaratıldığını tanıtlamak için yeryüzünün
Yalnız değilim
Binlerce imge çoğaltıyor ışığımı benden
Binlerce bakış eşitliyor teni
Bu kuş bu çocuk bu kaya bu ova
Sarmaş dolaş olan bizimle
Altın gülmekten patlar dışında uçurumun
Bir tek neden uğruna boşanır su ateş
Tutulma yok artık yüzünde Evrenin
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
GUERNİCA UTKUSU
Haram ettiler size bir dilim ekmeği
Yeri göğü suyu uykuyu
Ve yoksulluğunu
Yaşamınızın
Hoş dünyası yıkıntıların
Mayınların savaş alanlarının
Ölüm altüst olan yürek
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
YAKINDA
Yeryüzünün bütün baharlarından
En çirkini bu bahar
En sonunda anladım
Bir inanmak var
Ot kaldırıyor karları
Tıpkı bir rnezar taşı
Uyurum boralarda
Uyanırım ışık gözlerim
Zaman bilir işini
Geçer bütün yollar Roma'dan
Ben giderim buralardan
Birine raslarım diye
Sildim defterden canavarları
Diyeceğini dedi onlar
Güzel yüzler görüyorum
İyi yüzler güvenli
Güvenli - yıkmaya efendilerini
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
KIYIMDAN KUŞKULANMAK
Bir ip bir yalım adam
Boğdu on adamı
Yaktı bir köyü
Rezil etti bir halkı
Dişi kedi uzandı yaşama
Kabuğunda inci gibi
Dişi kedi yavrularını yedi
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
SON GECE
Güzellik mutludan yana
Güzellik ardında korkunun
Dizlerinde çapraz eller
Andırıyor kıyıcının bıçağını
Şu ağız türkü söyleyen
Dilencinin çanağını
Ve şu temiz süt kabı
Bir yosmanın göğsünü
Ekmeklerini topluyordu yoksullar derede
Bakışları emiyordu ışıkları
Korkmuyorlardı geceden de
Arıklık güldürüyordu onları
Bedenlerini taşıyorlardı ardında gölgelerinin
Görülmüyorlardı sıkıntılarının ortasında
Duyuyordum söz ettiklerini usulca
El kadar kocaman eski bir umuttan
Saymayı istiyordum
Güz yapraklarıyla çoğalmış çapları
Eriyişini dalganın susuk denizin göğsünde
Saymayı istiyordum
Geleceğin gücüyle çoğalmış çapları
Korkunç bir cephe ardında doğmuşum
Yemek yemiş gülmüş düşünmüş utanmışım
Bir gölge gibi yaşamışım
Türkü söylemişim Güneşe
Soluk olan Güneşe
Her göğüste her gözde
Gözyaşları ardında yansıyan temizlik damlasına
Ateşe veriyoruz çalıçırpısını karanlıkların
Kırıyoruz eşitsizliğin paslı kilitlerini
Yiğit insanlar korkusuz insanlar gelecek
Bütün insanlara güvençli
İnsan yüzlü düşman çekilecek ortadan
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ALMAN BULUŞMASI
İşte ana konuşuyor:
Üç saray kurmuştum andımızca
Biri yaşam için biri sevi biri ölüm
Bir gömü benzeri gizliyordum
Acılarını
Mutluluğumun
Üç manto yapmıştım ağzımın tadınca
Birbirine karışıyordu her şey
Oğul umut çiçek ayna göz ay
Tatsız adam ama açık dilli
Süzgün kadın ama oynak parmaklarına değin
Bir çöl içindeyim
Yitiyorum karanlıkta
Düşman bulundu
Yalnızım tenimle
Yalnızım sevmek için
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ŞİİRİN YERGİSİ
Ateş uyandırıyor ormanı
Bedenler yürekler eller yaprakları
Tek bir demette mutluluk
Tıpkı bitkide özsu
Bütün dostlarr ormanı
Yeşil çeşmelerinde harman
Güneşlerin - yanan odunların
Garcia Lorca öldürüldü
Yurdu tek bir sözün
Andlı dudakların yaşamak uğruna
Bir yavrucak gözü yaşsız
Kuru gözbebeklerinde
Işığı geleceğin
Kotarıyor insanı damla damla
Saydam gözkapaklarına değin
Saint Pol-Roux öldürüldü
Kızına zincir vuruldu
Köşe bucak donmuş kent
Çiçekli yemişler düşlediğim
Göğünden toprağından
EI değmemiş kızoğlankız
Bu bitmez oyun içinde
Kuru taşlar yankısız duvarlar
Sizi gülüşten sakınırım
Decour öldürüldü
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
TAN AĞARIMI
DAĞITIYOR CANAVARLARI
Bilmiyorlardı
İnsan, güzelliğinin daha yüce olduğunu insandan
Düşünmek için yaşıyorlar susmak için düşünüyorlardı
Ölmek için yaşıyorlardı - yararsızdılar
Ölümde buluyorlardı suçsuzluklarını
Düzene koymuşlardı
Zenginlik adına
Mutsuzluklarını sevgililerini
Çiçekler ve gülüşler geveliyorlardı
Silahlarının ucunda buluyorlardı yüreklerini
Anlamıyorlardı sövgülerini yoksulların
Yoksulların yarınsız
Güneşsiz düşler alıp götürdü onları
Ama bulut çamur oldu
İniyorlardı artık ne gökte baş
Tüm geceleri ölüleri yoksul gölgeleri
Başkaları için
Bu ilgisiz düşmanları unutacağız
Bir yığın yakında
Yineleyecek ışık yalımı bir sesle bal mı bal
Yalım ikimiz için - biz sabırlılar için yalnız
İkirniz için öpücüğü yaşayanların
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
SAVAŞTA SEVİ ŞİİRİ
“İnsanların pislik ve susuzluk, susku ve
açlık içinde kıvraındığı bu ülkede yazıyorum ...”
ARAGON
Bir gemi, gözlerinde
Egemeniydi yelkenlerin
Bir ülkeydi gözlerin
Bir anda ulaşılan
Gözlerin bizi bekliyordu
Orman ağaçları altında
Yağmurda boralarda
Tepelerin karlarında
Oyuncaklarında çocukların
Gözlerin bizi bekliyordu
Bir koyaktı
Daha sevecen filizdin
Güneşleri ağırlık veriyordu
Arık insan ekinine
Bekliyorlardı bizi görmek için
Sabah akşam
Çünkü seviyi taşıyorduk
Gençliğini sevinin
Nedenini sevinin
Bilgeliğini sevinin
Ve ölümsüzlüğü
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
TANIDIĞIM OZANLAR
- Usun, duygulanım yatağını nasıl düzenlediğini iyi bilen
Jean Fréville'e –
Tanıdığım ozanlar
Anıları güz gibi
Gölgede güneşleri çoğaltan
Tanıdığım ozonlar
Yaşayan ölü arık güçlü
Mutlu mutsuz
Bütün sevdiklerim anladıklarım
Kusurlular erdemliler
Batıp gitmek isteyenler
İnananlar kurtuluşa
Değişik yürekli yığın
Kimi külden kimi altından
Dolaşmış dilden dile
Gün olmuş dilleri
Dolaşmış ton ağarımınca
Tepelerde süt mü süt
Gök geriye boyansa da
İşte geliyorum Aragon'a
Anlıyorum konuşmasını Aragon'un
Benimle konuşmasını - açmasını bana yüreğini
Yüreğimizi
Dostum Aragon'la, insanlar bulur anlamını
Burçlarında
Burçlarının ötesinde
Sınırlarında
Sınırlarının ötesinde
Sınır sözcüğü tek gözlü bir sözcük
İnsan iki gözle görsün diye Evrenini
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
PABLO PICASSO
Uykunun silâhları oydu karanlıkta
Başlarımızı ayıran o harika derin izleri.
Arasında elmasın her madalya ‘kalp,
Parlak göğün altında görünmüyor yeryüzü.
Yüreğin yüzü yitirdi renklerini,
Güneş arıyor bizi, karın gözü kör.
Kanatları var ufkun, ayrılsak da birbirimizden,
Uzakta yanlışları dağıtıyor bakışlarımız.
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
ENTERRAR Y CALLAR
Kardaşlar bu tan ağarımı sizin
Bu toprak - çiçekli tan ağarımı
Son tan ağarımı sizin
Şurda yatmıştınız
Kardaşlar bu ton ağarımı bizim
Acıların uçurumunda
Öfkeyle ve yürekten
Kardaşlar sizi seviyoruz
Uzatmak istiyoruz
Bu tan ağarımını paylaşan
Alaca mezarlarınızı
Umudu umutsuzluğu
Tiksinti çıkarak topraktan
Savaşmış sevi uğruna
Tiksinti toz toprak içinde
Seviyi hoşnuttan sonra
Işıl ışıl sevi şimdi
Umut donandı baştan aşağı
İnsana göre yurtseverler
Göğü altında bütün insanların
Güzelim kardeş yeryüzünde
Şu olgun yemişin içinde
Güneş tıpkı bir yürek tertemiz
İnsanlar için bütün Güneş
İnsanlar için bütün insanlar
Bütün yeryüzü zamanlar
Bir tek bedendeki mutluluk
Gördüğümü söylüyorum
Bildiğimi
Gerçeği
Çev: Abdullah Rıza Ergüven
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder