RSS

2 Şubat 2010 Salı

ALEV ALATLI - TÜRKİYE BİR PARMAK ŞIKLATMAYLA DEĞİŞEBİLİR

TÜRKİYE BİR PARMAK ŞIKLATMAYLA DEĞİŞEBİLİR
Konuşan: Mustafa Karaalioğlu
Yeni Şafak,7 Ocak 2002


Schrödinger’in Kedisi serisi ile Alev Alatlı, her romanı büyük tartışmalar yaratan bir yazar. İlk romanı “Yaseminler Tüter mi Hâlâ?” dan sonra İşkenceci yayınlandı. Ardından da Viva La Muerte(Yaşasın Ölüm!) ve “Orda Kimse Var mı?” dörtlüsü.


Alatlı, şimdi de eskiden beri aklında olan bir projeyi yeni bir roman olarak kitaplaştırıyor. Alatlı, Rusya’nın yakın siyasal ve toplumsal tarihi gerçek karakterler üzerinden anlatacağı bu, üç ya da dört ciltlik eseri için "kitapta Slav ruhunu çözmeye çalışıyorum" diyor. Öte yanda, "Türk ruhu"nu çözerken de ilginç bir saptama yapıyor: "Tecrübelerimizi nakletmeyi beceremiyoruz. 23 Nisan'dan önce Meclis-i Mebusan vardı. Hem de iki tane ... Oralarda neler konuşulduğunu bilmiyoruz. Niye okullarda Kazım Karabekir'in, Fethi Okyar'ın, Şevket Süreyya Aydemir'in hatıratı okutulmaz? Neden her kuşak her şeyi yeniden yaşamak zorunda kalır?"



Schrödinger'in Kedisi Rüya ve Kâbus romanlarıyla birdenbire hepimizin zihninde müthiş bir ameliyat yaptınız. "Bir şey ne imkânsızdır, ne de kesin" yargısı ile "bir şey ne illa siyah, ne de beyazdır"ı gündeme getirdiniz. Bir çokları "hem, hem de" demeye başladı. Bir romanı bu felsefeye oturtmak fikri nasıl doğdu?
Eskiye, mastır öğrenciliğime kadar gider. Öteden beri matematiğin siyah-beyazıyla anlatılan ekonomiye itirazım vardı. Alfasıyla betasıyla, standart sapmasıyla bir ekonometrik model kuruyorsunuz ama bu, Konya'daki Hatice teyzenin derdini çözmüyor. Bunu fark ettim ve bir de baktım, meğer Einstein aynı şeyi söylemiş zaten.

Döndüm, fizik okumaya başladım. Saçaklı mantıkı keşfettim ve sıkıntımın çözüldüğünü gördüm. Aristo mantığı ile, ussal programlama ile gerçeğin arasındaki uçurum ortaya çıktı. Mesela, devletin yaptığı toplumsal ınühendisliğin sökmemesi bunun bir tezahürüdür. Biz kural tanımaz insanlarız. Kırmızıda durmayız çünkü her durmadığımızda ölmeyeceğimiz biliriz. Trafik kontrolü varsa, bunu hiç tanımadığımız insanlara sinyalle vs. haber veririz. Kuantum fiziğinin "bir şey ne imkansızdır, ne de kesin" dediği, her hız yapanın ille de ölmeyeceği bilgisinin bilgisi" dir. Batı entelijansiyası kesinliğin imkansızlığını epeydir konuşuyor. Meğer ikinci aydınlanma çağına girmişiz bile. Bu konular bir an önce Türkiye'de tartışılmaya başlansın istedim.


Batı'nın ve bizim yeni keşfettiğimiz Kuantum felsefesi Doğu tarafından çok önceden kullanılan bir şey değil mi?
Saçaklı mantığından tutun da Kuantum parçacıklarım açıkladığımız "hem, hem de .." ye kadar hepsi var Doğu'da. Tasavvuf bütünün üzerine kuruludur. Buda'dır "kelimeleri yırtın arkasına bakın" diyen. "Deniz mavidir" ama mavilik denizin bin bir durumundan bir tanesidir. Gece başka gündüz başka, dalgada başka güneşte başkadır. "Deniz hem mavidir, hem de değildir" demez de, illa da "deniz mavidir" diye iddia ederseniz, bu politik bir tutum olur. Siyah-beyaz İslam da gelir, siyah-beyaz laisizm de gelir, toplum mühendisliği de gelir, ucu faşizme kadar gider. Bir metodolojiye asılıp "illa da bu doğrudur" derseniz, diğerlerini devre dışı bırakıyorsunuz demektir. Çin tıbbı sadece metodoloji bahanesiyle yıllarca reddedildi. Daha da kötüsü, metodoloji aklın yerini aldı. Akıl ile hayal birbirinin zıddı gibi görüldü ama doğru değil. Hayal olmadan akıl, akıl olmadan hayal olmuyor. Eskiden IQ vardı sonra EQ geldi, duygusal zeka. Şimdi SQ geldi. Batınî zeka, yani yüksek sezgi. İnanılmaz bir dönüşüm bu.


Mantık böyle olduktan sonra demokratik çeşitlilik de fayda etmiyor değil mi? İnsanları siyah ya da beyaza şartlayıp sonra ellerine istediğiniz kadar gazete, televizyon verin sonuç değişmiyor.
Fark etmez çünkü paradigmayı değiştirip muhalif olmanıza kimse izin vermez. Aynı paradigma üzerinden muhalefet belki kabul edilebilir. Bu anlayışın, ülke şöyle dursun, dünyayı getirdiği yer ortada. Benim umudum, Türkiye'nin dünyadaki yeni değişimi bu kez atlamaması.


Birbirimizi anlamamaya devam etmemiz halinde neler olabileceğini kitabınızda, bölünme senaryosu ile ortaya koyuyorsunuz. Bunu nereden çıkartıyorsunuz?
Gözlüyorum. Toplumda birbirleriyle konuşamayan insanların sayısının arttığını görüyorum. Yarı Ingilizce, yarı Türkçe konuşan bir finansman dehasıyla varoşlardaki ikiyle ikiyi toplayamayan insanları görüyorum. Birbirine 2 kilometre mesafede yaşayan iki insan birbirini kesinlikle anlamıyor. Gelir dağılımının bozuk olması ciddi bir meseledir ama asıl mesele eğitim dağılımındaki uçurumdur. Gelir sorununu birkaç senede halledebilirsiniz ama eğitimi asla. Ülkenin bir felsefesi, bir sosyal çekirdek karakteri yok.


Bir karakter oluşamamasında İslâm telakkisinin zayıflığı da önemli rol oynuyor olmalı...
Bakm, güya % 99'u Müslüman olan bir ülkeyiz ama İslamiyet'in ahlakî çatısını göz ardı eden bir ülkeyiz. Müslüman bir öğrenci kopya çeker mi? Türkiye'de çeker. Cuma namazını aksatmayan bir zabıta rüşvet alır mı? Türkiye'de alır. İşçisinin sigorta primini ödemeyip onu ortada bırakan Müslüman patron var mıdır? Evet vardır. Yalan söylenir mi? Evet söylenir. Türkiye'de İslamiyet'in ahlakî zemini çekilmiş durumda. Hangi bağlamda çekilmemiş, cinsellik bağlamında. Cinsellik bunların en kolayıdır.


Toplumsal değer sistemi oluşması için acil eylem planınız nedir?
Bu hale gelmemizde herkesin kendi katkısını ortaya dökecek bir özeleştiri yapmasının çok gerekli olduğuna inanıyorum. Her kes bu düzenin bu hale gelmiş olmasındaki kendi payını kendisine dürüstçe itiraf etmeli. Bir ikincisi, ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu kurumlardan başta geleni aydın dayanışmasıdır. Sıkı bir entelijansiyanın önünde silahlı kuvvetler bile duramaz çünkü hasım olmadığını görür. Çifte standardı olmayan, riyakar olmayan entelijansiya birçok sorunun çözümünün yolunu açar. "Şurada yanlış yapıyorsunuz" diyebilen, yapıcı eleştiri getiren bir entelijansiya olsa ne ders kitapları bu kadar yanlış olabilir; ne siyaset, ne sanat, ne de medya bu kadar yozlaşabilir. Siyasetçi bugün günah keçisi oldu. Oysa Meclis'te bulunan insanların büyük bir kısmının iyi niyetli olduklarına yemin ederim.


Romanda sorunların çözümü misyonunu "onarımcılar"a yüklüyorsunuz. Türkiye'nin onarımı için mevcut aktörlerden yararlanma fikri size cazip gelmiyor mu?
Valla, ben Türkiye'nin gündeminin bir parmak şıklatmak kadar kolay değişebileceğine inanıyorum. Onarımcı adaylarını tanıyorum. Ama bu insanların ülkeye ilişkin tasarıları, öngörüleri gündeme gelmiyor. Belki de kaotik olmaktan korktuğumuz için cesaret gösteremiyoruz.


Ama bu tespiti kolayca tersyüz etmek de mümkün. Herkesin durumun devamından memnun olduğu için sorunun çözümlenemediği de pekala ileri sürülebilir.
Eğer öyleyse felaket tellallığı yapmamıza da hiç gerek yok. Bu iki yüzlülüğü hiç anlayamıyorum. Bir yandan "yahu, iyiyiz böyle işte" diyorsak "perişan olduk, öldük bittik" diye ağlaşmanın anlamı yok.


Hemen her saptamanızda kendinize özgü bir milliyetçilik görüşüne sahip olduğunuzu fark etmemek mümkün değil... Tabii MHP milliyetçiliği gibi değil!
E, bu çok normal değil mi? Türk'üm. Öte yandan, MHP'nin nasıl bir milliyetçilik anlayışına sahip olduğunu da bilmiyorum.


Milliyetçilik bayrağı onlarda. Nasıl bilmezsiniz?
O zaman başka şeyler de söylenebilir. Örneğin, hem milliyetçilik bayrağını, hem de IMF bayrağını nasıl taşıdıkları gibi ... "Halk olmak" diye bir şey var. Bu dünyada kelaynaklar yaşayacak diye bir çaba gösteriliyorsa, müsaade edin de ben de kendi kültürel türümü yaşatmak için çaba göstereyim.


Kim olduğunuz sorulduğunda kendinizi, bıkmadan usanmadan "Müslüman-Türk" olarak tanımlıyorsunuz ...
Başka nasıl tanımlayabilirim ki?! Bu toprakların insanıyım, Türkçe konuşuyorum, herhalde Hıristiyan değilim. İnanın bana, bunun sorulmasına bile inanamıyorum. Atatürkçü, laik vs. tanımları alt-gruplardır, meğer ki siyasi bir mesaj veriyor olasınız, tanımlama alt-gruplardan başlamaz.


Sizin "Uluslar ötesi derin dünya devleti" olarak adlandırdığınız sistem, 11 Eylül sonrası dünyada daha belirgin ve geniş bir hareket alanı bulmuş görünüyor...
Hem belirginleşti, hem de kendini deklare etti. Bu sistem I870'lerde yuvarlık masa ile başlar ve etrafında bir dizi kurum örgütlenir. Bilderberg Grubu, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu, Dış İlişkiler Konseyi, Üçlü Komisyon ve Roma Kulübü isimli örgüt. Ve bunların güdümündeki Birleşmiş Milletler. Sonra World Economic Forum. Bunun amacı kartellerle dünya liderlerinin arasındaki küresel işbirliğini artırmaktır. Şunu da biliyoruz ki, dünya liderlerinin lider olabilmesi için zaten başta Bilderberg'in onayı gerekiyor. Mesela, daha bir milliyetçi Thatcher'in yerine "Bilderberg'in borazanı" olarak bilinen Major'ın getirilmesi bunun bir sonucudur. Son ABD başkanları da oradan geçtiler. 199I'de Baba Bush, Körfez Savaşı’nın Yeni Dünya Düzeninin yerleştirilmesi için iyi bir fırsat olduğunu üstüne basa basa söylemişti. Evveliyatı da var. Yeni Dünya Düzeni epey zamandır dillendiriliyor. Örneğin, Robert Kennedy'nin de demeçIeri vardır. Oğul Bush biraz daha sabırsız davrandı ve YDD'yi İkiz Kuleleri bahane ederek oturtmaya kalktı. Bir Allah'ın kulu "hayır" demedi. En başta da "solcu" Blair'in İngiltere'si şak şak yaptı.

Hiç yorum yok: