RSS

30 Nisan 2010 Cuma

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ

Bütün ozanlar en büyükleri için çalışır. Bütün ayakkabıcıların en iyileri için çalıştıkları gibi ...

------------


Ara zamanları siler şiir.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 1

Cenindir şiir.

------------

İmge yaratılan bir şeydir. Ozanla varolan. Bunun için her ozanın kendine özgü bir imge kullanışı, bir imge anahtarı vardır:
Kilidini kendi yaptığı, kendi açıp kapadığı bir anahtar.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 2

Şiir, dilin belini getirmektir.

------------

Yeryüzünü, yeryüzündeki nice şeyi kocatmak, yaşlandırmak için yazmak; geri de genç hiçbir şey bırakmamak ...
Yazmak budur.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 3

Taşlı tarlalardır ozanların teptiği yerler. Umarsız topraklar.
Gün oralarda doğar da ondan mı?

------------

Şiirde ses dediğimiz, ilk dizede de bulduğumuz, yapıdır. Şiire baştan sona egemen olan odur. Hep odur.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 4

Ağızlarında bir sap otla dönen tarla kuşlarına benzer ozanlar. Ama onların yuvaları yeryüzüdür. Orada konaklarlar. Gökyüzünün çılgın mavisinden geçerken, oralara yavaşça bırakıverirler ağızlarının yükünü.


Aşağılarda bir yerlerde, bazı bazı duyulan o seslerdir hep.
Duyulup kalan.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 5

Bir yeryüzü tanığıdır ozan. ‘Ben bu yerlerden geçtim!’ diyordur.

------------

Bir şiirin yeniliği, eskiliği, devrimciliği, çağdaşlığı anlatış biçiminde, yani yapısındadır. İçeriğin yeniliği onu kurtarmaz . İlle de içerikle biçimi ayırmak gerekiyorsa, yeni, devrimci dediğimiz içerik, şiirin yapısına vurmuyorsa, o şiirin yeni olduğu çok su götürür. Bunun için Cl..Lévi-Strauss : ‘İçerik gerçekliğini yapısından alır,’ diyecektir.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 6

Şiiri düzyazıdan ayıran, anlamın, yani özün kullanılış biçimidir.

------------

İşte kesinkes şiire giden bir konu: Kurşun kalemin tarihi.

------------

Bir konudur bu, bir hiç. Şiire dönüşmesi, şiir olarak varolması, ozanın ‘olmak ya da olmamak’ sorununa bağlıdır. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Bir kişiliği olup olmadığına. Kişiliği de ozanın dili kullanışında tanırız.

Öte yandan, ozanın bu yarattığı dil, en çok dışlaştırdığı, çoğullaştırdığı, herkesin yaptığı bir dildir de.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 7

Yeh’in şiirlerine önsöz yazan Hsü Wei, onun şiirini anlatırken hep kötü şiir örneklerini sıralar; iyi şiirin örneğine gelince de: ‘Ama dostum Yeh’in şiirleri öyle değildir,’ der.

Gerçekten de iyi şiirin tanımı daha çok kötü şiirin ne olduğunu göstererek yapılmalı.

------------

Ozan geleceğin kazanlarını kaynatır.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 8

İşte şiirin hemen elinden tutan bir sözcük: ORTAÇAĞ.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 9

Şiir bağışlamaz: Ya vardır, ya yoktur.

------------

Şiir yalnızlıklarla (bir kıyıda çiçeğe durmuş süsenler, danaburunları, yıkıntılar, kapalı odalar, akşamüstleri, eski fotoğraflar bırakılmış evler, balkonIar, büyük küçük sular, çan kulesiz kiliseler, iç avlular, kuş ölüleri, çakıllar, ıssız kıyılarla) büyür.

Ozan yalnızdır çünkü.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 10

Her şiir -tarih önünde- bir maratona hazır olarak doğar.

------------

Mutfaklarda kadınların yağlanmış bir el kitabı olacağım.
Ozanın bir yemek kitabı için düşürdüğü savsöz.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 12

Her şiir -tarih önünde- bir maratona hazır olarak doğar.

------------
Mutfaklarda kadınların yağlanmış bir el kitabı olacağım.
Ozanın bir yemek kitabı için düşürdüğü savsöz.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 11

Şiiri doğrular yürütür, yanlışlar yapar.

------------

Ozanların bir kentleri vardır hiç değilse bir mahalleleri, bir sokağı. /.../

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 13

Eski bir dağlıdır ozan. Dili bundan yabandır.

------------

Şiirde anlam her şey değildir.

Herakleitos ‘un yazdıklarını nasıl bulduğunu soran Euripides’e Sokrates:
-Anladıklarım çok yüce şeyler; öyle sanıyorum ki anlamadıklarım da ... Yalnız Delos’lu bir dalgıç gerek. Diye yanıtlar.

Bu hele şiirse anlam bütün bütün yitirir gücünü.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 14

Çoğun, yaban ayak basılmamış, yasak yerlerdir şurın uğrak yerleri: Kimselerin bilmediği küçük kara parçaları / ormanlar / kayalıklar / keçi yolları / unutulmuş adalar / göller / ölümün elindeki bataklıklar / başlarını alıp çekilmiş gökler / kapalı iç denizler / mağaralar, ipek, haç yolları / ilk coğrafyacılar / İsa’lar, çocuk Muhammet’ler / cilalı taşlar, deli otlar / gözleri açık renk çocuklar / saçlarını bırakmış kadınlar, adamlar / Himalayalar, Afrika’da içilen tütün / yani eşyanın kötü tadı, buğday, fecir devletleri /

yani cenin ormanları

Çocuk ve Allah


(elbet altın, Notre Damme, Yunanlıların bulduğu Avrupa, Nötron, artık-değer, sonra şoseler, anamal, yani duru su, silahlar yani,
yani ekmeği ölümle çevirenler hariç).

-------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 15

Şiirde kargaşa da, düzensizlik de, bozgun da bir yöntemi gerektirir: Bozgunun yöntemi.

Yeni bir şiirle karşılaşan, böyle bir şeyle karşılaşır ilkin.

Anlamın, duygunun, görüntünün hallaç pamuğu gibi atıldığı ve kurulduğu.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 16

Eski bir kuyucudur ozan. Kazmayı vurduğu toprağı ta ötelerden tanır. Bulduğu su da kimseninkine benzemez.

------------

Güncelde yararla yıkım yanyana yürür. Ama üstüne yürümek gerekir onun. Yeni alaşımları o oluşturur. Sonunda gizli bir güç olarak kalmalı ama. Eski yaşamından hep bir şeyler vurmalı bugüne.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 17

Şiir, doğal dilin yanında ikinci bir dil bulma, onunla yazmaktır.
Bu bulunmadıkça şiir yoktur.

------------

İşte bir dize: Bir sap otla döndüm (Bir şiire düşmeyi bekleyen).

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 19

Şiir saklı bir sudur. Açıklamaz, anlatmaz; anlatmak, göstermek istediği şeyin kendisidir.

------------

Öğleüstlerini bekler bütün şiirler. Orta yerini günün.

------------

Ozan dili kendinin yapar. Marx’ın ‘Kişinin kendisi kişiselliğidir’ dediği gibi.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 18

Seni sonra barbar, yabanıl kentinin çamurunu teperken gördüm diyor.

Yarım kalmış bir şiirin (neye göre yarım kalmış?) iyice tenha bir yerinden ...

Böyle de olsa bir gün gelir dünya yüzündeki yerini alır mı?

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 21

İyi bir şiir kapalı olamaz. İnsana aykırıdır bu. Her büyük şiir bu karşıtlığı kaldırır.

------------


Bu dünyanın bir yorumcusudur ozan. Yaşama bir anlam verir.

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 20

İnsan, en iyi, sabahları düşünür. Sabahlar şiir için değil!

------------


Şiirin kanıyla doğanın kanı ters orantılıdır. Doğa katıdır, ciddidir, vahşidir. Yanlış yapmaz.

Şiirse insancıldır, doğadan çok insana benzer, onun gibi doğrularla, yanlışlarla büyür.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 22

Kimi ozanlar yaşamlarıyla vardır, onunla büyür. Şiirleri çok gerilerden gelir.

------------

Bir ozanın açıklığı her şey değildir. Açıklıkta dilin bütün olanakları kullanılmış sayılmaz.

‘Ekmeği ölümle çevrili.’

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 23

Zindanları bekler ozanlar, doğum yerleri olan zindanları!

Aganta’ya hazırlık mı?

------------

Yangın çıkarmaktır şiirin işi. Daha çok odur.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 25

Şiir kâğıttadır.

Çoğun tek bir sayfadır bu kâğıt da. Şiir orda boyatar, orda kurulur, yaşar. Bir şiir kâğıda geçmedikçe çok kez anlaşılmaz.

Bunun için ozan şiiri kafasında kurmaya başlar başlamaz sayfayı görür. Önünde hep o vardır. Kulak da, göz de bu kağıttadır.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 24

Çocuktur ozanlar. Bu ozanlar büyümez demek değildir.

Büyür ama hep çocuk olarak büyür. En çok büyüdüğü yaş da delikanlılıktır.

------------

Bir yaşama biçimidir şiir. Yaşamın kendisi gibi de düz bir çizgi izlemez.

Ey benim sevilmiş yıkılmış yinim!

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 26

Sorgular şiir.

------------

-Adımı yazıyorum! Ozanlar yeryüzüne geldiklerinde bunu derler.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 27

Kimi şiirler bir zaman gelir bir kıyıya çekilirler. Yeniden göründüklerinde, gök o gök değildir artık.


------------

Ozanlar ceplerinde insanlar, kentler, nehirler, sokaklar taşırlar. Onlarla dolaşırlar.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 28

Şiirin elindeki sözcükler gösterdikleri nesneler değildir. Şiirde imge bu işe yarar işte.

------------

Us şiirin katilidir. Ama ozanlar yine de onu elaltında bulundururlar, buyruğunda çalıştırırlar. Bir çeşit kapıkulluğu ölü yıkayıcılığı.

Şiirin usa verdiği görev böyle bir şeydir daha çok.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 29

Şiir en çok baskılar; kıyımlar, tüzesizlikler çağında kımıldamaya başlar; ama başvermesi, ortaya çıkması içip oranlı topraklar ister. Bir denge uzmanıdır sanki. Ama bir durukluk değildir bu hiçbir zaman.

Yaşamın kendisi gibi hep tetiktedir.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 30

Mazlumdur ozan. Kıyıma uğramışlık yatar kanında.

Asidir bu yüzden.

------------

Anlam bazı şiirlerde paramparça edilmiştir. Usun olağan işleyişine ters düşer. Valery’ye bunun için:

‘Bir delilik bulmuyor musunuz bunda?’ demez mi “Un coup de dé n’abolira pas le hasard” için Mallarmé?

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 31

Ozanın tabanca taşımasına bakmayın, çiçek satar ozan, çiçek!


------------

Bazı şiirlerde anlam ayrı yürür. Ayrı düşer. Ele gelmez yani. Sanki iki eliyle yazıyor gibidir ozan. Biri hep yedekte durur. Bombayı düşürense başkasıdır.

Hava akınlarına karşı hedefi gizleme mi?

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 32

Bir şiir kazıcısı için şiir ödevi:
-Elmayı yazınız!

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 33

Her şiir bir ılgımla savaştır. Ozanın önündeki hem umut, hem umutsuzluktur. Hep böyle bir şeydir ozanı bekleyen.

‘Şiir bilinmeyene sıçrar, yoksa hiçbir şeydir o.’

------------

Şiir eninde sonunda görmedir. Şiirde dil bu işe yarar. Görmede her sözcüğü tartma, deneme, tanıma, doğrulama, yani yaratma vardır.

Bu yüzden şiir görülmedikçe anlamını tamamlamaz.

Ozan söylerken de görür. Göstermektir, göstererek var etmektir çünkü işi.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 34

Beni sana bakarak büyüttüğüm kentler bunlar, diyordu ozan, yolun ağzındaki karasevdalısına. Dilin bir çeşit başdönmesiyle.

Biz oralardan geçerken, onlardan böyle bir şey buluruz, ayaklarımıza takılan. Ve kalan.

------------

İLHAN BERK / ŞİİRİN GİZLİ TARİHİ 35

"Tang çağında memurları şiir
bilgilerine göre seçerlerdi."

*Ada adamlarıdır ozanlar. Kendilerine ta
baştan yaşayabilecekleri adalar kurarlar.
Gününde kimilerine sık sık gemiler uğrar,
kimilerine de arada bir. Ama çoğu kez arada
bir uğranan yarın adalarındadır
ozanların gözü.
*Bu, bugünü önemsemediklerinden değildir, yarını,
bugünden ayırmadıklarındandır.

___

*Şiirin kendi doğal durumudur savaşkanlık.
Buna varolmasının nedeni de diyebiliriz. Bu
yüzden her şiir, adına ölüm-kalım savaşı
diyebileceğimiz bir meydan savaşı vermek zorundadır.

___

*Her iyi şiir hem bir yetkinlik, hem de bir
acemiliktir. Bir daha yinelenmediği için.

29 Nisan 2010 Perşembe

İLHAN BERK / BEN ŞİMDİ BİR ŞİİRDEN

BEN ŞİMDİ BİR ŞİİRDEN GEÇENİM
ÇOK ESKİ
(Rondo)


Ben şimdi bir şiirden geçenim çok eski
- Uyuyarak severek siz benim aşkımsınız.
Şimdi dünyada beni anmalara dursanız
Kim bilir denizi gösteriyorsunuz belki.
Görüyorum ne kadar büyük yalnızlığınız.

İLHAN BERK / BEN UYANDIM BİR AŞK

BEN UYANDIM
BİR AŞK
DEMEKTİ BU DÜNYADA


(Rondo)


Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
- Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi.
Karaydım, kâğıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.

İLHAN BERK / TROYA'DA SİZ SÖZÜ GÜZELDİ ESKİDEN

Troya'da siz sözü güzeldi eskiden
Baktım öpüşündü duran baktım bungun.
Benim şimdi Hitit çağı benim yorgun
Benim ey gök çılgın uzaklığın hep ben.

Büyük sularıma sen o hep geç gelen
Beni çıktığınız gecelere tutun.
Beyaz, kağıtlarca gittiniz ya uzun
Güzelliğimde bir yarı geceler sen.

İLHAN BERK / GÜNEŞLER, BÜTÜN O...

GÜNEŞLER,
BÜTÜN O,
DURDUM BİR DENİZDE


Güneşler, bütün o, durdum bir denizde
Bir ağa sabahta Menelas gibiyim
Hanlık sürüyorum yeni bir ülkede .
Seni gördüm, bir gül beyazlanıverdim.
Kim bilir bir ilk çağ göğündeydik belki
Bir bulut çarpıyor eski bir kalyona
Bir sabah dünyaya nasıl bakmışım ki
Geçmiş esmerliğim tay soluklarına.
Bu çağda Troya'da güzel bir sizdiniz
Sizinle korlardı yan yana denizi
Bir daha siz sabah gibi güzeldiniz
Bir gün gelir alır aydınlığım sizi.

İLHAN BERK / SABAHLA NE GÜZEL DURDUNUZ AŞKIMA

Sabahla ne güzel durdunuz aşkıma
Yaşamamdan padişah uyanıyorsunuz.
Ne güzel bir kırmızı oluyorsunuz
Pis, yalnızım ben eş ülkende Elam'a.

Esmer, durdu işte vurman sularıma
Dağıldı Berk prensliğim görüyorsunuz.
Siz o kehribar çağlarda da buydunuz
Gökyüzüydünüz İngiliz akşamıma.

İLHAN BERK / SAHİ SİZ Mİ GELDİNİZ

SAHİ SİZ Mİ GELDİNİZ SAKSILARIM IŞIDI


Sahi siz mi geldiniz saksılarım ışıdı
Güzel ağzın belli çarşılardan geçmişsiniz
Bunlar Akad'da öyle defterler, kitaplardı
Cumartesi işte ellerinizi değdiniz.
Usumda ben sizinle ne güzel gökler tuttum
Büyüttüm kiliseler gibi yalnızlığımı
Baktım yazılarıma, kentlerime görüyorum
Siz getirdiniz bu şey padişah akşamını.
Böyle bir karanlık, f’li öyle bir şeydiniz
Bize o sulardan bir o rüzgârlardır vurmuş.

İLHAN BERK / TEP'TEKİ KRAL MEZARLARI İÇİN

Ve gidip durduk akşamüstü gibi ırmak kayıkları duran göğüne K' nın
Öyle yalnızdık ki (hiç bu kadar olmadım çok) bütün yol boylarında sarıydı ağzın
Bir dünyadaydık Sayda geçişiydi beyazlığının ıssız kentlerine İskit' in
Şimdi kim bilir bir gecedir sokakları yalnızlıkların yazılı o Ölüler Betiği'nin
Biz ne zamandır 22 sessiz harftik o sokaklarda bir karanlığı sürdürüyorduk
Gökyüzü gibi her yerde o uzak güzelliğindi senin birdenbire hep onu buluyorduk
İşte öyle tenhayım ki denizleri evin sağına, Doğu tarafına, Güneye koyuyorum
Bak ne güzel ev rüzgârları, Etrüsk kuşları geçti ben hâlâ hep seni dinliyorum:

İLHAN BERK / SİZ DEDİM DE F,

SİZ DEDİM DE F,
O DENİZLER ALDI BENİ


Siz dedim de f, o denizler aldı beni
Sabah haliniz o eski suları geçtim.
Helene'nin baktığı denizlerde Paris'dim
Yeni sesler buldum, renkler, diller yeni.
Kral yalnızlıklarımda düşündüm sizi
O çok günler Çin denizlerinde gittim
Sular, güneşler onlardı karşılaştırdım
İstanbul gibiydiniz belki daha da yeni.
Bu denizler ne güzel böyle değil mi f?
Hayır siz o denizlere bakıp geçtiniz
Kaldı işte sonnet'lerimde olduğu gibi f
Kaldı a'dan z'ye bütün baktıklarınız.

İLHAN BERK / BEN SENİN KRALLLIĞIN

BEN SENİN KRALLLIĞIN
ÜLKENE YETİŞTİM


Ben senin krallığın ü1kene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim
Denize bakan evler gibiydim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle
/…/

İLHAN BERK / SİZ NE GÜZELDİNİZ

SİZ NE GÜZELDİNİZ BENİMLE BİLEMEZSİNİZ


Siz ne güzeldiniz benimle bilemezsiniz
A harfinden bir çarşı güneşi yüzünüzde
Heléne uyruklu bir rüzgârdınız her şiirde
Benimdi, Ronsard'ın bir ülkesiydi yeriniz.

Şimdi kim bilir İstanbul'sunuz değilsiniz
Bir f’ diniz Önasya'larda o şey evlerde
Şimdi nasıl bir yalnızlık eser yüzünüzde
Uzun sular olur duymak gibi bir şeydiniz.

İLHAN BERK / ATIMI İSTEDİM EVİN GÖĞÜ GERİNDİ

(Rondo)


Atımı istedim evin göğü gerindi
Çin gülleri bir yerden ordan geliyordum
Öyle sular dağların üstüydü isminiz
Yeşil, o solukları gibi rüzgârların
Bir bin yıl rüzgâr değirmeninizde kaldım

İLHAN BERK / KAYIP OĞLUNU ARAYAN

KAYIP OĞLUNU ARAYAN
BİR BABA İÇİN ŞİİR


‘Bu oğlan, dedi, daha ne kadar kaçacak?
On ikisinde kaçtı, on altısında kaçıyor.’
Böyle deyip sustu. Ağzının sol yakasında
Toplayıp uzun mu uzun bıyıklarını.
Erzurum’dan mı Tunceli’nden mi geliyordu?
Ve dünya şimdi ne kadar büyüktü,
…………………………… ilk anlıyordu

İLHAN BERK / BİR KADININ HER AKŞAM

BİR KADININ HER AKŞAM
BİR KIYIDAN GÖRDÜĞÜ



Her akşam tek başına gelip oturuyor kıyıya.
Her akşam çığlık çığlığa çalışıyor bir hızar.

Bir buldozer yolu indiriyor.
Çocuklar kamyonlar at1ar arabalar
Her akşam bu işte bütün gördüğü.

İLHAN BERK / KAYIK

- Deniz karıştı, dedi, sağlama almalı seni.
Deryaya güven olmaz.
Sanki,
……...yanıbaşında biriyle dertleşiyormuş gibi
konuşuyor kayığıyla. Palamarlarda, ıskarmozlarda
gidip geliyor elleri. Çıpaya uzanıyor. Uzanır
gibi bir buluta. Neden sonra, ‘Şimdi korkma!’
diyor, eğilip kayığın kulağına. İtip bulutu,
inip kalkan dalgaları. Göğü, kuşları.
Böyle karantinaya alıp denizin üstünü
Sonra bizim yanımıza gelip duruyor.

İLHAN BERK / ÖLÜ BİR OZANIN

ÖLÜ BİR OZANIN
SEVGİLİ KARISINI
GÖRMEYE GİTMEK


“Kağıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi atsam.
Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir
Kiminde. Hem her şey şiirlerde değil miydi?
Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde
Gider gelirdi.
……………… Böyle yaşayıp gidiyorduk.”

İLHAN BERK / GÜNLÜK İŞLERDENMİŞ GİBİ ÖLÜM

Dönüp duruyor yol. Sonunda orda durduk.
Açık kapıdan gördük,
…………………oturmuş yün eğiriyordu
Elinde kirmeni.
Kocaman bir yumak kapının orda yuvarlanıp kalmıştı.
Eşikten başımızı uzatıp:
……………………“Nasılsın?” dedik. Sanki
bir sandalyenin yerini değiştiriyormuş gibi
“Ölüp gidiyoruz işte!” dedi,
……………………kaldırmadan başını.
Günlük işlerdenmiş gibi ölüm.

İLHAN BERK / ÖLÜ BİR OZANIN

ÖLÜ BİR OZANIN SAĞLIĞINDA YAZDIĞI
KENDİ MEZAR TAŞI İÇİN
YAZIT



…...Belki biliyorsunuz
Ben okul defterlerinde büyüdüm
…...Kalacakmışım onun için
Ölünce her boydan kâğıtlarda


Ben ki herhangi bir akarsuyum
…...Puslu, bulanık
Gençliğini çoktan yitirmiş
…...Sıradan bir ovanın

İLHAN BERK / ÜÇ KEZ SENİ SEVİYORUM DİYE UYANDIM

Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
- Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

İLHAN BERK / AŞKLAR İÇİNDE BİR KENTİN

AŞKLAR İÇİNDE BİR KENTİN
HERHANGİ BİR KENTİN



Benim yüzüm bir bayram telâşıdır
Küller ve biraz da deniz artıklarıyla

Ben ki çocuklarla büyüdüm ve
(Bu yüzden uzundur ya biraz kollarım)

Bir denizde bir akşam gittim ölümü
Yosunlar rüzgârlar gözleriyle balıkların

Hâlâ saçlarıma takılmış bulurum
Bir balığın pullarını ve tuzu

Şimdi bir yolu yürüyoruz ya seninle
Birden üçüncü sınıf bir lokantadayız işte

Bir kadın senin ağzınla gülüyor ve
Ne mutlu ne mutsuz.

……………………Nedir mi mutluluk diyorsun
Bir eylülü gitmek belki de böyle
(Eylül ki en kanayan aydır tarihte)



Ve birden o adam gösterisine başlıyor
Yırtılan sesiyle.
……………………Sanki sarı beyaz kara
Sanki bütün ırklar birlikte bağırıyorlar
Ve sanki insanlığın hali.

……………………Ve soruyorum kendi kendime
Lokantalar neden insanlığın haline benzer

Böyle bir dünyadayız işte yürüyoruz yürüyoruz

Ağzımdan diyordum daha çok ağzımdan öp beni
İnsan yaşarken bilmez yaşadığını.

İLHAN BERK / YIKILIVERİYORDU GECEME DÜŞEN AĞZIN

II

Güzüm ben

Gergefinde kuşlar, güneşler, hüzünler dokuyan

Onmazlığın kıyılarında sende binlerce yaşı yaşayan

Ben ki senin gençliğin, okula gittiğin yollar, rüzgârlar, uyandığın sabahlar, kesilen uykularınım.

Ağırlayanım gündüzünü.

İLHAN BERK / KUYUDAN SU ALAN ADAMLAR

…... Denize otlara gelip geçenlere bakıyor.
Bir yaprak sıyrılıp düşüyor ağaçların arasından
Düşen sesi yazmak ister gibi: “Her şey, her şey
Akıp gidiyor,” diyor. Der ya Ephesos’lu Herakleitos
İlk kez karşılaşıyormuş gibi sanki bir ırmakla.
…... O da öyle bakıyor düşen yaprağa ve sese.

İLHAN BERK / OZAN VE SESLER

Her gün böyle gelip dünyadaki yerini alıyor.
“Zor olan, diyor, şiirin hayatını yaşamaktır.
Yazmak sonra gelir hep.” Bir bardak su ister
Gibi kolay çıkıyor bu sözler ağzından.
Kendiyle daha bir içli dışlı olmak için sonra
Her zamanki eski koltuğuna gidip oturuyor.
Göz göze geliyor ağaçlarla denizle gökle. Bir top
Karanfilde gezdiriyor ellerini. Burnuna götürüyor.
Sesleri dinliyor sonra. İyi akşamlar diyen
Yoldan geçen bir sesi. Gürültülerle inen sabahı.
Sessiz otları. Düşen günü.

İLHAN BERK / TAŞLIK HAMAM SOKAĞI

Dönüşte güneşler içindeydi sokak
Yüzün güneşler içinde.
…………………… Yol,
Kıvrılıyor muydu? Kadınları gördük.
Gökyüzü sanki gergefleri, sürüyle
Kuşlar düşürüyorlar,
…………………… külrengi.

İLHAN BERK / KADINLAR

Mendireğin orda durmuşlar konuşuyorlar,
Sesleri kuşlar kaldırıyor, yapraklar döküyor.
Kadınları kim bilir hangi zamanların.

İLHAN BERK / PARILTI

Düz bir göğe dikmiş gözlerini bakıyordu.
Sanki,
umarsız Penelope'ydi. Bir an gergefinden
Başını kaldırmış da göz göze geliyorduk.
(İki yüzüydük sanki bir yaprağın).

28 Nisan 2010 Çarşamba

İLHAN BERK / KEÇİYOLU

Bomboş oturdum rüzgârı dinledim
(yay burcundan dönen) . Irmağın
dediklerine geçtim sonra.
Geçip gidiyordum beni görmüyordu
ot yüklü bir akşam, yarım bir
ay.

Arkamdan başını kaldırıp
bakmıştı yol.
(dikenler, gri otlar)

İLHAN BERK / YOLDAN GEÇEN BİRİ

Bir kırlangıç bir su birikintisi bir parça gök.
Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.

İLHAN BERK / AY

Bir yalnız
Gökyüzünün sözlüğünde

İLHAN BERK / YAPRAKLAR

Yaprakların yaradılışını okudum
Gazali’de.

Elin kuşlar kaldırıyor,
Bana bu şiiri yazdırıyor
durup dururken.

İLHAN BERK / OTAĞ

Sevgilim, işte eylül
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.

Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.

Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.

İLHAN BERK / GÜL 2

-Bu cadde nereye çıkıyor?
Bir güle bakıp böyle diyorum.

İLHAN BERK / DÜŞÜNÜRKEN BULDUM KAYAYI

Düşünürken buldum kayayı.
Otlarla konuşmaktan geliyordum.
Ölü bir yaprak, adını unutmuş bir sokak,
sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak,
bir de partal bir kuş yürüyorduk.
Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk.
Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez.
İsa ile Karahisari'nin gömlekleri dikişsizdi.
Sözcükler bunu gördü.
(Ey görünmezlik! Elimden tut.
Gecede sözcüklerin ağırlığı daha bir artıyor.

Ve...
- Yazık, tümcemi tamamlayamayacağım.

İLHAN BERK / ACININ EL YAZISI

Ben acıyım. Yani senin hazan düşen yüzün. Umarsız
Boyun bazan. Bazan ağzın, gölgeli gözlerin

Yani çocukluğun. Bursa'da bir sokak yani
(Bursa'yı hiç görmemişim gibi gelir bana)

Bir akşam yaktığın mum sonra bir kilisede
Daha hiç bilmediği bir yüz için ölümün

Zaman ki senden başka nedir
Ve hep bir yüz dönüşür bende

İLHAN BERK / İSTANBUL'DAN

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı

Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak

İLHAN BERK / DOĞABİLİM

Bitkileri öğreniyorum. Otları, çiçekleri
Bir taflanı alıyorum. Taflan bu diyorum.

Başlıyorum incelemeye tutup iki ucundan.
Bir pelin yaprağını koparıyorum sonra.

Özsuyu çıkıyor elime. Bir dalı kanırtıyorum
Yininden. Uzun, incecik bir söğüt dalını

İLHAN BERK / YÜZ

Biliyor musun sen bir şiirde ilk satırsın ilk sözcük
Beyaz bir gül
Beyaz bir gül ne kadar beyaz olursa o kadar
Ne kadar suysa bir su
O kadar

Ben en yakın yüzüm yüzüne
Uyandığın sabaha, yatağına
Birden bulup birden yitirdiğin bir şey olur ya,ona
Bir dağ okulunda ilk derslere giren çocuklara
İlk coğrafyacılara
İlk harflerine bir alfabenin.

İLHAN BERK / OT

Deniz kıyısındaydım, bugün birden bunu
Ansıdım. Gidip bir tepeden kente baktım:

Yıkık bir manastır yıkık duruyordu
Keşişlerini düşündüm, biraz da karılarını.

Eğilip bir otu kokladım sonra uzun uzun
Bir eşek anırdı, bir keçi meledi. Bayıldım.

İLHAN BERK / ÜLKEM

Şimdi senin aşkın büyür,uzak bungun
öğleme düşer.Karanlık gelirim ben
vurur surlarıma aydınlığın.Uzun.
Şimdi bir beyaza ağmak artık sen.
ve,
kapanık bir gülünü koymak sessizce
yanına intiharımızın:Bir sıkın-
ya bir göğe durmak sonra gizlice
Eskil.

İLHAN BERK / ACININ ADI

Yavaş sessiz senin buyruğunda toplanır altın yavaş sessiz
Yavaş sessiz senin buyruğunda dağılır buğday yavaş sessiz
Yavaş sessiz senin buyruğunda bölünür halkın ekmeği.

Seninle hızla kararır bozulur ipek seninle hızla
Hızla düğümlenir bulanır su seninle

İLHAN BERK / ERTELENEN

Ertele

beni
vakitsiz
kıl

İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 1

"Bu kitabın elyazılarıyla yayımlanmasını istemenin nedeni görsellik değildir(görselliğin büyüsünü yadsımıyorum elbet, o nasıl yadsınır ki); bunun çok ötesinde bir şey : yazmak eylemi sırasında pek çok dize (şiir uçları) asıl metnin dışına taşmıştır, atılmıştır. Bunları işte göstermektedir. Okuyanları (okurları diyemiyorum, onları kendimle örtüşmeye götürme hakkım yok) bundan yoksun etmek istemedim.

Öte yandan, gene okuyanlar elyazısında ikinci, üçüncü bir şiirin oluşumunu da bulgulayacaklardır. Belki, son olarak da, yazmak denen cehennemin serüvenini izleyecekler, o labirente inme olanağını bulacaklardır. Hepsi bu."

İlhan Berk


* * *



Bölüm 1

OKTAY RİFAT


Bir "Misafir olmayan deniz"li. *

Herkes gibi bir çocuk. Çöl manzaralarını, balıkları (balıkların gözlerini kırpmadan uyuduklarını daha o zamandan biliyordur), otları, dağ keçilerini, bisikletli kızları sevdi.

Koca yazlarda evlerinin önünde oynadı. Kelebekler, midye­ler, bilyalar topladı .

Sakallı bir çocukken çığrından çıkmış ne kadar kuş varsa bir solukta hepsine öykünürdü.

İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 2

II DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM

'Benim tümcelerim şu yolla açımlayıcı­dırlar ki,
beni anlayan, sonunda bunların saçma olduklarını görür
- onlarla –
onlara tırmanarak
- onların üstüne çıktığında.


(Sanki üstüne tırmandıktan sonra merdive­ni devirip yıkması gerekir.)

(Ludwig Wittgenstein) (Çeviri: Oruç Aruoba.)









DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM

Güneş cebimde bir bulut peydahladı. Taş, kördür diye yaz­dım. Ölüm, geleceksiz. Şeylerin yalnız adı var. Ve: 'Ad evdir.' (Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. Buydu bi­zim kendinde sonsuz olanı duyduğumuz. Nesneler ki zamanda vardır. Terziler çıracısı Hermüsül Heramise'nin pöstekisi her ba­har ayaklanırdı. Yağmur yağmamazlık edemez. Taş, düşmemezlik.






İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 3


HARFLERLE SESLER

Şihabüddin Fazullah otuz iki harfle konuşmuştur ve tini yok­tu. Harflere inanır, takke dikerek geçinirdi. İnsan yüzünde bütün harfleri gördüğü söylenir. Cavidan ' a yazdığı Zeyl'de (ki bulunamamıştır), gökyüzüne A harfini biçmiştir. Suya :C (Su, Tha­les'lidir.); ölüme: U (Ölüm U'dur biraz, eski püskü bir akşamüs­tü biraz da.)
Ateşe: Z.


Dünya harfti, suretlerdi. Sophokles gibi resim yapmasını bil­meyen Pythagoras da harfti, ağustosböceği de, Muhammed de harfti.

İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 4

DÜŞÜNMEK İSTEMİYORUM


Bu dünya kadar eski bir şey yok. Gök sayrılı .Güneş sıradan.
Ağaçlar acemi. Her sabah devesiyle işe gidiyor. bir Bedevi. Her akşam kuşunu dolaştırıyor iki Çinli.

Bir yinelemedir dünya. Bin yıl,sonrayı görüyor bir ağaç. Bin yıl sonrayı bir dinazor. Gazali, kendini 7'ye benzetirdi. Homeros her sabah yürürdü…

Göz için yeni bir şey yok.

Korkunçluk bunda.






Zaman benim tarlamdır mı diyordu Goethe? Bilmek istemi­yorum. Oturduğu yerden Montevideo'yu görüyor bir ev. Sandal­ye kentsoylu. Pencere feodal. Su, belleksiz çıktı. Tin yalnız. Ben çocukken ırmak olmak istedim. Irmaklar hep çağırdı beni. Dü­şünmek istemiyorum. Dünya benim yerime düşünüyor.

Söz öldü.

Tunç: Monarşik.

Demir: Demokratik.

Bir akşam durup dururken dünyanın yaşlandığını gördüm.

Görmek yordu beni.



İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 5

İM AD DEĞİLDİ DAHA

Bir zamanlar sözcüklerin bizim dışımızda da yaşamları vardı, ama anlamları yoktu.
Eskiden bir ustura, bir su kovası, bir at yan yana gelebiliyor­du. Dünya anlaşılmak için değildi.
Eskiden sözcüklerle bu denli yakınlığımız yoktu. Balkon ile tanışmamız yenidir. (Balkon çocukluğumuzdur.) Kırmızı sesti es­kiden. Nergis kendi adını bilmezdi. Aklına estiği gibi yaşardı. Ölüm sözcüğü eskiden de iki heceydi, evlere girer çıkar, yatak turları atar, ağaçlarla alay ederdi. Bugünkü gibi de işini hep tek başına görürdü.

İm ad değildi daha.





İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 6

ASKELOPİS

Askelopis Ephesos'lu bir kuşla dolaşırdı ve bizim görmediği­mizi görürdü. Nesneler böyledir, herkese görünmez. Gizliliği se­ver. Şairler gibi de beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavraya­maz. Ama görünmeyen de yoktur. Nesneler bunu bilmez. Niçin bilsin? Hem bilmek nesnelerin işi değildir. Balıklar içinde yüzdükleri suyu biliyor mu? Ben ormanı bilmeden tanıdım, bir daha da unutmadım. * Nesneler sözcüklere dönüşmeye görsün durduru­lamaz. Yer küreyi sararlar; sonra da binlerce tümceye dönüşürler. Yeryüzünün bir ucunda binlerce nesne her sabah bunun için uya­nır. Tümcelerle öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları. Dil­dir tek Tanrı, o cenin!


(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme, çok görme bunu bana, sevgili dil.)

(*) Ey bellek, senden kurtuluş yok!

İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 7

SU SAATİ


Sonsuzluk ... Sonsuzluk. ..
Sonsuza geçerli sözcükler yoktur. Ölüme yakın sözcükler vardır. Dünyada onlarla gidip geliriz. Sözcüklerin - bu ölüm mangaları - boyunduruğundan kurtulduğumuzda, nesneler de ölümsüzlüğün alanına girer. Ölümsüzlük özlemini nesneler de çe­ker. İmam-ı Azam Ebu Hanife sonsuzluğa ulaştığında, dünyada­ki su saatını yanında bulunca hiç şaşırmadı. İlk kez bir su saatı za­manın dışına çıkıyordu. Çalıştığını duyuyordu.

Tansık budur!






Sonsuzluk tutkusunu öldürür sözcükler. Ölümü gündemde tu­tarlar. Akşamın ağzı yaprak doludur. Günün gece (çocuk gece). Otların, bulut. Bütün gün bildiğimizi yürüdük. Konuştuk bildiği­mizi:

İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 8

DÜŞÜNÜRKEN BULDUM KAYAYI

Düşünürken buldum kayayı.

Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak; adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal bir kuş yürüyorduk.Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyor­duk.

Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez. İsa ile Karahisari'nin gömlekleri dikişsizdi. Sözcükler bunu gördü.








Ey görünmezlik! Elimden tut. Gecede sözcüklerin ağırlığı daha bir artıyor. Ve ... [Yazık, tümcemi tamamlayamayacağım.])

Her şey, her şey konuşur evrende. Evler, çocuklar, nehirler, coğrafya. Nehirlerin vakti olmadığını okudum.

Coğrafya adına sevinmemiştir. Anlam sıkıcıdır. Günde üç kez aynada kendine bakar. Yalnızlık saçar. Anlamla ev yapılmaz. Anladım ama yalnızlığım sürüyor. Düşüncelerim yok benim. Ka­ya bilir kaya olduğunu, ben bilmem. Anladığımda yitirdim şiiri­mi. O gün bugün bir akarsu gibi kocadım.

İLHAN BERK / DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM 9

GÜZEL DEVEDİKENİ


Bir yüz. Turgut Uyar. Güzel devedikeni.

Bir Edirnekapılı.* Öyleyse, fukara, umarsız bir sokak: Vaiz Sokak. Numara 70.

At pazarları, bahçe kahveleri, develer ve yeşil, soluk tramvay vagonları: Hep bu fakir sokak için.

Bir çocuk, içli, kırılgan. Daha o zamandan "Ben sıkıntıyım!" diyordur.**

Tanaş Usta, oğlu Toma; Kömürcü Eda Hanım. Ve Bakkal Topal Halit (Bu Topal Halit her gün Karagümrükle gidip saçla­rını taratır.) ilk yüzler.






(*) Böyle de diyebiliriz. Değil mi ki bir Edirnekapılı güzelliği vardır.
(**) Bir posta arabasına mı benzetiyordur kendini?

******

27 Nisan 2010 Salı

İLHAN BERK / KÖROĞLU / RÜZGÂR

Köroğlu, İlhan Berk’in "Güneşi Yakanların Selâmı", "Günaydın Yeryüzü", "Türkiye Şarkısı" ndan sonra yayınladığı 4. kitabı… Bir uzun şiir… Bu şiiri bölerek ya da aralardan seçerek vermek katletmek olacaktı… Çünkü birbirine bağlı şiirler bunlar… Bu nedenle tümünü aktarıyorum…



Bir rüzgâr ilk bakışta belli
Gökyüzünü çocukları büyütmüş
Denizle kuşlarla evlerle var
Dünyaya aşk diye hürlük diye
En yavuz gerçek tohumlar ekmiş
Bir rüzgâr yosunlar kadar eski

O rüzgâr nerde olursak olalım
Ana eli gibi her zaman yanımızda
Bir anda dolaşan yeryüzünü
Tüm silip süpüren kötülüğü
Aşkı kardeşliği asıl kılan
Her gün bu gökyüzü genişliğinde

İLHAN BERK / KÖROĞLU

KÖROĞLU

I

OVADA ESEN RÜZGÂRLAR
AMAN VERMİYOR
HAYIN BOLU BEYİ BOŞ KOMUŞ EVLERİ

1.


Dört Divan Ovası üstündeki güneş
Bir gelip bir gidiyordu.
Bir sarıya boyuyordu ovayı
Bir kırmızıya.
Göllerde alabalık göllerde sazan zor nefes alırdı
Öküz, camız, at arabaları zor götürürdü buğdayı
Ne kadar büyük olursa olsundu yeryüzü, uzaktaydı
Bir buğday tanesi vurmazdı mademki gökyüzüne
Madem gökyüzünü esmer etmezdi, yazıktı.
Ova ne zaman yalnızsa, umutsuzsa soluğunu keser
Soluğunu keser geçen suyu dinlerdi
Üç adım ötede pırıl pırıl bir dünyada akardı su
Üç adım ötede

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİZ İYİ İNSANLARDIK

2.

BİZ İYİ İNSANLARDIK
BUĞDAYI GÜLLERİ SEVERDİK



(Bolu Beyi'ne lâyık at seçmediği için Baytar Ahmet'in gözlerine
mil çekildiğini duyduk.)


Kırat'ın önünde ince bir yol
Aydınlık pırıl pırıl

Kırat zayıf ama tığ gibi
Uçar gibi gider

İLHAN BERK / KÖROĞLU / HEP BU YERYÜZÜ GÜVERCİN AKLIĞINDA

3.

HEP BU YERYÜZÜ GÜVERCİN AKLIĞINDA
HEP BU YERYÜZÜ GELİP VURAN YAŞAMAMlZA



İnsan olarak hep kızıyorduk
Bir insan olarak Köroğlu kızıyordu
Köroğlu dünyayı bilirdi bu dünya doğdu doğalı karanlıktı
Köroğlu bu dünyada
Çocuktu
Ağabeydi
Delikanlıydı.
Bu dünyada bir gömlek giymemişti çocukken
Kimse bilmezdi çocuklar nasıl yaşardı bu dünyada
Köroğlu dağlarda koyun otlatmıştı, dağları anası gibi severdi
Dağlarda Demircioğlu'nun, Köse Kenan'm, Koca Bey'in gezen adını duyardı
Dağlarda bir avuç kendirini
Bolu Beyi'nden kaçırmış insanlara rastlardı
Fukaralara rastlardı
Kiminle konuşmuşsa
Kimi dinlemişse
Gezmişse kiminle
Karanlığı seveni görmemişti.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞIZDAN

Hep o rüzgârdır bildiğimiz
Bir yangın yerinden eserdi mutlaka
Bir buğday tarlası dalgalandırmamış
Harman savurmamış
Pıtrak, karaçalıydı herhalde
Bütün gördüğü.

Hep o rüzgârdır memleketin bildiği
Bin yıldır.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR SABAH VER ELİNİ DEDİK

II


BİR SABAH VER ELİNİ DEDİK
VER ELİNİ DAĞLARA TAŞLARA

1.


Bir şafak vakti
Şafak vakti Kırat'ın ayakları yumuşak toprağa batardı
Karşıyaka'nın bulutu bir gelir bir giderdi
Karşıyaka'nın dağları alçaktı, hayındı, sevilecek gibi değildi.
Cihanda nice memleketler nice insanlar nice dağlar vardı
Nice şey evrende Bolu Beyi'ne karşıydı.
Dünyada bey çoktu, fakir çoktu, Çamlıbel'e daha çok fakir gelmişti
Deli Hoylu öyle gelmişti
Kabre-sığmaz
Dellak Hasan
Cıdalı Kenan
Han Ayvaz öyle gelmişti.
Sonra nice yağmurlar yağmış nice yağmurlar toprakları ıslatmış bitkileri büyütmüştü.
En başta buğdayı nazlı bir çocuk gibi toprak büyütmüştü
Buğday ilk peşin Aktaş Mahallesinin çocuklarını emzirmiş
Sonra nice bey zulmünden kaçanları, nice Celali kursağını
Tok etmişti.
Dünyada Çamlıbel
Nice fukaraya
Nice donsuza
Ruma, Ermeniye
Kürde

İLHAN BERK / KÖROĞLU / ÇAMLlBEL'İN ÜSTÜNDE ESEN

2.

ÇAMLlBEL'İN ÜSTÜNDE ESEN HALK RÜZGÂRI
HER SABAH SÖKEN HALK ŞAFAĞI


Her şey her şey Çamlıbel'de bir sabah olmasın her şey durmaz uyanırdı
Ovalar ekiliyse, yeşilse, sıra kendilerindeyse gözünü yummaz büyürdü
Her zaman her zaman sabah olurdu
Ama yine çocuklar beklerdi kadınlar beklerdi adamlar beklerdi
Pirinç, yün, sahtiyan beklerdi.
Deri beklerdi.
İlk işi ne zaman meyveye duracağını sormaktı, bir tohum düşmesin yere
Göllerde tatlı su balıkları vardı, başını suyun yüzüne çıkarır
beklerdi.
Dünyada sabah oldukça
Daima daima sabah olurdu Çamlıbel'de.
İlkin insanlar uyanırdı, kadınlar erkekler çocuklar uyanırdı Bütün çarşı ekmek kokardı ilkin
İlkin bakırcılar dükkânlarının önünü süpürür bakırın başına geçerdi
Sonra tabaklar derilerini yayarlar sonra şaplarlardı.
Bir uzak buluttan adar suya iner
En önde Kırat, Kırat dünyayı hiçbir şeye değişmeyecek kadar severdi.
Çok zaman bir su görünürdü Çamlıbel gibi aydınlık ovaların düzünde
Durup dururken gülerdi

İLHAN BERK / KÖROĞLU / EVLİYA ÇELEBİ'NİN ÇAMLIBEL SEYAHATNAMESİ

3.

(l0 Muharrem 1067)

Bir sabah daha dağlarda sular dağlarda daha nice güzel şey uyurdu
Hakir yoldaydı.
Ne biliyorsak güzel diye ne biliyorsak
Yoldaydı.
Bir cumartesi ver elini dedim ver elini dağlara taşlara
Dünya güzeli elini bir sabah
Uzattı Çamlıbel.
Bu dünyada en güzel şeyler bu gökyüzü, bu sular, bu topraklar değil mi sizce
Değil işte.
Bu dünyada en güzel şey
Zulüm üstüne seferdi.
Ben birçok krallar gördüm
Padişah mendilleri kullandım.
Cihanda en güzel şey
Kulluğu yok etmekti.


(l2 Muharrem)

Çamlıbel'e gelen peşin Etfeni Gölünü peşin Mudumu Suyunu, Melen Deresini görür.
Büyüksu'yu, Ulus'u, Karadere'yi görür.
Doksan bin evi görür.
Ben insanları gördüm.
Evlerin içini gördüm.
Evlerin önüne düşen güneşi gördüm.
Ben çarşıları severim bilirsiniz
Çarşı esnafını severim, bakırcıları, dokumacı esnafını, terzi ayakkabıcı türlü kuşlar esnafını severim. Akan suları severim ve sulardaki alabalığı ve mercanı severim,
Bursa yastığını, Yeniçeri keçesini, sim hançeri severim.
Kırmızı elmayı
Melek Ahmet Paşayı severim.
Çamlıbel'de
Eşitliği sevdim.
Özgürlüğü sevdim.
Beyleri sevdim.
Beylerin yaşamasını istediğim o düşlerini sevdim.
Beyler insanları
“Ne yol ile meydanı muhabbete getirirler”
Onu sevdim.
Çamlıbel'de herkes lata potur sıkma şalvar giyer, bütün sıkma şalvar giyer
Kadınlar işlemeli kürk giyer.
Kadife yelek giyer.
İşlemeli kürkü, kadife yeleği sevdim.
Çamlıbel'de nice ağaçlar vardı, en ulu ağaçlar zeytin ağaçlarıydı
En sevilen ağaç zeytindi, defneydi
Onu sevdim.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞIZDAN

Her sabah bakırın çeliğin demirin yüreği her sabah çıkarlardı Çamlıbel'den
Her sabah dünyaya.
Her şafak vakti
Bu dünya daha bir büyür ta ötelere giderdi gökyüzünden
Ta ötelerdeki dünyada bakırın demirin çeliğin yüreği sertti gülmezdi.
Çamlıbel bakırı yumuşaktı sıcaktı.
Dünyada
Demir uyurdu bakır uyurdu çelik uyurdu uyusa
Çamlıbel demirinin kulağı insanlardaydı.
Bakır dövülmeye hazır durur
Hazır dururdu çelik.
Çamlıbel demiri dövüldükçe daha bir aslanlaşır
Yüreği buğdaydan tütünden pirinçten yana olurdu.
Anlatılmazdı bakırınki
Dünyada bir yerde bir zerdali çiçek açsın o sevinirdi peşin.
Hepsi bilirlerdi buğdayın kendilerinden yana olduğunu evrende
Hepsi için dünyanın ölümsüzlüğü malumdu.
Birçok şeyler biliniyordu hepsi için
Dünyayı görmeye geldiği biliniyordu mesela milyonlarca tomurcuğun
Biliniyordu kulluğa karşıydı her biri.
Ölüme karşıydı
Biliniyordu.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / DURURDU KIPIRDAMADAN BİR KARANLIK BOLU ÜSTÜNDE

III



1.


(Çamlıbel’e gül getirmeye giden Ayvaz'ın Bolu 'da tutulduğunu bildirir.)


Bolu'ya giden yollar
Karanlık mı karanlık

Gecenin içinde Ayvaz
Tek ışık

Bir yağmurdur yağan dağlara
Bir yağmur bugünkü gibi

Atın üstünde Ayvaz
Dünyanın ışığı sanki

Sabah adamakıllı uzaktı
Bolu'da

Güllere baktı
Güller daha açmamıştı

Kür Nehrine geyikler iner bu saatta
Daha inmemişti

İLHAN BERK / KÖROĞLU / AYVAZ'IN AYVA AĞACINA

2.

TUTSAK AYVAZ'IN
AYVA AĞACINA SÖYLEDİĞİ



Ayva dalın uzat
Çiçek açtığın göreyim
Sen yaşıyorsan eğer
Bileyim ki dünyada
Bütün güzel şeyler
Mutlaka yaşıyordur.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / GÜLİZAR'DI GELEN

3.

GÜLİZAR'DI GELEN AKLINA AYVAZ'IN



O şimdi uyanmış
Sade güzel şeyler düşünüyordur.

Gözlerinin içinde bir deniz
Mavi
Ezik
Duruyordur.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / GÜL DALI

4.

Çamlıbel'de kimse uyumazdı üç gündür. Kimse kimseye bir şey sormazdı. Güller vardı kıpırdamadan dururdu. Sular dururdu. Havada başka gökyüzlerine gidecek kuşlar vardı, dururdu. Gökyüzünde akıp giden yıldız değildi. Su güzelse, ay ışığı güzelse, ağaçların büyüyüşü güzelse, toprağın uyanışı, bir kelebek bir deniz kestanesi, bunlar hep güzelse, Köroğlu bunları duymazdı. Duymazdı kimse. İlk Ayvaz'ın atı geldi. Üç gül dalı eğere sokulmuş dururdu. Üç gül dalının üçü de çiçekteydi. Gül dalıyla gelen iğde, su, bir parça gökyüzü yas içindeydi. Nar yas içindeydi.



GÜL DALI


Gül dalı
En güzel Ayvaz'ın elinde dururdu
Kökünde değil.

Nice çiçek
Onun elinde
Göz verirdi.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / YASLI SU

5.

Her sabah bu ovayı
Elinden tutup büyütmek işi
Benimdi.
Her sabah yaşamayı
Daha doğru daha güzel yapmak
Bu dünyada en güzel işimdi.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / ANLATILIR GİBİ DEĞİL

6.

ANLATILIR GİBİ DEĞİL
YASI ÇİÇEKLERİN


Karanfil


Adın
Her sabah uyandığımız gökyüzünün yerini aldı.
Hangi su olursa olsun
Yeşil sen bakınca.
Her gün sen baktıktan sonra
Bu kadar güzel
Bu gökyüzü.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / ASILI SAZIN YASI

7.



Çiçek açmış bir badem ağacının
Bir gökyüzünün, bir gülün
İşi sade güzellikten ibaret
Nice güzel şeyin
Bir anda yaptığını dünyamıza
Benden beklemeyin bundan böyle
Bundan böyle aşkı, kardeşliği
Bu dünyada en lazım şeyi
Benden beklemeyin.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞIZDAN

Orada her şeyin
Uyuduğu olurdu
Bizde olmazdı

Orada suyun ormanın
Beylerden yana olduğu vardı
Bizde yoktu

İLHAN BERK / KÖROĞLU / HEP BİRDEN BOLU ÜSTÜNE

IV

NE KADARSAYDIK DAĞLARLA OVALARLA
HEP BİRDEN BOLU ÜSTÜNE YÜRÜDÜK

1.


Önümüzde dağlar, önümüzde Arkot, Sündürce, Seben BenIi Ovası, Yünlü, Kızık Yaylası
Yanımızda kestane, kayın
Etfeni Gölü, Uğursu
Akyokuş, Gümüşova, ovada nar, ayva, kendir
Gerimizde Ağpınar, Yumurtadağ, Sütsu, İçkale
1500 tezgâh, bez, çarşaf, heybe, çuval, kilim
Hepsinden önce buğday gerimizde.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / KIRAT YOLU BİLİR

2.

KIRAT YOLU BİLİR GİBİ GİDERDİ
DURUNCA BİLİR GİBİ DURURDU



Düz bir çizgi Kırat
Namludan çıkan kurşun gibi
En kısa yol
Onun.

En güzel türküyü
O söylüyor.
En çok onun
Dediği dedik.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / YAŞAYAN HER ŞEY SONRA

3.


SONRA GELİYORDU KÖROĞLU'NDAN
YAŞAYAN HER ŞEY SONRA



Kuşağı, kalpağı Köroğlu'nun
Köroğlu'nun üstündeki esvap
Canı gibi tezdi.
Tezdi
Üstündeki gökyüzü
Toprak
Dağlar
Yürüyen ova.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / DÖRT DİVAN OVASINA GİRDİK

4.

İLK
DÖRT DİVAN OVASINA GİRDİK



İlk Dört Divan Ovası'na girdik
İlk Dört Divan Ovası kurtuldu.
Sularımız, ağaçlarımız kurtuldu ilk
İlk anda tavşanlarımız, kuşlarımız, beş ülkede ünlü ormanlarımız, çiçeklerimiz, balıklarımız kurtuldu.
Bir de baktık bütün dostlardı gerimiz, gerimiz teslim olmamış
ağaçlardı, dağlardı.
Bir kere beylerden yana olmamış, hiç çevrilmemiş, hür dolaşmış gökyüzüydü, ahlat ağaçlı yollardı gerimiz.

İlk Dört Divan Ovası kurtuldu.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AN DURUP SUYU DİNLEDİK

5.

BİR AN DURUP SUYU DİNLEDİK
HEP SUYU DİNLEDİK



Siz gideli biz hiç akmadık
Bir gökyüzü düşmedi üzerimize
Bir gökyüzü yankılamadık.
Siz gideli biz
Kilitli tutulduk.

Bir adım ötemizdeki tarlalar
Yandı durdu
Gidemedik.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / İLK KÖROĞLU'NUN

6.

İLK KÖROĞLU'NUN
SESİNİ DUYDUK



Köroğlu'nun sesi ilk
Vur, dedi.
Arkasından gelen ova, su, orman, dağ
Vur, dedi.

Vurduk.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / DAĞLAR SULAR OVALAR ALDI

7.

SON OLARAK
DAĞLAR SULAR OVALAR ALDI


Adım adım görüyorduk karanlığın
Yerini aydınlığa bıraktığını.

İlk bir gül tomurcuğu tutup açıverdi.

Hiçken
Her şey oluyorduk.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞIZDAN

Durur Kırat gecelere karşı
Çamlıbel'de bir başına.

Bütün atların soluğu kesilir uyur
O uyumaz.

Bilir kendisiyle büyür her şey
Işır dünya aydınlanır yoncalar.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / ZULÜM ÜZERİNE

V

ZULÜM ÜZERİNE
YEDİ YOL ÖNÜMÜZDE

1.


Dünyada bir yerde bir kuş uçsun, bir gökyüzü parçası, bir bulut, bir başka gökyüzüne, bir başka buluta doğru yürüsün, bunu kimse görmesin, işitmesin kimse, duyulmamıştır. Hele İstanbul göğü yankılamasın olur şey değil. Bizim haberimiz çabuk gider. Bütün haberler İstanbul'a çabuk gider. Bolu Beyi'nin başına geleni İstanbul'da ilk bir balıkçı duydu. Tutup denize açıldı. Ölü bir su gibi duran İstanbul denizi ilk defa çalkalandı. İstanbul'da bizi duymayan kalmadı. En son padişah duydu. Padişah elinden ne gelir? Bütün Padişahların elinden gelen gelir. Üstümüze yedi ferman yazar. Yedi fermanı yedi başşehire gönderir:
“Köroğlu nerde yakalanırsa ya cellât ya idam.”



Zulüm üzere
Yedi yol önümüzde.

Yedi karanlık şehirde
Katlimize ferman.

Zulüm oldukça dünyada
Ayvaz'ın kılıcı gibi bir kılıç

İLHAN BERK / KÖROĞLU / SİVAS ÜSTÜNDE GECE

2.

SİVAS ÜSTÜNDE GECE
BİTER GİBİ DEĞİL


Sıvas içi ıssızlık
Ağaçları, paşası karanlık.

Köroğlu gecenin kenarında durdu.

Sıvas üstünde gece
Bin yıllık gibi durur
Bin yıl ötede
Akan su
Çiçek açmış ağaç

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BEŞ ATLI ERZURUM'A

3.

BEŞ ATLI ERZURUM'A
GECEYLE BERABER İNDİK



Erzurum'da
Beyelinde gül, gülen toprak kırmızı karanfil
Türlü ağaç
Türlü kuş bey elinde.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / ZULÜM OLDUKÇA

4.


ZULÜM OLDUKÇA BENİM VAKTİM BİTMEDİ
LÜZUMUM HİÇ AZALMADI DÜNYA YÜZÜNDEN



Diyorlar ki Kırat'ım
Çamlıbel'e, Çamlıbel'de akan suya
Kırmızı toprağa
Zeytine, aydınlık Benli'ye
Sana bana
Yaşamak yok.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BU GÖKYÜZÜNÜ BEN BÜYÜTTÜM

5.



Ağaçlara yürüyen özsu gibi
Benli'nin aydınlığıdır
Buğdaya, güllere, evlere
Deli rüzgârlar gibi benden vuran
Aşkla sular toprak aydınlık
Aşkladır gülün kızıllığı
Aşkla genişledi bu gökyüzü bu kadar.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / “NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM

6.

“NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM
NE BÖYLE AYRILIKLAR”



Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm.

Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞIZDAN

Bir su Çamlıbel'de
Akardı çarşılar içinden
Demircileri saraçları
Agbayır'ın
Vururdu üstüne.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / NE VARSA HÜRLÜK DİYE

VI

NE VARSA HÜRLÜK DİYE
BİZİMLEYDİ

1.


Her haber İstanbul'a gider. Köroğlu'nun üstüne çıkan fermanları topladığı haberi de gider. Bolu Beyi'nin kardeşi, Köroğlu'nun üstüne gitmek için üç paşa, bir Ordu asker, yedi cihangir pehlivan ister. Üç paşa, bir ordu asker, yedi cihangir pehlivan verilir.

Düşmanın Çamlıbel'e yürüdüğünü ilk Uğursu gördü. İlk haberi o verdi. Sonra dağlar, tepeler, ağaçlar duydu. Dağlar, tepeler, ağaçlar yerlerinde duramıyordu.


Uğursu

Düşmanı gördüm
Düşman derya misal
Sarılır gibi değil
Ama sardım.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / OVADA NARIN, AYVANIN

2

OVADA NARIN, AYVANIN
OVADA ACISU'YUN, IŞIK GÖL'ÜN ANLATTlĞI


Nar


Kuş olmuş bizimkiler
Uçuyor.
Düşüyoruz hep beraber
Düşmanın üstüne üstüne.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞlZDAN ALDI TEPELER

3.

ALDI TEPELER
BÜTÜN BİLDİK TEPELER


1. Tepe


Biri düştü
Ne kan akıyor
Nah bilek gibi
Kim ki?

İLHAN BERK / KÖROĞLU / BİR AĞlZDAN

Bir kılıç savaş meydanında
Bizim yanımız sıra dövüşürdü
Neremiz sıkışsa
Oraya koşardı
Hep görürdük.

İLHAN BERK / KÖROĞLU / SON YERİNE

Zulmün her türlüsü
Kötü kardeşler
Hiçbiri
İnsana göre değil
Ağaç dikmek sabahları uyanmak iyi
İyi hayvanlara bakmak çiçekleri sulamak
Rahatsalar uyuyan insanların soluğunu dinlemek iyi
İyi hürlüğü düşünmek
Yaşamak onun için
Bütün gün çalışmak onun için iyi
Bütün çocukların uyuyuşu uyanışı iyi
Zulmün her türlüsü kötü.

ARTHUR RIMBAUD / KÂHİN RİMBAUD

100.ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE / KÂHİN RİMBAUD
ABDO RIMBO*


Özdemir İnce / Varlık Dergisi
Eylül 1991 / sayı: 1008



Bugün günlerden perşembe, 11 Temmuz 1991. Jean Arthur Rimbaud, bugünden geriye doğru gidecek olursak, 136 yıl, 8 ay 21 gün önce doğmuş (20 Ekim 1854), 99 yıl 8 ay 1 gün önce ölmüş.* 10 Kasım 1991 günü ölümü yüzüncü yılını tamamlayacak. 37 yıl yirmi gün yaşamış. Biraz daha hesap yapalım. 14'yaşında okul ödevi olarak latince şiir yazmasına karşın, şairliğinin bilinen başlangıcı 1870 kabul edildiğine göre 16 yaşında şiir yazmaya başlamış. 1874 yılında, Londra'da Germain Nouveau'nun yardımıyla ILLUMINATIONS'u son kez temize çektiğine ve bu tarihten sonra şiir yazdığını kanıtlayan bir belge de bulunmadığına göre tamı tamına 5 yıl şiir yazmış: 16 yaşından 21 yaşına kadar. Bir önemli tarih daha: Şiir anlayışını açıkladığı ve poetika alanında bir devrim sayılan o çok ünlü iki mektubunu, Kâhin'in Mektupları'nı, 13 ve 15 Mayıs 1871 tarihlerinde yazmış. Yani on altısının içinde ve şiire başladıktan kısa bir süre sonra.

Fransa, Rimbaud'nun 100. ölüm yılını büyük ve çok yönlü etkinliklerle anıyor. Şu anda, Espace Kronnenbourg Aventure'de (Paris) açılan Rimbaud ve yakınları sergisi devam ediyor. 5 Temmuz'da açılan sergi 31 Temmuz'da kapanacak. Rimbaud anma takviminde ağustos ayı boş görünüyor, ama eylülden itibaren kasım sonuna kadar her gün dolu.

EDİP CANSEVER / SAATE BAKMAK

Varsın her şey sonraya kalsın
Sonraya, en sonraya
Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil.
Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
O kadar yakın kalplerimiz birbirine
Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik
Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik
Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık
Kapıları açarken birbirimize ağladık


(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi
Sahi ne kadar da çok severmişiz
Yıllarca ,yüzyıllarca öpüştük
Sigaralar tuttuk ,içkilerin en iyisini sunduk
İstersen bu gece burada kal ,dedik
Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık
Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik
İyi bildiğimiz ne varsa yaptık,ayrıldık
Ortada
Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)

EDİP CANSEVER / SONRASI KALIR

On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran..
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.

Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.

EDİP CANSEVER

Arife Kalender Öner
Cumhuriyet Kitap –Mayıs-1996




"Ve odur ki büyüklük
Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet"



Şiirin ölüm ve zaman tanımayan sesinin geleceğe varışını; böyle anlatıyor "Gül Kokuyorsun" adlı şiirinde Edip Cansever. Şairin: elden ele dolaşan "Yerçekimli Karanfil"ini, "Umutsuzlar Parkı"nda gezdirdiği sıkıntısını, yollarda rastladığımız Ruhi Bey'ini, "Yakup"unu ve "eve dönüşlerimizde üstüne acılarımızı-özlem ve sevinçlerimizi koyduğumuz "Masa"sını yıllar öncesinden tanıyordum. Adam Yayınları'nın iki cilt halinde özenle hazırladığı Toplu Şiirleri'ni yeniden okuduğumda; ellisekiz yılının içine sığmayacak kadar çok imge ve dizeleriyle karşılaştım!.


"Dokunsam okşasam eski eski şeyleri
Arduvazdan bir damı, revaklı ahşap evleri
Sabahsa, bir uzun boyunlu haziransa kent
Kent bir uzun boyunlu haziransa
Aşklar da kayıpdaysa ne yer ne içer şimdi .. "


Şaşırtıcı şiir adlarıyla şiire başlayıp ilk dizeden itibaren, sıradan söylemleriymiş gibi şiir ağının içine çeker kişiyi. Sayfalar dolusu, bölüntüsüz -uzun dizelerle süren şiirlerinin büyüsü; renkler, kokular, görüntü ve ilginç kimliklerle nehir gibi sürükleyip götürür.

İlk şiirlerinden itibaren "bakma" eyleminin şiirde önemli yer edindiğine tanık oluyoruz. Nesneler, nesnelerin kokusu, duruşu, biçimi insana dair söyleyeceklerine dekor hazırlıyor. R. Tomris Uyar, “Edip Cansever, doğanın içinde insanı birim olarak almak eğiliminde, eşyaya can katsa bile insanı eşyalaştırmaya yanaştırmıyor pek. Eşya, doğanın içinde ve insanın karşısındaki yerini alırken birtakım özellikler yükleniyor ...”diyor 1966'da Papirüs dergisinde yazdığı yazısında.


"Belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
Doğarak acılarıma her an yeniden
Ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte."



Şairin kendini bir bıçak gibi kanatışı çocukluk yıllarından başlar. Özgeçmişinden söz ederken; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fatih'te oturdukları günlerde kapıcıları İsmail Efendi'yi anlatır. Kapıcılığın yanı sıra dondurmacılık da yapan İsmail Efendi'dir "Beyaz" ı Cansever'e öğreten. "Arabası bembeyazdı. Kırmızılar, morlar bile bembeyazdı." der. Dondurma arabasının görüntüsü ve dondurmacının birey olarak sıkıntıları, istekleri şairin ta o günlerde ilgisini çekmeye başlamıştır. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'ne giderek sanat dergileri alır, notlar çıkartır. Istanbul Erkek Lisesi'ne gittiği yıllarda da Yunan, Latin ve Rus klasiklerine merak sarar. Marquez, Sait Faik, Çehov ve Dostovevski onun başucu yazarlarıdır.

EDİP CANSEVER / KENDİ KALEMİNDEN

EDİP CANSEVER

Milliyet Sanat /1979 / 307


Okuduğum ilk yapıt? Gördüğüm ilk film? Dinlediğim ilk ezgi? Bugün bunları anımsamam olanaksız. Gene de bu konuda bir iki söz söyleyebilirim. Okumaya, ciddi olarak okumaya 13-14 yaşlarımda başladım. O zamanlar kendime verdiğim bir söz vardı: Günde elli sayfadan az okumamak. Bu sözü eksiksiz gerçekleştirebildim mi, şimdi pek anımsayamıyorum. Boş günlerimde sık sık kütüphanelere giderdim. Çoğu kez eski yazın dergilerini karıştırır, notlar alırdım.

Çocukluğumda Saraçhanebaşı'nda oturduğumuz için, gittiğim ilk sinema da Şehzadebaşı sinemalarından biriydi herhalde. İki, hatta bazan üç film birden gösterilirdi. İlkini bilmeyi çok isterdim.

İnsan ninnilerden başlayarak birçok ezgi dinler yaşamı boyunca. Ama bilinçli olarak bir seçim yapmam, yirmi yaşımı aştıktan sonra gerçekleşti. Önce kendimi batı sanat müziğine iyice alıştırmaya karar verdim. İlk işim bir pikap edinmek oldu. İlk plağım da, Çaykovski'nin bugün de hâlâ çok sevdiğim bir parçasıydı. Doğruyu söylemek gerekirse, bu konuda hâlâ öğrenci sayılırım. Müziğe duygusal olarak yaklaşmanın ötesine geçebilmiş değilimdir de ondan. Şunu da eklemem gerek: Türk müziğinin eski ustalarını da çok severim. Büyük bir imparatorluğun görkemini sezinlerim bu müzikte.

EDİP CANSEVER / EDİP CANSEVER ÜZERİNE

EDİP CANSEVER ÜZERİNE
Broy / Aylık Şiir Dergisi/ sayı:9
Düzenleyen: Metin Cengiz




Ahmet Oktay

Yabancılaşmanın Hegelci biçimde kavranması ve içselleştirilmesi, «Tragedya V’in ve Ruhi Bey’in toplumsal çerçevelenişinde kolayca gözlemlenebilir. İki şiirin kişileri de emek-dünyası’nın dışındadırlar. Kimilerinin belirli meslek gruplarından oluşu onları gerçek dünyanın içine sokma çabası olarak yorumlanabilir elbet; ne var ki bu çabanın yeterli ve doyurucu olmadığı inancındayım. Bağlı oldukları sınıfın somut koşullarınca belirlenmediklerinden toplumsal düzenleniş içindeki konumları aşkınlaşmaktadır çünkü. Bir otel katibi «bir otel katibidir» kuşkusuz ve elbette «sorar. Ama neyi? Bu sorular sınıfının mıdır, yoksa yanlış mı konmuştur? Yanlışsa nereden kaynaklanmaktadır? Şiir bilimin yöntemiyle çalışmaz elbet, bu yüzden de sunduğu gerçek tikel' dir. Gelgelelim Cansever hem dış koşulların varlığını kabul ettiği, hem de içseli birincil duruma getirdiği için tikelin alanından kişiselin alanına düştüğünü göremiyor. Mutluluk / mutsuzluk, hayat / ölüm sorunsalı bütün çabasına rağmen onu diyalektik materyalist yapamıyor, nedeni de şu: Şiirinde tarihi maddeciliği daima dışarda bırakıyor. Ruhi Bey «insan yaşıyorken özgürdür» diyor ama bu deyiş-biçimi somut özgürlükte sonuçlanmıyor, varoluşçu kimlikte görünmeye devam ediyor ve ölüme doğru gerilemekten de kurtaramıyor onu. Çünkü Cansever hayatı ve insanı yalnızca ölüm, acı ve yalnızlık karşısında algılayabiliyor. Bütün şiirini bir şah-damar gibi kesen alkol ölümün süreğen bir görünümünden başka ne ki?

Şudur vurgulamak istediğim. Bütün ustalığına, bütün insancıllığına rağmen, Cansever bireylerini mutlu kılamıyor, dünya yaşanılması gereken bir dünya olmuyor. Acının, korkunun, yalnızlığın, ölümün hep yeniden, yeniden algılanabileceği, yaşanabileceği, duyulabileceği bir süreğenliktir sunduğu. Trajik yalnızca bu durumlarda varsa ve bunlar biricik önsellerse tarihi boş bir çaba olarak görmemizi önleyecek nedir?

EDİP CANSEVER / ŞİİRLE DÜŞÜNMEK

Şiirle Düşünmek! Yalnızca Buna İnanırım
EDİP CANSEVER

Broy / Aylık Şiir Dergisi/ sayı:9
Düzenleyen: Metin Cengiz



Mısra işlevini yitirdi; şiiri şiir yapan bir birim olarak yürürlükten kalktı. Eski rahatlığını, o sessiz, kıpırtısız düzenindeki rahatlığını boşuna aranıyor şimdi. Öfkelerin, bunlukların, başkaldırmaların dışında kendini yineliyor daha çok. Ne denli güçlü görünürse görünsün, duygularımızı, gerilimlerimizi, düşünce coşkularımızı başlatıcı bir öğe, bir ölçü olmaktan çoktan çıktı. İnsanı, insanla gelen en çağdaş sorunları karşılayamaz oldu .. Öylesine durallaştı ki, onca bir sözcük yılı da uzak kaldı bize.

Öyleyse usla okumalı, şiiri, usla biriktirmeli artık; mısra ile değil. Diyeceğim, ille de bir ölçü gerekliyse, bu düşünsel-ussal bir ölçü olmalı. Tek sesli şiirden, çok sesli bir şiire yönelişteki en kapsamlı ölçü de budur sanırım.

(Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire)


EDİP CANSEVER / YERÇEKİMLİ KARANFİL

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

26 Nisan 2010 Pazartesi

EDİP CANSEVER / FLAŞ

Hava poyrazladı yağmur yağacak
Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
Yukarda
Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü
Patladı patlayacak
Olanca hışmıyla kentin.

Sensin
Akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
Her şey rengine göre kanar bilirsin
Tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
Pespembe kanar
Ve her bir renkte kanayan gözlerin
Çınlatır Eluard’ın mısralarını orada
“İçinde uçtuğum gözlerin
Yolların gidişine
Dünyanın dışında bir anlam verdi.”
Demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
Öylesine anlamlı ki insan
Bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
Yağmur yağacak.

EDİP CANSEVER / YANGIN

Dışarı çıkıyorsanız dikkat! çiçeklerle karşılaşmayın
Ya da koklamayın onları, iyisi mi yüzünüzü örtün şapkanızla
Ya da düşünmeyin hiç, ben bakın öyle yapıyorum
Neden diyeceksiniz, insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
Güneşe benzetiyorlar adamı, masaya vurmuş koyun butlarına
Pek tuhaf! ben de sahanda yumurtayı kıskanırım

Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun
O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla
Üstelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır
.......................................................Günaydın!
Sabahlarınız gibidir beni sevmek, horozun renkleri gibidir
Beni sevdiniz mi yangındır artık parmaklarınız
Sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum

EDİP CANSEVER / SU

Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık
Miller ve ağırlıklar bitti
Gelip geçmeler bitti, gemilerin
Beyaz ve kocaman gövdeleri
Gözün kahverengi suyuna geldik.

Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi
Süsledi bizi bu ufak değişiklik
Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düşen
Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen
Ağır mı ağır
Kaldık ne kadar kaldıksa böyle
Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı
Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı
Güneşler, hızarlar, kıymık taneleri
Vinç sesleri, çekiç sesleri bir.

EDİP CANSEVER / SALINCAK

I
Büyük bir oda. Bahçeye açılan bir pencere
Ortada bir masa
Yanda bir kapı
Daha birkaç şey: Örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
Sabah. Duvarda gün tanrıları
Rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
Görünür ama görünmez
Yani hiçbir şey yerinde değil pek. Bugün ne?

Salı! O bile yerinde değil
Bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
Nereye?
Bilmem!
Bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
İyi. Biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
Diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar
Çıkrık
Bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
Duyulmaz ama duyulur
Başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
Başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya

Sabah. Duvarda gün tanrıları
Birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
Aşağıda
İskemle gıcırtısı, ayak
Tütün kokusu, koku
Yaz kelebeği tadında bir soluma
Yer değiştirme, kımıltı
Tekrar soluma
Kadın
Sessizlik.

EDİP CANSEVER / BİR ÇİÇEK SERGİCİSİ DER Kİ

Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
Ellerim kirli miydi
Neydi
Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
Bilmem ki
Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
Her zaman hatırlarım
Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım
Şimdi ben nedense çok yaşlıyım
Herkesi ayrı ayrı tanımam
Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım
İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan
Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
Babasını da tanırım
Kaç yıl önceydi, bilemem
Üryani eriği gibi gözleri vardı
Çizmeleri, kamçısı
Ruhi Bey, benden çiçek alırdı
O zamanlar sokak sokak dolaşırdım
Çiçek alanları iyi bilirdim
Ruhi Bey de çiçek alırdı
Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
Kuşkonmazları sevmem, kullanmam
Çiçeklerin aralıklarına bakarım
Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
Düşünce öldü
Bir ölülük sindi ellerime
Bir ölülük bana sindi
Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
Kimseler bilmez
Ben işte gizli gizli onu sularım
Karanlık bir karanfilliği
Yoklukta bir karanfilliği
O gün bugündür bütün çiçekler
Karanfildir benim için.

EDİP CANSEVER / DOSTLAR

-Fethi Naci'ye-

Geldin mi, iyi
Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar
Bir tenhalığı eskisinden çok sezmeyi
Bakımsız bahçeler mi olur, büyük ahşap boş odaları mı olur
Ne olur
Ey bana sevmeme gücü veren güzellik
Eski bir kadını eski bir park kanepesinde bırakan sonbahar
Aldatılmış bir yüzü yağmur oluklarında
O yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği
Gece yarısı kokularında
Yosunlu bir kıyıda ancak
Dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı
İşte
Bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak
Ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti
Ey bana sevmeme gücü veren güzellik
Sonbahar
Sen mi kaldın bir
Yok birşey yapacak.

EDİP CANSEVER / CENAZE KALDIRICISI ADEM

Bir ölü nedir ki bir ölüm nedir
Acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir.

Siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
Gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz
Ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz
Ben o kadar iyiyim.

EDİP CANSEVER / BİR PLÂK GİBİ DÖNÜYOR GÖKTE

Bir plâk gibi dönüyor gökte mavilik
Sesi aşağıda, çok aşağıda
Üstünde bir duvarın. Duvarsa
Dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki
Taşmış akıyor
Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini.

EDİP CANSEVER / YENİLİŞ

Açılmamış bir şarap şişesiydim
Ki öyle kaldım
Acımı köpürtmedim
İçime sağdım
Gözyaşlarımı göstermedim
Ki sildim
Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
Başaramadım

EDİP CANSEVER / BİR OTEL DE SİZİN ADINIZ

Giriniz
Giriniz, giriniz
Elbette, tam zamanında geldiniz
Sardunyalar sardunyalara akarken
Günler tane tane günlerimize sarkarken
İç içe geçmiş bardaklar gibi
Dış dışa geçmiş kolyeler gibi
Odalardan odalara bakışımlı
Aşk ışıklı sürahiler gibi
Günler günlerimize tane tane damlarken
Diyorum
Bir kuşluk vaktinin sarı solgun söylemiyle
Düşlerde görülen bir başkasının düşünden
Neden olmasın siz de geçiniz.

EDİP CANSEVER / BİR OTEL KÂTİBİ

Anlamadığım şu
Ben neden bir otel katibiyim
Eskiyim, renksizim, kimsesizim
Yontulmuş kalemlerden, sosisli sandviçlerden iğrenirim
Papazlardan, homoseksüellerden iğrenirim
Kız kurularından ve saldırgan dullardan
Ve yaşlı adamların sararmış dudaklarından
Ve deli saraylılardan, onların aybaşı kokularından
Kendimden kendimden
Ve nedendir ki ben
Sararmış bir sürahide kirli bir su gibi bekletirim.

EDİP CANSEVER / BEN BU KADAR DEĞİLİM

Ben bu kadar değilim
Kışlada ölü bir zaman
Bir güzel at durdukça gider
Gittikçe döner bir bir güzel at durdukça
Askerim, benim ağzım kuşlardan.

Güneşi sormuyorum lekelenmiş dallardan
Dalları sormuyorum dallardan daha iyi
Yüzümü istiyorum bir süvari alayından
Ne yapsam istiyorum, ama istiyorum
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan.

EDİP CANSEVER / GÜL DÖNÜYOR AVCUMDA

I

O akşam söylediydim ona
Gördüm Hümakuşunun iskeletini
Haber de saldıydım Pegasos'un sırtındaki ozana
Seyretsin diye ölümün bu sırça gelinliğini
Duyan da var bunu duymayan da.

O gün bugündür ıslık çala çala
Gelip geçiyor kapımın önünden
Konuşuyoruz da arasıra. Geçen gün dedi ki
Farketmez gözyaşı kimseyi, ruhsa
Başıboşbir deniz gibi anlamsız yatar
Kocaman bir ıssızlığı yonta yonta

Anlattı sonra uzun uzun.
Nasıl onardığını eski tekneyi
Nasıl kalafata çektiğini, boyasını
Hangi dağ çiçeklerinden kardığını. (Bir çocuk dişi parladıydı.. Çekmişti onu kırmızı bir akşamüstünün dişetlerine. Ya direkleri? özenli bir kılıfa girer gibi girmişti göğe. Doğrusu görkem iki parmak arasında büyüyen ama hiç gölgesi olmayan uçsuz bucaksız bir bitkiydi. Giz olmayan bir gizdi belki. Evleri dolaşan cinsiyetsiz bir tanrı da olamazdı ki. İnandıydı bu yüzden kanının tekneyi dolaşıp şafakları çevirdiğine. Ve gördüydü yer değiştirdiğini gövdesiyle teknenin böylece ruh olduğunu anladıydı bira köpüğü gibi altınsı altınsı parlayan tahtalara. Ve yetinmedi. Bir öğleüstü konservesini yedi. Çekti bıçağını sapladığı yerden kaldırdı havaya. Birden parladı bıçak dünya zamanından başka bir zamanla ve noktalandı uzayın çilekleri işbaşındayken. Besbelli bir uzay tapınağındaki ilk duaydı bu. Ve seyretti uzun uzun tarihte yeri olmayan bu titreşimi. Bir şey ki artık birdenbire her şeydi. Ve yazdı bordasına İki Parmak diye İki Parmaktı çünkü teknenin ismi.)

EDİP CANSEVER / PATHETIQUE

Sıcak sıcak sıcak
Oturmuştum otların üzerine
Eski tiyatronun ortasındayım
Saydam bir sarkaç gibi sallanıyorum durduğum yerde
Buhardan ve güneş kokularından.

EDİP CANSEVER / SU ALTINDA KANAT ÇIRPAN ÜVEYİK

I

Bir çift Van sesi
Van'ın doğurgan sesi
Bin çift nar düşürülmüş gibi dalından
Bu onun sesi
Sessizce yağan karda nar sesi.

Su altında kanat çırpan üveyik
Her rengin başka rengi
Resmini kendi çizer
Düşünde kendini görür
Kıyılar onun itiş biçimi
Üveyiktir Van'da anmak anılmak
Üveyiktir sanrının üvey kardeşi.

Dağ yollarında yalnız gezen çeşmeler
Suyu eşkiya soluğu
Akışı aralıksız nal sesi
İlk kulak verişte duymanın uzak
Çok derin içi
Dağ yollarında yalnız gezen çeşmeler.

EDİP CANSEVER / OTEL

Denizin alçalışıyla otel bir düştü
Binlerce kalıntı şehir değerinde
Sularla kaçışan ölümler türküsü
Sırdaş olan denizlerin diline
Taşlaşmış hayat ürpertileri ardından
Şekilsiz, oynak ve iniltili
Pembe, daha doğrusu bir çocuk gülüşü renginde
İzleri deniz hayvanlarının
Belli ki bir adı var onların, varsa da
Gezinir mi hiç mi hiç adı olmayan burada
Bir dirilişe bile ayak uyduramayan burada
Mevsimi olmayan mevsim sürüleri
Yumuşak yüzgeçleriyle dalgınlığımı yalayan
Anılar, anı sürüleri
Hep birden unutulmuşluğa dadanan
Hep birden, ama tek bir yaratık gibi
Çıkarak gözlerime yarı loş mağrasından
Görülmemiş bir şekilde intihar ederdi.

O zaman belki bendim, belki bir şekil bildirisi
Gibi o zaman işte çok değerli bir taşa
Bakar gibi ben
İstekli, sonra durgun, giderek düşünceli
Derdim ki -daha doğrusu yaşardım-
Mutluluk alışılmış bir kötümserlikti
Ki tarih aldatılırdı, korkardım
Gözü dönmüş bir kuşun göğsünü didikler gibi
Bağrını açar gibi bir azizin
Açardım ben de içimi - bu şehir kimin?
Kimsenin değil -
Baktıkça, baktıkça oraya bakır
Ne düşerse içine zehir
Köpürür köpürür köpürür
Önce asit, derken bir doğa parçası gibi
Yaprak bir parça yaprak olana kadar
Su bir parça su olana kadar
Ben onlara su ve yaprak diyene kadar
Demek istediğim yaşamak bir parça yaşamak oluncaya kadar
Zamanlar, zaman sürüleri...

EDİP CANSEVER / BİR MEKTUP ATANIN

Bir mektup atanın o mektubu attıktan
sonraki şaşkınlığı
İzlemekse bir bakıma
Yol aldığını mektubunun
Bakar dururum ben de ardından.
Sana söylüyorum yalnız
O ben ki her türlü bakışların tarihini
Öğrendim gözlerini hiç değiştirmeyen bir kaptandan.

EDİP CANSEVER / BİR MEYHANE GARSONU

İşte
Isınmış parke yolun kokusu
Demek ki ben mutsuzum
Tuhaf bir su içmişim de sanki içim görünüyor
Gözlerim buzdan
İçimde yaz kırıkları.

Eklemek gerek
Büyümesi gibi bir salyangozun
Yıllarla değil, yıllarla değil
Saniyelerle kıvrılmıştır kabuğum.

EDİP CANSEVER / BAŞLANGIÇ

Doğanın bana verdiği bu ödülden
Çıldırıp yitmemek için
İki insan gibi kaldım
Birbiriyle konuşan iki insan.

EDİP CANSEVER / ADINI FUNDA OTELİ KOY

Adını funda oteli koy
Aklından gelip geçen bir yazın
Ve akşam güneşlerinde orda burda
Bir deniz kıyısında, eski bir yıkıntıda
İnce ince gezinen turuncu adamların.

EDİP CANSEVER / ÜRPERTİ

Sisini kendi yaratan gemi
Kayıp gidiyor ayaklarımın altından
Çırpıyor kanatlarını zıpkın kuşu
Sisin içinde
Denizde zaman yok.

Yanmış bal kokuları getiriyor rüzgar
Kıyıdaki camlardan
Döl tozlarıyla.

EDİP CANSEVER / AŞKLAR İÇİNDE

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor
Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan
Avuçlarımda bir yanma
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın
Oldu olacak
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
Bir çocuğun gülüşü gibi
Aşkların, nice aşkların ayrılık günü gibi
Bir sokağın ucunda kaybolup solan
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
Korularda yoğun bir erguvan sisi.

EDİP CANSEVER / BEYAZ ATLAR SULARA

Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya bir kendi olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

EDİP CANSEVER / GİDEMEYİŞ

Güz ve kış ve ilkbahar geçti
Yaz çarçabuk geçti
Hepsi tekrar tekrar geçtiler
Bu bana uzun geldi

EDİP CANSEVER / ESKİ BİR TAKVİM İÇİN ŞİİRLER

I

Evlerin saat beş olma hali
Ben yorgunum anlamaktan
Bir duvar, bir tebeşir gibi yazmaktan yazılmaktan.


Ve akşam
Alanların caddelerin bana biraz fazla geldiği
Üstümü başımı bilmediğim bir akşam
Ne yapsam
Alkollere gitsem. Giderim alkollere bir mektup gibi
Alkollerden gelirim bir mektup gibi
Bellidir sırtımdaki kan lekesinden ve puldan.

Yağar ki sokaklarda bir uzun yağmur
Islanırım ıslanırım anlamam
Sanki nedir bir yağmurun güzel olması
Sahi bir yağmurun güzel olması
Yağarken kendine severek bakmasından.

EDİP CANSEVER / ÜÇLÜKLER

I
Gülümse! Gör ölümsüz karşılığını bunun
İşte
Lâmbalar, bardaklar, çiçekli güz sürahileri.


II
Günün ilk saatleri
İyi biliyorum, ilk saatlerini günün
Peki, nedir öyleyse bu sabah silintisi.


III
Hiçbir dilde söylenmemiş
Hiçbir dilde yazılmamış
Sözler ve şarkılar içindeyim.

EDİP CANSEVER / BİTİŞ

Ester'in söyledikleridir
Yalnızlığına korku vurma

Ester'in söyledikleridir
Ve gelsin ve geçsin bütün sözlerim
Gelsin ve geçsin

EDİP CANSEVER / DÜŞLÜYOR ÖLÜMÜNÜ RUHİ BEY

Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.

Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
Ve görmemek ister gibi ölüyü
Oturmuş bir iskemleye.


Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi

Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.

EDİP CANSEVER / BİR OLAY: RUHİ BEY VE...

Bir kara parçası sanır insan
Düştü mü başı derde
Kendini açık denizlerde.

Şimdi bir kıyı bile değil
Bir ufuk çizgisi bile değil
Yalnızca ölü
Sabaha doğru yağan karın altında
Kıvrılmış kalmış
Besbelli tutunmak istemiş boşluğa
Kolları havada
Sıkmış avuçlarıyla bir demet gülü
Yayılmış gövdesine bir gülümseme
Ve çevresine
Taş binalara, karanlık pencerelere
Kefeni kardan ve gülden.

EDİP CANSEVER / ARMALAR

I
O sabah, orada, bir başıma
Var mıydım, yok muydum, anlamıyordum ki
Kalakalmış gibiydim aklımda.


II
Yalnızken ve senden bu kadar uzakta
Öyle soğuk, öyle anlamsız ki her şey
Sevilen bir insan yüzünde ne yoksa.

EDİP CANSEVER / YETİNDİK BAŞLANGICIYLA

Yalçın Yalın'a

Bütün yüzler birbirine karıştı
Akşamın adı
Tadına karıştı akşamın
Denir ki akşamın adı ölü bir martı
Çakıllarla beslenmiş,sarı kumlarla
Kıyısını düzeltmiş ve ölmüş
Genç kız aklı gibi bir şeymiş aklı.

-Tepelere baktın şimdi kaç yaşındasın-

Ne güzel elleri var bir tepeyle bir kadının
Başlangıcı böyle işte bir yazın
Sanki her yalnız olan yalnızlarla anlaşmış
Yaprakları dökülmeyen bir ağaç
Ve budanmamış
dedik
Masamıza kirazla su getirdiler
Ölü martı yinelendi,gittiler.

Siz büyük duygucular
Neler anlatacaksınız bitiminde bu yazın
Bir gün anlatın
Biz yetindik başlangıcıyla
Daha anlatmayanı anlattık
Daha jhiç yaşanmayanı yaşadık
Ne güzel kirliydi yemyeşil bir çağlaya bakışımız
-Ne güzel gözleri vardı bir çocukla bir balığın-
Onlar yok mu akşam trenleri
Bir balıkçıl sürüsüydü-duruşlarını çok seven-
Ve şapkası kırmızı birini
Yaşlı bir trenciyi yani
Dumanları ardında hayal gibi gezdiren
Sonra ben
Bilmem ki
Bir yerlere gitsem gitmesem
Gökyüzüm oldukça diri
Kalbimde yüzüyür yıldızlarım
Ya ayaklarım
Mahzun bir atınki gibi kırlarda
O kadar sersem.

EDİP CANSEVER / GELMİŞ BULUNDUM

Benmişim -neymiş?- su sesiymiş
Oymuş -cam kırıkları gibi gövdemi yakan-
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.

EDİP CANSEVER / AĞIT

Gün bitti.Saat kaç.Bitecek mi bir gün savaşımız
Hakedilmiş hüzünlerimiz olacakmı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde

EDİP CANSEVER / GÜNLERDEN

Evet evet
Doğrusu bilmiyorum
Dalıp dalıp gidiyorum böyle
Dalıp dalıp gidiyorum ve dalgınlığımda bir kent
Bir duvar ,bir sen ,duruşunda güz özellikleri
Dostlar,bütün dostlar içerde.

Bir kent mi,bir yüz mü,binlerce yüz mü,bir kent mi
Beyaz mı,daha mı beyaz,o kadar çok mu beyaz
Bütün bunları kendime bir adres gibi sorup
Hüznüme kalbime,soğuğuma
Gelecekten arta kalan bir mutluyum.

EDİP CANSEVER / EYLÜLÜN SESİYLE

Baylar!
Bindokuz yüz seksen birdeyiz
Karşımızda eylülün sesi
Ağustos çekildi,eylülün sesi
Birazdan konuşacak
''Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar''

Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapıları usulca
Tırmanıp yerleştiği
yani eylülün sesi,buysa çok iyi baylar.

EDİP CANSEVER / BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA

Bu gemi ne zamandır burada
Çoktan boşaltmış yükünü
Gece de olmuş, rıhtım da bomboş
Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
Arkada, güvertede
Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

EDİP CANSEVER / ÖLÜ MÜ DENİR

Ölü mü denir şimdi onlara
Durmuş kalpleri çoktan
Ölü mü denir şimdi onlara
Kımıldamıyor gözbebekleri

Ölü mü denir peki

EDİP CANSEVER / BELİRSİZLİKLER I

Bahçeme gelip bahçemi büyütüyor
Uzanıyor gölgesine ağaçlarımın
Görüyorum onu geceyle gündüzün ötesinde
Kuşkum yok Pan değil bu.

EDİP CANSEVER / BELİRSİZLİKLER II

Gölge dolaşır geceyle esmerliğin arasında
-Bir an- bakışların mavi denizle gök arasında
Bir uyumsundur sen -yazlar gezinir kış günlerinin içinde-
Sabahları bir şeyler noksandır, akşamları
Noksanlardan oluşan bir üzünçlük sende.

EDİP CANSEVER / BELİRSİZLİKLER III

Şöyle böyle bir günün kurcalanmasından
Bir tırnak izidir nehir -yüzümde akan-
Bulutlar bulutlar bulutlar -dudak izleri, beyaz-
Ötede bir köprü (üstünden geçeceğim birazdan.

EDİP CANSEVER / BELİRSİZLİKLER IV

O bir ilk yaz şikayetçisidir
Kat kat altındadır bir leylak esintisinin
Guneşsiz kuşsuz bir kayın ormanını buluncaya kadar.

EDİP CANSEVER / BELİRSİZLİKLER V

Atlar atlar atlar
Geçtiler penceremin önünden
Buğulu cam, buğulu cam, buğulu cam
Geçtin penceremin önünden.

EDİP CANSEVER / ALÜMİNYUM DÜKKÂN

Bir göz atıyorum denize
Çın çın ötüyor balıklar
Bu bir giyilmiş ayakkabıdır diyorum
Bu bir sulanmış peynirdir diyorum
Bu bir haşlanmış patates elinizdeki
Bu insandaki ezgi
Bu insandaki akıl
Bu kanundur kanun
Çileğin çilek oluşu gibi.

EDİP CANSEVER / ACABA

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

EDİP CANSEVER / BİR TAŞ ATARSIN

Bir taş atarsın, taş nereye düşerse
Mutlaka bir köşebaşıdır
Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır
Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk
İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.

EDİP CANSEVER / AKDENİZ SALGINI

-Halikarnas Balıkçısı'na-


I
Öyle bir alaşımdır ki seninle deniz
Bir açık deniz
Bakınca hiçbir şey göremediğin
Gözlerini duyduğun yalnız

Sözlerin var, dudak izlerin yok sözlerinde.

25 Nisan 2010 Pazar

EDİP CANSEVER / FOTOĞRAFTA ÇIKMAK

Pazarcılar gitmiş ipleri kalmış
İlkyazla birlikte - güz çekmiş saçlarından
Boşluğun ölüsü kalmış.
Ben ilkyaz filan görmedim -diyor-
Beyoğlu'nda, Aynalı Pasaj'daki
Beyaz giysili düğmecileri saymazsam
Birde
Şu şaşkın cumartesiyi
Masa örtüsünün üstünde
Su kenarlarında üşüyen kelebekler gibi
Konup konup kalkıyor ya, onu
Saymazsam diyor
Ve diyor ki -bir şey demiyor-
Ah bu çekik gözlü akşamüstleri!

(Ayçiçeği yiyen çocuk
Yün ören kadın
Rakısını yudumlayan adam
Sokağa bakan herhangi bir oda
Arka bahçede
Herhangi bir mermer masa)

EDİP CANSEVER / SAAT KULESİ

Nereden gelmiş bu denizsiz kente
Bu yaşlı martı
Konmuş saat kulesinin üstüne
Öyle bir zamansızlıktan izliyor beni
Çağırsam hemen çıkıp gelecek, biliyorum
Çok eski bir oyundan kılıksız bir haberci gibi.
Her şey yitip gidiyor

EDİP CANSEVER / TURGUT UYAR

Kocaman bir avlunun ortasında durdu durdu
İçindeki bomboş avluya bakarak
Gökyüzünden arada bir oraya
Ölü bir kuş ya düşüyor ya düşmüyordu.

Görseydi içinin olmadığını
Çekip onca çelenkten bir sap karanfili
Koymak ister miydi hiç
Bu ikindi vaktinin hırçın vazosuna.

EDİP CANSEVER / KUŞ SÜRÜLERİNDEN BİR DUVAR

Eskişehirli bir tüccar tanırdım, bıyıkları
Gereksiz konuşan bir adamın sakarlığında
Enfiye çekerdi, bahçesindeki gülleri anlatırdı
Çocuksu yüzler bırakırdı bir takım ambarlarda

Sonbahar böyle geçerdi, o tüccarın sıkıntısı gibi
Deniz kıyılarında, hayvan leşleri arasında
Kış sanki iyi geçecek, bakıp duracaksın
Yılbaşında eski bir sevgilinin gönderdiği bir karta

Niye mektup yazmıyorum eskisi gibi
Kahverengi bir şeyler oluyordu mektuplarda
Yaşlı bir korsanın öğle uykusu doluyordu
İçime ve uykusuzluğuma

EDİP CANSEVER / KAÇIŞINA UĞRAYAN ÇİÇEK

Şurayı götürün dedim onlara
Buraya da, burayı da
Alın götürün dedim
Çimenlerin tirşe buğusunun üstünden
Tirşe buğunun düşlere değen üstünden
Düşlerin ayçiçeği giysilerinin üstünden
O zaman anlatırım dedim onlara
Pencere önümün niye uçtuğunu.

Evet
Dönüp geliyor az sonra
Kolumun altına yerleşiyor
Kendisiyle yer değiştirir gibi
İtiyorum onu, itiyorum, itiyorum
Bütün zamanlar bitti diyorum-anlasa'ya-
İki tek kiraz ağacı kaldı yalnız
İki tek kiraz ağacı
İlkyazlar ve bütün başlangıçlar bitti
Kiraz ağaçları onlar da
Gozlerimin deli kırmızısını yıkamak için
Ağladıkları zaman

EDİP CANSEVER / ODA

Gün günden odamın şeklini alıyorum
İşliyorum bu iniltili varlığı yeniden
Kimbilir, duyuyorum yazgısını belki de
Kuru bir dal parçasını içinden yiye yiye
Dal olan bir böceğin
O garip yazgısını

Ne ölüme benzer ne ölümsüzlüğe.

EDİP CANSEVER / AAaaaa !...

Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor

EDİP CANSEVER / BİR AY ALDIM DİYARBAKIR'DAN

BİR AY ALDIM DİYARBAKIR'DAN
TOKAT'TA BİRİ ÖLDÜ O ZAMAN


Tokatlı diyorlar ya da bir atın başlangıcı
Eğilmiş, sakin, içkiler alıyor kalabalıktan
Şimdi o mor gözleri mor bir kadınla ilgili
Birazı namuslu iyi, birazı açıkça perişan
Ya da bir kadın bir kadını öper gibi

Hiçbir şey anlamıyor yaşamaktan
Hiçbir şey anlamıyor, diyelim anlamıyor
Ama bir yalnızlığı tamamlıyor durmadan
Askerler geziniyor, her yerde bu göz kahveleri
Ben bu gözlere Tokatta rastladımdı bir zaman
Hopalı, biri vardı, hamalın biri
Daha hiç çıkmayacak karısının koynundan.

EDİP CANSEVER / BAKMALAR DENİZİ

Bakmalar görüyorum bütün gün türlü bakmalar
Pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması
Hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
Gördüm suyun ki yumuşak, gördüm ağacın ki katı
Gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar göz
Aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.

EDİP CANSEVER / AMERİKAN BİLARDOSUYLA PENGUEN

I.

Elleri el gibi kocaman
Beyazda bir nokta gibi kocaman
Kocaman boşluğun küçülttüğü her şey gibi
Biriyle kendini artırıyor durmadan
Biriyle koyunlar gibi güdüyor ötekini
Ayaklarını gizliyor bir köpekle
Evine dönerken sonsuza geçen
Göğü kullanıyorken maviye
Günümüzden sesler alıyor, sesleri
Sürekli, dingin, acısız
Acımaktan kurtulmuş yerlerine
Sonra duvardan duvara çizilerek
Ölü bir korkunçluğu taşıyor
Sen, hey, duvarlar gibi öldürülmek!
En yeni tam-tamları dünyamızın
Ya da kendisiyle bırakılması insanın
Sizi
Sizleri selamlıyor işte.

Doğrusu elinizden ne gelir ki
Siz dolgun yaşamaya bakın günleri.

EDİP CANSEVER / SEVDA BİR ATEŞ BULDU SENDE

Sevda bir ateş buldu sende, eğilip öptü seni
Artık kimse denizi bilmiyor.

Dirseklerini masaya koyuşundan belli
Gelip geçen bir günü bitirmek istemediğini
Sevda bir umut buldu sende.

Ey bir yolcu listesinde bir ölüyü arayan
Artık kimse gözlerini bilmiyor.

Şunu imzala
Bir mektup, bir telgraf alıntısı değil
Unutulmuş bir sevdadır kapını çalan
Ve sevimsiz bir terlik gibi duran odan
Kimse artık bir şey giymek istemiyor.

EDİP CANSEVER / UÇURUM

Bir ağaç sürüsünün üstünden
Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden
Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş
Votka bardağımın içine
Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.

EDİP CANSEVER / BİZ BU ŞAFAK VAKTİNİN

Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz
Öyle bir umut gibi gelip geçecek
Yalnızım, yalnızsın, bize kim gülümseyecek.

Ve onlar sevdasını söylemeden bir sokağa sapanlar
İçlerinde nane olan bir yerlerden geçecek
Bir soğuk yüreğe oyarak soğukluğu
Ya da onlar mı ki akşamlara dek bir bilardo oyuncusu
Biri bir zincirle ya da bir şapka kenarıyla özdeşleşerek
Birdenbire kaldırabilir ki eğik boynunu
Ne çabuk
Evet, ne çabuk, akşam oldu mu.

EDİP CANSEVER / AY KIRMIZI AYLAR KIRMIZI

Benim yüzüm budur sanıyorum
Çirkin mi diyorum, değil korkulu
Tarife göre bir atımlık tedirgin
Gününe göre azıcık anlaşılmaz
Geceye sorarsanız bir yere yolcu.

Belki bir sevme olayında kayıp
Bakınca anlaşılır gözlerimin çokluğu
Şarabıma gidiyorlar tek kelimeyle
Her şarap bir bitendir tarife göre
Yani bir aşk mevsimidir bardağın sonu.

EDİP CANSEVER / O YALNIZ

O kadar ki, o yalnız
Ona ilk rastladığım bir şeydir aklım
Bir el sürer mavisini uzağa
Uzaktan daha uzağa. Ardından
Yetişir sayısızlığım.

Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında
Çocukların oyun oynamadığı yerlerde
Bulunmaya hazır ve
Eski çağlara ait bir parayım.

EDİP CANSEVER / KIRDA KARANLIK

Kırda metalsi bir uçurum kalınlığında
Hiç kimselerin geçmediği sesi
Orda burda yaslı ışınlar. Ötede az
Bir korkuluk; ölümün kırçıl çiçeği
Saklı bir seyircini resim kalışındaki leke
Her evin bahçesinde bir lamba yanıyor sanki.

EDİP CANSEVER / ANISINDAYIM

Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilindeyim
Elmanın kokusundayım
Anısındayım -kimbilir kimin-

Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
Düşlerde görünen anlamlardır
Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

EDİP CANSEVER / BİTTİ O SEVDA

bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların
su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
itti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey
unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
kaybetti kumarda gözlerim
kaybetti kumarda gözleri.

EDİP CANSEVER / AŞKIN RADYOAKTİVİTESİ

Aşkı duydum mu bir başıma kalıyorum
Kasıklarımı ovuyorum bir güzel
En küçükleri var ya ayak parmaklarımın
İlk peşin onları görüyorum.

Bir çelik mavisi damar tam da çenemin üstünde
Çoğu zaman gün ışığında seçtiğim
Tıp tıp atıyor yüzümün kenarcığında
Saçlarım kapkalın geliyor elime.

EDİP CANSEVER / BİR TAŞ ATARSIN

Bir taş atarsın, taş nereye düşerse
Mutlaka bir köşebaşıdır
Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır
Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk
İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.

Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde
Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır.

İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu
Yalnızlık bir başına kalmıştır.

EDİP CANSEVER / YAŞ DEĞİŞTİRME TÖRENİNE YETİŞEN ÖYLE BİR ŞİİR

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet'nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.

EDİP CANSEVER / GELİNCİKLER

gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda
işi iş kasabanın
su yüzlü çocuğun işi iş
bir de poyraza döndü mü hava
başlar masmavi damarlar fışkırmaya yanaklarından
faytonların turuncu tekerlekleri
yansır gaz tenekeleriyle çevrili bahçelerde
asılı çamaşırlarından bir tutam çivit kokusu alıp gider
gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda.

saat onikilerde
postanede mektup yazan adamlara bakar bir semt delisi
durmadan bakar
ki o mektuplar nereye giderse gitsin
öylesine uzundur ki kasaba
gelinciklerden bükülmüş bir ibrişim gibi
gidip gelen mektup zarflarıyla tarif edilebilir ancak
içlerinde kar serpintisi
içlerinde bozkır
içlerinde herkesin bir güneyi olan
ve marangozlar upuzun kayıklar yaparlar bunun için
kesersiz, çivisiz, elsiz
sadece ruhlarından
o kayıkları içinde domates doğranan bir akşamüstünde yüzdürürler
canlanır suya değince hemen
bordalarındaki nakışlar
bir derya gülü alıp başını gider.

EDİP CANSEVER / KUŞATMA

Bir gün akıp gitmeye her yerim
Suyundan içmeyle alışık.

Gitmek! yazmışım defterime çoktan
Rıhtımlar, güz halatları, daha bir sürü şey
Şuramda darmadağınık.

Vişneler, atlar, yıldızlar
Yıldızlar, sık ağaçlar, kasaba lokantaları
Yıllarca duran sözler yenisi konuşulmadık.

Oteller, oteller, o bakımsız suçluluğum benim
Geçmem kapınızdan bile artık.